Gazeteci Kenan Alpay da bu güzellemelere tepki gösterenlerden biri. Alpay, "Gecikmiş Bir İlan-ı Aşk" başlığıyla Haksöz sitesinden 15 Kasım 2012'de yayınlanan bir yazısını hatırlattı.
Alpay, "Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı" sözlerini bakın nasıl cevaplıyor:
Mazlumların zalimlere benzemeye başladığı süreçler insanlık tarihi açısından büyük felaketlerin habercisidir. Bu felaketler geri döndürülemez, durdurulamaz değil elbet. Ancak hemen herkes bilir ki mazlumu da zalimleştiren kritik eşik güce ve güçlüye tapınmaktır. Bunun yoluysa basit öykünmelerle başlar ve olgunlaşır.
Adalet ve merhamet duyguları sağlam temeller üzerinde yükselmemiş zayıf karakterlerin konjonktürel dalgalanmalara göre şekil-şemal almaları üzüntü verse de beklenmedik bir gelişme sayılmaz. Celladına âşık olanlar bahsi açılınca nedense hep Dersim katliamına maruz kalan Alevi cemaatinin Kemalizme duyduğu aşktan bahsedilir. Sol-sosyalist örgütlerin, ülkücü-milliyetçi çevrelerin askeri darbelerden şikâyet edip de psikolojik harp için seferberlik görev emri almışçasına sahada bürokratik oligarşi adına iş tutmasını da buraya eklemek icap eder. Peki, muhafazakâr-dindar çevrelerin statüko muhafızı gibi misyon üstlenmelerine, rol kapma yarışına ne demeli?
MATRAK ADAMIN MATRAK DİNİ
Murat Menteş’in 10 Kasım vesilesiyle kaleme aldığı “Rahmetli Atatürk” yazısı işte tam da statüko muhafızlığına soyunan muhafazakarların düşünsel ve ahlaki sefaletine 10 numaralık bir örnek olarak karşımıza çıktı. Empati kurmakla yaltaklanmayı, analiz etmekle körlüğe daveti, doğru anlamakla laçkalaştırıp anlamsızlaştırmayı ayrıştırmayı beceremeyişin Kemalizmle alakalı bundan daha harika bir örneğini sergileyebilene aşk olsun!
Bu tartışma açısından Murat Menteş’i önemli kılan “sağlam karakteri, ilmi eserleri, açtığı çığır” filan değil elbet. Bunlara dair herhangi bir emare edinmiş değiliz. Fakat mahallenin popüler delikanlısı havasıyla Yeni Şafak’tan İslami camiaya itikat ve terbiye dersleri vermeye kalkışmasına fırsat tanınıyor oluşunu hafife almamak gerekir.
Laik, liberal ve Batıyla entegre olmuş devletin bekası adına Taha Akyol, Mümtaz’er Türköne, Hadi Uluengin gibi isimlerin İslamcı siyasetin önünü kesmek için Mustafa Kemal’i üst değer olarak koruma telaşesi göze çarpmıyor değil elbet. Fakat burada anlaşılmaz olan bazılarının İslam’ı araçsallaştırarak bu işe ortak olmak noktasında sergiledikleri heveskârlıktır.
Bütün bir toplumu Mustafa Kemal’i rahat bırakmaya, şu ya da bu şekilde ama mutlaka dua ile anmaya davet eden Menteş’in en iyi ihtimalle matrak bir adam olduğunu varsayalım. Şimdilik şu cümlesinden yola çıkalım: “Sadece 57 yıl yaşamıştı. Belki 10-20 yıl daha ömür sürseydi, bambaşka işler yapacaktı.”
ATATÜRK YAŞASAYDI VAR YA!
Afili delikanlıdan müsaade alarak birkaç soru soralım: Ulu Önderiniz ‘zamansız’ ölmeseydi ve söylediğiniz gibi 10-20 yıl daha yaşasaydı neler yapardı acaba? Mesela içkiyi, sigarayı, çapkınlığı bırakır mıydı? Bütün şehirlerin merkezine diktirdiği heykellerini yıktırır mıydı? Her sabah okullarda adına okutturulan şükür andını kaldırır mıydı? Tanrı uludur çirkinlikleriyle kuşattığı mescitlerimizden, minarelerimizden elini çeker miydi? Dans etmeye, kadeh kaldırmaya, şapka takmaya, başını açmaya mecbur tuttuğu insanlardan özür diler miydi?
‘Rahmetli Atatürk’ 10-20 yıl daha yaşasaydı beş vakit namaza hiç olmazsa cumalara o da olmazsa bayram namazlarına başlar mıydı? Hali vakti yerindeyken hacca gitmeyi, kurban kesip zekât vermeyi gündemine alır mıydı? İskilipli Atıf Hoca’yı, Şalcı Bacı’yı ipe çektirdiğinden, Erbilli Esad Efendiyi, Said Nursi’yi hapislerde süründürdüğünden, Mehmet Akif’e, Halide Edip’e bu ülkeyi dar ettiğinden pişman olup tövbe eder miydi?
Başta Şeyh Said ve Seyyid Rıza olmak üzere isyan bastırma bahanesiyle katledilen, sürülen insanların acılarına ortak olur muydu? Muhalifleri tasfiye etmek için Menemen ve İzmir’de tertiplettiği provokasyonlardan nedamet getirir miydi? Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi gibi ultra bilimsel tezlerinin komediden de öte ırkçı hezeyanlar olduğunu itiraf eder miydi?
Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt, Reşit Galip gibi zorbaları Kel Ali, Kılıç Ali, Topal Osman gibi tetikçileri halkın üzerine salmanın çare olmadığını idrak eder miydi? Çankaya sofrasının müdavimlerinden Behçet Kemal, Kemalettin Kamu, Yusuf Ziya Ortaç gibi ‘resmi’ şairlerin kendisini ilahlaştıran, tanrılaştıran şiirlerini yüzlerine çarpar mıydı?
Bu gibi sorulara bu toplumda yaşayan Müslümanların gayet güzel cevapları var tabii ki. Sonradan görmelerin yaşanan tarihi, mantığı ve en önemlisi İslam’ın temel kaynaklarını çiğneyerek verdiği cevaplarsa bizi hiç ama hiç bağlamaz.
Birkaç yıldır şöhret basamaklarında tırmanışa geçen ‘taze’ romancıların ‘Rahmetli Atatürk’e geciken ilan-ı aşkları kendilerinin bileceği bir iş. Ama lütfen Müslümanların inancına, sevgisine, nefretine herhangi bir sebeple tahditler koymaya kalkışmayın. Hakikaten mide bulandırıyor, hem de çook!