Geçende Bedirhan Gökçe’den şiirler dinliyordum. Sultan-ı Şuara (Şairlerin Sultanı) Üstad Necip Fazıl’dan eşsiz şiirler okuyordu. Mest oldum. İnsan kelimeleri ancak bu kadar güzel kullanabilir. Adeta kelimelerle kanaviçe işlemiş üstad. Elbette bu eşsiz şiirleri Bedirhan Gökçe gibi bir ustadan dinlemek de ayrı bir zevk verdi bana. Ayrıca Sayın Gökçe, böylesine büyük değerlerin kıymetini bilmemekten yakınıyordu. Sırf fikir adamı ve şair olduğu için hapse mahkûm edilmesini hazmedemiyor ve değerli fikir adamlarının, sırf fikirlerinden ötürü, yargılanmalarına isyan ediyordu. Hapishanenin onlar için bir “Mekteb-i Yusufiye” olduğunu söylüyordu.
Ondan bu sözleri işitince, daha şiddetli muamelelere maruz kalan ve sırf bu milletin dinine ve imanına hizmet ettiği için büyük zulümlere maruz kalan büyük Kur’an müfessiri Bediüzzaman Said Nursi aklıma gelmişti. Üstad Bediüzzaman da hapishaneler için “Medrese-i Yusufiye” diyordu. Eserlerinin önemli bir kısmını esaret altında yazmış ve eşsiz eserler vermişti. Bediüzzaman’ın eserlerini okuyunca böylesine harika eserlerin nasıl oluyor da tecrid-i mutlak altında böylesine mükemmel yazıldığına hayret ediyorum. Bizler bir eser yazdığımızda, bol miktarda kaynaklardan faydalanıyoruz, ergonomik ortamlarda bilgisayar gibi son derece kolaylık sağlayan vasıtaları kullanıyoruz ve yazdığımız eserleri defalarca gözden geçiriyoruz. Oysa Bediüzzaman, eserlerini kendisi yazmamıştır. Ezberden ve bir mevhibe-i ilahiye olarak okumuş ve kâtipleri yazmıştır. Sadırdan gelen ve kelimelerin efsunlayıcı cazibesiyle büyüleyen bu eserler eşsiz güzellikler sergilemektedir. Risale-i Nur’un dil özelliklerini değerli akademisyen Prof. Dr. Servet Armağan Risale Akademi’de nefis bir şekilde işlemiş. Risale-i Nur’un bu dil özelliklerini değerli hocamdan okuyunca takdir duygularım katmerleşti. Risale-i Nur’un bu asrın idrakine hitap edilmiş ve ilim, fen ve felsefeden gelen dinsizlik sendromuna karşı nafi tiryaklar olduğunu bir kez daha kanaat getirdim.
Risale-i Nur’un hocası Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin (SAV) hadis-i şerifleri olduğu için, güzelliğini ve ifadelerindeki insicamı onlardan alıyor. Nasıl ki, Kur’an-ı Kerim’i okuduğumuzda hiçbir usanç duymuyoruz ve okudukça zemzem suyu gibi yüreklerimizi ferahlatıyor, aynen öyle de Risale-i Nur eserlerini okudukça okuyasım geliyor. Risale-i Nur’un her konuya göre serdedilmiş farklı üslûpları adeta şapka çıkartıyor. Hey be diyesim geliyor Aziz Üstad iyi ki asrımızda gelmişsin ve bu eşsiz eserleri vermişsin. Kendini adeta tohum gibi çürütmüş ama gül kokulu semereler vermişsin. Mezarını bile nazarlardan gizlemiş, ama bütün dünyanın takdirini kazanacak eserler sunmuşsun. Zalimlerin hadsiz taarruzlarına karşı sabredip isyan etmemişsin. Dahilde bu millete kılıç çekilmeyeceğini vurgulayarak manevî cihadı tercih etmişsin ve bu cihadınla ne kadar haklı olduğunu şimdi bizler de görüyor ve idrak ediyoruz.
Üstadın eserlerini insaf düsturlarıyla ve önyargısız okuyanlar bu güzellikleri idrak etmekle beraber ne derece yüksek bir ilmin sızıntıları olduğunu da anlar ve takdir eder. Bazı sözleri veya şiirleri okuduğunuzda kulağınıza hoş geldiğini hissedebilirsiniz, ancak anlamlarına odaklandığınızda hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Üstadın eserlerinde bunu asla bulamazsınız. Okuduğunuz her eserinde eskilerin tabiriyle “muktezayı hale mutabakat” yani durumun gerektirdiği şekle uyan bir mükemmellikle karşı karşıya kalırsınız. Aklın, kalbin, ruhun ve sair hasselerin tatmin olduğu bir izah tarzından tefeyyüz edersiniz.
Ön yargıların parçalandığı bir atmosferde üstadın eserleri mütalâa edildiği zaman, ilmî, edebî, felsefî vs cihetlerden eşsiz bir doyuma ulaşılacağına bütün kalbimle inanıyorum.