Cemiyet; korkuları, endişeleri, insiyak ve tepkileri olan, çoğu zaman kahhar bir güçtür. İçinde kaldığınız, birlikte yürüdüğünüz müddetçe sukûn dolu limanınız olabilir; imkân ve kâmeti nisbetinde bir saâdete nail olursunuz. Deruhte ettiğiniz içtimâî vazife miktarınca bir rütbe, bir şöhret ve maddî-mânevî lütuflara mazhar olursunuz.
Es kaza kader, üzerinize bir başka vazife tevdi etmiş ve cemiyetin bir kaç adım önünde yürümeye memur edilmişseniz, iki ihtimal ile burun buruna gelirsiniz. Cemiyetin de insiyak ve arzuları ile yürümekte olduğu istikamette koşturuyor, dünyevî saâdet ve hazlarına nimetler devşiriyorsanız baş tacı edilirsiniz; sizden iyisi yoktur. Ama cemiyetin isteksiz davrandığı, hele korkularını depreştiren, endişelere sevkeden, dünyevî zevklerini gölgeleyen, mevcut bilgileriyle mutabık olmayan bir tarafa doğru hamle etmiş ve önde iseniz, cidden işiniz zor ve hâliniz elimdir. O zaman bu kahhar gücün bütün okları size yönelir, bütün mızrakları sinenize saplanır, bütün kin ve gayzının hedefi olursunuz.
Yol ikidir: Ya cemiyeti ürkütmeden, aranızdaki mesafeyi çok açmadan, mümkünse uyandırmadan sürükleyeceksiniz; ya da ırzını teslime alıştığı, en az onun kadar kahhar bir mukabil gücün sahibi olacak ve onunla karşı koyacaksınız. Ordularınız olacak... Olur olmaz bahanelerle katliamlar yapacak, yaptıklarınızı teşhir edecek, hayatta bırakma lütfunda bulunduklarınızı köleleştireceksiniz. Yetmeyecek, arada bir cemiyeti temsil eden sivil iktidarlara karşı darbeler yapacak, başbakanlarını, bakanlarını bin türlü tahkir ve tacizle haysiyetsizleştirdikten sonra asacaksınız. Sonra kararları iki dudağınızın arasında şekillenen mahkemeleriniz olacak, istediğinizi darağacına sevkedecek istemediğinizi büyük bir lütufta bulunmuş gibi salıvereceksiniz. Cemiyet, sizin kendisinden daha kahhar, daha zâlim olduğunu görecek ve peşinizden koşturarak gelecektir.
Bu satırların maksadı mevzua girişi kolaylaştırmaktı. Son günlerde Türkiye’de cemiyetin akıl ve havsalasının almadığı güzel ama ürkütücü şeyler oluyor. Cemiyetin korku ve endişelerini depreştiren bu güzel şeylerin vücut bulması ve cemiyetin kendisini bir saâdet ve selâmet sâhiline ulaştırması; iktidarın korkmaması, direncini kaybetmemesi ile mümkün olacak. “Açılım” adı altında gerçekleştirilen büyük barış hamlesinin yarım kalmaması, duraklamaması hükümetin mevziini kaybetmemesiyle yakından alâkalı. Kendi adıma dua ve teşvik ediyorum...
Son günlerde bu hayırlı adımlardan bir tanesi de kayıp mezarlar sahasında atıldı. Haberlere bakılırsa, bir görüşme esnasında Alevi temsilcileri, Başbakandan Dersim Katliamı sırasında öldürülen Seyyid Rıza’nın mezarının bulunmasını taleb etmişler. Başbakan da yerinde bulduğu bu talebi ilgili mercilere talimat verirken Seyyid Rıza’nın yanına Said-i Nursî, Şeyh Said, Erbilli Esad Efendi ve İskilipli Âtıf Hocaefendiyi de koymuş...
