Muhammed’in Yakarması
Gerçi sakladığı yere, pek yüce olan
Girince, o bir bakışta tanınan melek
Dimdik, görkemli ve parıltılar salan:
Yalvardı, bütün iddialardan vazgeçerek,
İzin verilsin diye gezgin kalmasına
Eskisi gibi, dalgın tacir olarak yani;
Okumuşluğu yoktu, -fazla gelirdi ona,
Bilginlere de, görmek sözün böylesini.
Melekse, buyururcasına, gösteriyordu
Levhasında yazılmış olanı yalvarana
Gösteriyor ve istiyordu tekrar: oku.
Okudu o da: öyle ki, melek hayrandı.
Çoktan okumuş denirdi artık ona,
Yapabilendi o, kulak veren ve yapandı.
RAİNER MARİA RİLKE
(Türkçesi: A. Turan Oflazoğlu)
Sevgili Dost,
Her ne kadar bahtsız ülkem kısa sürede büyük mesafeler almış gibi görünse de; aslında içinde bulunduğumuz hal manzaraları hala yürek dağlıyor. Sözde bilimde, sanatta, teknolojide hızlı bir devrim/devinimden bahsediliyor. Ancak bilinmelidir ki; insan odaklı ve öncelikli olmayan hiçbir yeni gelişme ve değişim, ilerleme olarak görülemez, görülmemeli de. Yapılan işten, dökülen alın terinden çok, elde edilen sonuç önemlidir kanımca. Yani işin olması için mesafenin alınması şarttır. Fiziksel anlamda; İş=Kuvvet X Yol formülü, normal hayatta da geçerliliğini sürdürüyor aslında. Bu yönüyle kedinin fareyi yakalaması daha çok önem arz ediyor. Hedefe on ikiden vurmalı yani.
Sevgili Dost,
Farklı bir zaman dilimi, değişik bir coğrafya ve başka bir inanç sistemi de olsa insanlık vicdanı ortak işliyor. Hayatından ve yapıtlarından önemli ölçüde etkilendiğim Rilke’yi yeniden okuduğumda, kayıplara karışan bir kuşağın birey bazında serüveni yeniden gözümde canlandı. 1980’li yılların başında dünya gündemi ile paralel Türkiye’de de görülen yeni fikir ve düşüncelerin sloganlarından biri de; “bilgiyi kaynağından” hatta “ilk kaynağından” öğrenme ve yaşama şeklinde idi. Özellikle İslamcı olarak tabir edilen kesim için bu bakış açısı daha çok önem arz ediyordu. Dini, ilk kaynağından yani Kur’an ve Hadis’ten öğrenme çabası beraberinde bu öğretinin ilk uygulayıcılarını yani Hz. Muhammed ve ashabının da örnek alınmasını getiriyordu. Bu saf niyet ve yaklaşımın zaman ve zemininin birbirine karıştırılması beraberinde birçok yanlış uygulamaları da getirdi. Aynen Rilke örneğinde yaşandığı gibi; anne-babasının özenle geleceğe hazırladığı doğru-yanlış hayallerini süslediği çocuğun bir süre sonra kontrolden çıktığını görmesi ne kadar acı değil mi? Her çocuğun Rilke gibi sanatçı yönü olamayacağından kiminin köprü altı yaşantısı, kiminin kötü alışkanlıklar müptelası, kiminin ise mutsuz bir dünya vatandaşı haline gelmesi içten bile değil.(*)
Kıymetli Dost,
Hayatta her insana sınırlı sayıda imkan ve fırsatlar sunulur. O fırsat değerlendirilmediği zaman bir süre sonra avuçlarının arasından akıp gider. Zamanında ve yerinde değerlendirilemeyen imkan ve fırsatlar çoğu kere acemi kasabın elindeki bıçaktan farksız hale gelir. An gelir; o kör bıçak kendi yüreğine, kendi elleriyle saplanır farkında olmadan. Bu nedenledir ki; doğru zaman ve yerde verilen kararlar çok önemlidir. Bay Rilke’nin yaşam öyküsü bu yönüyle bana ilginç gelmiştir hep. Onun hayatında kendi hayatımı, kendim gibilerin hayatını hatırlarım bir parça.
