Hani bir kitabı okurken içiniz “cızz” eder ya, hani içinizde çırpınıp duran bir kuş vardır da kanatlanmak için fırsat kollar ya işte bazen okuduğunuz bir cümle size bunu yaşatabilir. Bir cümleyle karşılaşırsınız, bir renk alır sizi götürür, bir ağaç ansızın çiçek açar ve siz öylece bakarsınız dünyanın ahenkli dönüşüne. Böylesine bir ritme kapılmak için Ali Çolak’tan bir deneme okumak yeterlidir. Okudukça içiniz açılır, binbir renge bürünür, bir bakarsınız masmavi olmuşsunuz, bir bakmışsınız baştan ayağa çiçeğe durmuş bir ağaç gölgeniz olmuş.
Ali Çolak, “Mavisini Yitirmiş Yaşamak”la başlayan deneme yazarlığı serüvenine doludizgin devam ediyor. Serüven diyorum çünkü deneme yazarının çıktığı yolculuk serüvenden başka bir şey değildir. Elinin altında sınırsız bir dünya taşıyan yazar, bu rahatlıkla şiirden gazele, ülkeden şehre, yeri gelince zülf-ü yâre dokunarak rengârenk kapıları aralar.
Ali Çolak 1995’te çıkardığı ilk kitabı “Mavisini Yitirmiş Yaşmak”tan son kitabı “Bilmem Hatırlar mısın?”a ( 2009) uzanan çizgide denemenin engin maviliklerinden hiç ayrılmadan eserler vermiştir. Yazdıklarına baktığımızda, her şeyiyle denemenin taşlarını yerine oturtan bu eserler okuma zevki sunması, yer yer şiirin damarına dokunması, sık sık şairlerin yazarların kulağını çınlatması bakımından el altı kitapları olmayı hak eden ürünlerdir.
Denemenin konu sınırlaması yoktur. Deneme yazarı kaleminin, kalbinin yettiği yere kadar uzatır cümlelerini. Ali Çolak’ın kitaplarında da bu tür anlatımlara sık sık rastlanmaktadır. Yürümek, mektup, yağmur, fotoğraflar, çeşmeler, renkler, çiçekler, meyveler ve daha neler neler yazarın işlediği konular arasındadır. Hüznü anlatır yazar. İçimize nasıl geldiğini, nasıl içimize yerleştiğini ve orada kaldığını bir şair hassasiyetiyle anlatır. “Kırkikindi yağmurları gibi gelir. Buğusu önce gözlerinize yansır, sonra güvercin bakışlı bir sessizlik olur; yüzünüze, saçlarınıza, omuzlarınıza üşüşür. Bomboş ve anlamsız bakışlar armağan eder akşamlarınıza. Ve ağır tonlu şarkılar gibi süzülür zaman: Adı hüzündür.”
Denemeyle şiirin uzak olmayan bir akrabalığı vardır. Anlatımlarından, söyleyiş güzelliklerinden gelen bir yakınlıktır bu. Deneme yazarı bu imkânı yazdıklarında sınırsızca kullanır. Bir denemeyi okurken kendinizi bir anda şiirin içinde bulmanız da bundandır. Ali Çolak’ın “Eylül, Zambak ve Aşk” yazısı ilk cümlesinden başlayan bir şiirsel duyarlılıkla kaleme alınmış bir yazıdır. “Adının eylül olmasını ne çok isterdim…” cümlesiyle başlayan yazının tümü aynı duygu yoğunluğuna sahiptir. Ayrıca bu yazı bir öğrencinin öğretmenine yazmış olduğu içli bir mektuptan başka bir şey değildir.
Ali Çolak’ın son kitabı “Bilmem Hatırlar mısın?” da aynı içli şarkıların bir terennümü gibidir. Yine kapımızı çiçekler aralar, mavi yine yakamıza yapışan en delişmen renktir. Mavisini yitirmiş bir yaşamakla karşı karşıya olduğumuzu, hayatımızın en güzel renginin avuçlarımızdan kayıp gittiğini yıllar öncesinden haykıran yazar son kitabında da aynı duyarlılıkla “Mavi Maviydi Gökyüzü” diyor. Yine kaybettiğimiz rengimizden bizi sonsuz maviliklere yani gökyüzüne çağırıyor. “Yeryüzü kirlendikçe göksüyor insan. O sarı kusursuz mavi göklerini düşlüyor. Yeryüzü dersini çok eskittik, biraz da göklere çalışalım.”
Ali Çolak’ın denemelerine doğudan, batıdan, bizden, uzak diyarlardan birçok yazar ve şair konuk olmakta. Yazar denemelerini yeri geldiğinde bir eleştiri yazarı hassasiyetle kaleme almakta fakat ipin ucunu denemede bırakarak. Ahmet Turan Alkan’ın “Altıncı Şehir” kitabı üzerine yazdığı yazı hem bir deneme tadında okunabilir hem de bir inceleme yazısı duyarlılığı da yazının üzerine sinmiştir. Yazar, kitap hakkında yazarken bir taraftan da herkesin içindeki altıncı şehrini uyandırma gayretindedir. Gün geçtikçe her şeyini kaybedenlerin şehirlerini de yitirdiklerini anlatan bu yazı içli bir şehir şarkısından başka bir şey değildir.
Ben bir öğretmen olarak Türkçe ders kitaplarına en çok da denemeleri yakıştırırım. “İşte benim gibi düşünen biri” desin diye öğrenciler, karanlık yazıları okuyup da kitaplardan köşe bucak kaçmasınlar diye ders kitaplarına bol bol deneme konmasından yanayım. Yıllar var ki ağız tadıyla bir deneme okutamayacağız mı diye hayıflanıp dururken geç de olsa bir deneme ders kitaplarına süzülüverdi. Ali Çolak’ın “Sevgisiz, Işıksız ve Mektupsuz Kaldık” yazısı Türkçe kitaplarındaki geç kalmış yerini almış oldu. Bu bile öğrencilere okumayı sevdirmek için büyük bir adımdır. İyi örneklerle karşılaşmak her zaman iyi başlangıçlar için sağlam bir adımdır.
Ali Çolak 1995’te kitapla buluşturduğu yazı çalışmalarını gazeteciliğin yoğunluğuna rağmen hâlâ sürdürmekte. Onu okumak için kitaplarını bekleyenler de şimdilik her hafta kalplerine konuk olan “Gül Saati” tebessümleri ile bir nebze olsun kalplerini efsunlamaktalar. Şu kıvrıla kıvrıla dönen dünyada kalbimizi koruyan kaç savaşçı kaldı ki?