Mustafayı seyretmek kısmet olmadı... Seyretmek için bir gayretimin olduğunu da söyleyemem... Bildiklerimin üzerine birşey ilâve etmeyecek bir filme niçin zaman ayırayım? Bildiklerimi tekrarladığına emin olmak için mi?.. Abesle iştigâl...
Cân Dündarın sıcak bir tarafı var, beşerî olana düşkün tarafı... Bütün makalelerinde, bütün çalışmalarında bu cilveye takılır; karanlık gecelerin ışığına koşan pervaneler gibi. Mustafa filmi ile ışığın ateş sahasına giren Cân, hayatını kaybedebilirdi; en azından kanat, bacak ve ayakları yanabilirdi. Ne durumda olduğunu kendisine sormalı... Pişman mı? Değilse bile korkmuştur, çok korkmuştur...
Korkmuştur ne kelime, korktu... Onu Kemâlistlerin son üstâdı Turgut Özakmanın kanatlarının altına sığınma ihtiyacı içinde görmek, benim için cidden yaralayıcı oldu... Derin bir elem, acı bir üzüntü duydum. Mustafanın genç münşii, hayatına yönelen tehditleri, içinde kabaran korkuyu bertaraf etmek için çâreyi Çılgın Türklerin üstadına sığınmakta bulmuştu. Çılgın Türklerin hayatına kasta kadar uzanabilecek şerlerinden Özakmanın kendisini koruyabileceğini düşündüğü ortada. İnşaallah öyle olur... Ama kitlenin şuuru yoktur, Çılgın Türklerin ise hiç olmadı. Allah yardımcısı olsun... Hırant Dinki koruyamayan, yahut korumayan devlet, dilerim Cânı korumakta samimi davranır...
Farkında olmadan, hiçbir ard niyet taşımadan tanrılarını muhayyel semâlarından yere indiren Dündar, Kemâlistleri çok kızdırdı. Bizim için filmin hiçbir pırıltısı yok; Mustafa, o bildiğimiz Mustafa... Ama Dündarın mevsûk filmi, Kemâlistlerin asırlık büyüsünü dağıtıp hakikatin sert ve merhametsiz çehresiyle burun buruna uyanmalarını temin etti: Kıral çıplaktı... İçki içiyor, sigara kullanıyor, korkuyor, acıkıyor, üzülüyor, kıskanıyor, küsüyor, buhranlar geçiriyor, yeyip içiyor ve her beşer gibi, def-i hâcet için ayak yoluna gidiyordu.
Cânın asıl suçu, Mustafayı Kemâlsız takdim etmesiydi... Kasdı bu değildi şüphesiz, aksine onu Kemâlsiz daha sempatikleştireceğini düşünmüştü. Kübalıların asırlık liderlerine bir tezâhürat ânında Fidel diye seslenmelerinden mülhemdi Mustafa... Ama Kemâlistlerin itirazı vardı: Orta okul yıllarından itibaran Kemâl ile siyam ikizi gibi yaşayan Mustafayı Kemâlsız bırakmak cürümdü. Film daha isminden başlayarak bir cürme kapı aralıyordu, onlara göre...
Şuursuzlukları eblehliğe rahmet okutan Kemâlistler, Dündarın Mustafayı yüceltmek istediğini bile anlayamadılar... Seksen küsür yıllık hipnozun şuurlarını iğdiş ettiği bu kitle, hiç hazır olmadığı bir zamanda, Ergenekon dâvâsı ve Kürt Meselesinin cehenneme çevirdiği bir zeminde kurtarıcılarına göz dikmişlerken uyandırılmışlardı: Mustafa küskün, Mustafa bedbin, Mustafa korkak, Mustafa mübtelâ idi... Kadın, içki ve sigaraya mübtelâ... Ve yalnızdı...
Halbuki onlar bir şafak vaktinde Mustafa Kemâlin Anıtkabir sırtlarında, ayaklarında çizmeleri, elinde kırbacıyla inip hasretini çok duydukları kurtarıcılığını bir daha göstermelerini bekliyorlardı. Yorgun ve ümitsizdiler. Kürt belâsından, irtica tehlikesinden bıkıp usanmışlardı... Başörtülü genç kızların ordusu ürkütücülüğünü bütün yasaklara rağmen arttırıyordu. Vatan bölünmek üzereydi ve dünyânın tamamı bize düşman kesilmişti... Bütün bu tehlikeleri ufkumuzdan silip süpürecek yegâne kurtarıcılarını beklemeye hakları vardı...
Ama gele gele Mustafa gelmişti... Haşrin sabahını bekleyen Kemâlistlere, gelişiyle kıyameti yaşatan Mustafa.
Bu satırların sahibi için Mustafa, İnkılâb Liderinin en mâsum taraflarını aksettiren bir ayna... İcraatleri ile bin yıllık bir şanlı mâziyi ademe mahkûm etmiş, asırlık bir istibdadın inşasını gerçekleştirmiş Mustafayı anlatabilmek isterdim. Şu âna kadar bu vadide kaleme aldığım yedi eser tamamlanmayı bekliyor... Dündar gibi, Mustafanın beşerî zaaflarıyla hiç meşgul olmadım, kalemime hiç malzeme yapmadım. Ne Rıza Nurun yüz kızartıcı hâtıralarına kulak kabarttım, ne de Yakup Kadrinin neşidelerini dinledim. Benim için Mustafa, bin yıllık mehafirimin kapılarına kilit vuran, geçmişimle geleceğimi rabteden köprüleri fütûrsuzca uçuran adamdı... Kimbilir, belki bir gün bir Cân da İnkılâb Liderini filme alır: Korkmadan, iğfalâtta bulunmadan, yalan söylemeden... Kimbilir?..