Sevgili Dost,
Bu sabah Alman asıllı (Prag doğumlu) meşhur Rilke’nin hayatına göz atınca; elde edilen kazanımların, başarıların tesadüfi olmadığını ve her başarının mutlaka bir bedel karşılığında elde edildiğini yeniden kanıksadım. Acı, hüzün ve çile dolu hayatının, şiirlerine güç kattığını kimse inkar edemez. Her çocuk, anne babasının hayalinde görmek istediği çocuk olmayabilir. Nitekim “Malte Laurids Brigge’nin Notları”nın meşhur müellifi Rilke’de de görülen odur. Askeri okula gönderilen Rilke, sonunda okulu terk edip sefil bir şair olmayı tercih etmiş. O doğmadan çok önce ölen ablasının yerine konan Rilke, annesi tarafından bir kız gibi büyütülmek istenmiştir. Bu nedenle de her sabah sarı saçları annesi tarafından taranmış ve altı yaşına kadar kız elbiseleri giydirilmiştir. Rilke’nin bir erkek çocuğu olduğu fikrini bir türlü kabullenemeyen annesi, ona hep Maria diye hitap etmiştir. Çünkü annesi, Rilke’nin şahsında hep ölen kızını görmüştür. Bu nedenle de onu hep bir kız çocuğu gibi büyütmek istemiştir. Yine bu sebepledir ki; Rilke’nin hayatının ilk kadını, annesi olmuştur. Onu ilk inciten kadın da annesi… Rilke’nin, babasını daha çok seviyor olması buradan kaynaklanıyor olsa gerek. Ne babası, ne de Rilke’nin kendisi annesinin hayalindeki erkek olamamıştır. Dokuz yaşında başladığı papazlık okulundan alınıp verildiği askeri okuldan başarılı olamayınca, annesinin tüm hayalleri de suya düşmüş. Çünkü subaylığı beceremeyen babasının demiryollarında memur olarak hayatına devam etmesinin soyluluğuna gölge olduğunu düşünüyordu annesi. Bu nedenle de oğlunun askeri okulda başarılı olup üst düzeye gelmesini arzuluyordu. Bu ikisinin de gerçekleşmediğini gören annesi, eşini ve çocuğunu terk edip gezilere çıkmış ve hayatını yaşamaya, böylece içindeki boşluğu doldurmaya çalışmıştır. Rilke de 20 yaşında cebinde şiirlerle Münih’e gitmiş ve kendisinden on dört yaş büyük ve aynı zamanda evli Rus kökenli Salome’ye aşık olmuştur. Dört yıl hayatını Salome ile zehirleyen Rilke, birlikte gittiği Rusya’da Tolstoy’u ziyaret etmiştir. Kendisine ne iş yaptığı sorulduğunda; cebinde birkaç şiir bulunduğunu söyleyen Rilke, Tolstoy’dan beklediği ilgiyi bulamayarak dönmüştür. Sonra Bremenli bir iş adamının kızı Clara ile evlenen Rilke, gerçek hayatla, geçimle ancak burun buruna gelebilmiştir. “Genç Bir Şaire Mektuplar” yapıtında kendi kendisiyle konuşmayı denemiştir. Paris’te birlikte kaldığı Rodin’den de beklediği ilgiyi görmeyince yoksulluk bir kez daha damarlarında kol gezmeye başlamıştır.
Sevgili dost,
Rilke’yi asıl meşhur kılan yapıtı ise; Andre Gide’nin “Bütün varlığıma el koydu” dediği ve hayatından önemli kesitler taşıyan “Malte Laurids Brigge’nin Notları” olmuştur.
Kartaca, Trablusgarp, Cezayir, Kahire ziyaretleri ise hayatında önemli bir pencere açmıştır. Bu geziler vesilesiyle İslam’la, Müslümanlarla tanışmış ve İslam dinini Müslümanların dilinden öğrenmeye çalışmıştır. Hatta Hz.Muhammed için şiir yazmıştır.
Kuzey Afrika ziyaretinin akabinde eşi Clara ile boşanma noktasına gelmiştir. Eşinden resmi olarak boşanmamış ancak onu terk etmek zorunda kalmıştır. Çürük raporuna rağmen Avusturya ordusunda askerlik yapmıştır.
Elli yaşında bile şaşılacak derecede genç gözüken Rilke, ölümün yaklaştığını fark edercesine şiirleriyle birlikte vasiyetini de yazmıştır.
Ölmeden önce;
“Bu yılın son günlerinde bir hava esiyor kötü, netameli…” sözleri hala birçok edebiyat severin hafızalarından silinmemiştir.
Sevgili dost,
Çalışan, çabalayan hiçbir mahlukun karşılıksız kalamayacağı öğretisinin muhatapları olarak, yeniden ayağa kalkmak için son bir hamleye ihtiyaç vardır. Bu kuşağın, insanlık üzerindeki sis bulutlarını dağıtmak için geçmişten devir aldığı tecrübe ve kazanımlarla yürüyüşü son surat tamamlaması gerekmektedir.
Selam ve sağlıcakla O’na emanet...
(*) Kayıp kuşağı, Rilke ile karşılaştırma eğiliminde olmadığımı hatırlatmakta fayda vardır. Sadece küçük bir kesitinin teşbihi söz konusudur. Bilenler bilir onu, yaşayanlar da...