6 Ocak 2009 târihinde bu sitede de neşredilen “Nâzım’a Vatandaşlık Tamam; Ya Bediüzzaman’ın Kabri?” başlıklı makelemde Nâzım Hikmet’in vatandaşlık hakkını iade eden başbakana Nâzım bahsinin hülâsasından sonra şunları söylemişim:
“Ve sayın Başbakan, biliyorsunuz ki, insanlığın bu son medar-ı iftiharı zâtın (Said-i Nursi) kabri meçhûl; nerede, bilinmiyor. Bilinmiyor, zirâ hiçbir zaman gerçek ve âdil devlet olmayı beceremeyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kirli tarafınca bir geceyarısı kabrinden mübarek naaşı alınıp meçhûllere tevdi ediliyor, biliyorsunuz... Altmış darbesini yapan çetecilerin keyfî icraatına yarım asırdır dokunulmuyor, dokunulamıyor... Hani diyorsunuz ya, Nâzım’ın vatandaşlık işini de biz hallettik...
“Sayın Başbakan, hallettik dediğiniz iş, türbedarı bile kalmamış bir ziyaretgâha, buyur kabilinden bir iş... İş halletmek istiyorsanız, yakın bir gelecekte dünyâ sulhunun da en büyük ismi olacak Bediüzzaman’ın meçhûl kabrini muhibblerine beyan ediniz ki, sizin için kuvvetli bir zâd-ı âhiret olsun. Yoksa bulunduğunuz makamın seyyiâtı çoğu zaman hasenâtına gâlib gelir, haşrin mahcûbları arasında dirilme endişesi tüyler ürperticidir...
“Sayın Başbakan!.. Devlet icraatı olarak asla kabul edilemeyecek, mezar soyguncusu darbecilerin bu şeni icraatını sahiplenmekten vaz geçiniz... Zirâ emin olunuz ki istikbâlin genç nesilleri, darbecileri adalet mahkemesinde gıyaben yargılarken sizi de suçlu mevkiine oturtacaklardır... Âdil olduğunuzu, korkmadığınızı gösteriniz... Yahut susunuz... Nâzım’a hayatta iken esirgenen vatandaşlık hakkını ölüsüne iade etmenizin dişe dokunur bir kıymet-i harbiyesi yok, cakası bile abes...
Hulâsa Sayın Başbakan! Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri’nin kabri nerede? Açıklayabilecek misiniz?” 1
Bu satırlar bâzı dostları tedirgin etmiş, bâzılarını ise Üstâd’ın vâsiyeti noktasından itiraza sevketmişti. İster istemez bir hafta sonra “Mezar Soyguncularına Madalya mı Taksaydım?” başlıklı bir makale daha kaleme almış ve ilk makaleye gelen itiraz ve tenkidleri cevapla mevzuu bir daha tavzih etmiş, ilk makalemde ısrar ederek yazıyı şu satırlarla noktalamıştım:
“Devlet Bediuzzaman’dan özür dilesin, buyuranlar var... Nasıl olacak bu? Bir taraftan özür dileyerek, öbür taraftan ise kabrini gizlemeye devâm ederek mi? El insaf yahu! El insaf ve iz’an...
“Hulâsa, ilk makalemde musırrım: Devlet Bediüzzaman’ın kabrinin yerini ifşâ etmeye mecburdur; bugün söylemezse yarın söyleyecektir, buna mahkûmdur. Ve talebimi daha gür, daha kararlı ve daha musır bir daha haykırıyorum:
“Sayın Başbakan! Bediüzzaman’ın kabri nerede?...” 2
Allah’a şükür ki, henüz on ay önce sorduğum ve dostlarımı o gün tedirginlikle telaşa sevkeden sualin cevabını vermek için Başbakan harekete geçmiş bulunuyor. Türkiye, zamanın da ilcaatı olan doğru bir yolda ilerlemeye hızlı adımlarla devam ediyor. Saâdet baharımız, cemiyetin feraseti ve hasımların insafından çok, mevcut iktidar ve himmet ehli cemaatlerin direnç ve gayretlerine kalmış. İçimdeki kuvvetli ümidi hiçbir fırtına sarsmıyor, sizlerinkini de sarsmasın... Ömrü vefa edenler, bu Cennet misal topraklarda sulh ve saâdet içinde bir baharı da yaşayacaklar İnşaallah.
Dipnotlar:
1- http://www.hyilmaz.net/Sayfala.asp?nereye=YAZIOKU&ID=709
2- http://www.hyilmaz.net/Sayfala.asp?nereye=YAZIOKU&ID=722