İslam’a hizmet metotları içinde çeşitli yollar vardır. Kimisi siyasetle hizmet etmek ister ki, Bediüzzaman bu tür hizmeti “topuz” kavramıyla dillendirmiş ve “Siyaset Topuzu” ile tesmiye etmiştir. Siyaset topuzu ile hizmet, kirpilerin dostluğuna benzer. Meselâ kirpiler, başka kirpilerle samimi olmak istiyorlarsa, birbirlerine mesafeli bir samimiyet içinde olmalıdırlar. Yani kirpi gibi dikenli özelliklere sahip olmak, birtakım tedbirlerin ve davranış biçimlerindeki yaklaşımların tedbirli olmasını zorunlu kılar.
Bu değişmez kuralı insan gruplarına da uyarlayabiliriz. Dikenli insan grupları içinde en belirgin grup, siyasi gruplar içinde bulunmaktadır. Evet, siyasete girenlerin çoğunun dikenli muhatapları olur. Aynı şekilde kendilerinin de dikenli savunma mekanizmaları vardır. Bunu meclis müzakerelerinde en bariz bir şekilde görebilmekteyiz. Hal böyle olunca siyaset arenasına girenlerin; ya da siyasetle ilintili hareket edenlerin siyaset dikenleri veya oklarına karşı çok dikkatli olmaları gerekir.
Bediüzzaman diken veya ok yerine “topuz” kelimesini kullanarak çok daha vurgulu bir uyarıda bulunmuştur. Kendisinin, bir zaman siyaset yoluyla dine hizmet niyetiyle, siyasetle ilgilenmesi ve bu ilgi neticesinde mütedeyyin bir âlimin “tekfir” derecesinde aşağılanmasına şahit olması, ona, siyasetle dine hizmet edilmesinin mümkün olmadığı kanaatini vermiştir. Bu yüzden, “Elimizde nur var, topuz yok. Nur incitmez, ışığıyla okşar” diyerek dikenli, topuzlu yolu ihtiyar etmemiş ve nurlu hizmeti tercih etmiştir. Bu yolla milyonlarca insanın imanının kurtulmasına sebep olmuştur.
Dikenli, topuzlu anlayışlar ve paradigmalar Bediüzzaman’ın tabiriyle zihniyet-i inhisar altında hareket ederler ve tarafgirlik gösterirler. Bunların başında ise tahtiecilik gelmektedir. Tarafgirliğin zirve yaptığı ve başka mesleklere pek fazla hayat hakkı tanımayan tahtiecilik Bediüzzaman’ın mesleğinde ve dünyasında asla olmamıştır. Zira Bediüzzaman, tahtieci yaklaşımın nefse düşkünlükten kaynaklanan bir maraz olduğunu savunmuştur. Bu hastalığın en önemli belirtisi ise "inhisar zihniyeti" yani "tek doğru ve hak budur" anlayışıdır. Bu düşünce müspet hareket düsturlarıyla çelişmektedir ki bu bağlamda tahtieci, İslâm’ın ve dolayısıyla Kur'an'ın kuşatıcı ve kucaklayıcı özelliklerini ve tüm toplumu kuşatıcı, kucaklayıcı ve birleştirici unsurlarını yok etmektedir.
Bediüzzaman bu bağlamda, "Tahtie" mesleğini edinenlerin, cumhur-u avam, yani dinî hususlarda yeterli bilgisi olmayan geniş halk kitlelerini yanlış yönlendirileceğini savunur. Bediüzzaman'ın tahtiecilik düşüncesiyle ilgili başka önemli bir tespiti ise, tahtieciliğin, sû-i zan ve salt tarafgirlik hissinin kaynağı olmasıdır. Tahtiecilikte kendisinden başkasının görüş ve düşüncelerinin hatalı olduğu yaklaşımı vardır. Bu durumun toplum içindeki birlik ve bütünlüğü ortadan kaldıracağını savunur Bediüzzaman. Diğer taraftan bu mesleğin, muaveneti, dayanışmayı, kalplerin birliğini, karşılıklı sevgi ve saygıyı önemli ölçüde zedeleyeceğine vurgu yapar.
Bediüzzaman, tahtieciliğe; yani tarafgirlik hissiyle kendi mesleğinin dışında her şeyde kusur ve hata görme mesleğine karşı, musavvibe mesleğini savunmuştur. Musavvibe mesleğini savunanların fikrine göre, ehl-i sünnet ve cemaat olan her müçtehit isabetlidir; her mezhep haktır. Gerçek müçtehit âlimlerin görüş ve fetvaları, bazı özel hallerde uyuşmasa bile (bir hikmete binaen), Allah'ın rızasına uygundur. Musavvibe mesleğinde karşı tarafın da hak olabileceği düşüncesi yatar. Bu bağlamda musavvibeciler “Benim mesleğim haktır veya daha iyidir; ancak sadece benim mesleğim haktır; diğer meslekler ise hak değildir” demez.
Bediüzzaman bu konuda “Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, “Mesleğim haktır veya daha güzeldir” demeye hakkın var. Fakat “Yalnız hak benim mesleğimdir” demeye hakkın yoktur. “Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise çirkinlikleri gösterir,” sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz, başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez." diyerek tahtiecilere gönderme yapar.
Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda, tahtiecilik “kirpi” gibidir, karşı tarafa yönelik olarak her zaman silahları çekmiş durumdadır. Kirpi ile dostluk kurup samimi olmak isteyenlerin çok dikkatli ve tedbirli olması gerekir. Aksi takdirde kirpinin okları onunla dostluk kurmak isteyenlere büyük zarar verebilir.
Bu arada konuyla ilişkili olan bir anekdottan bahsetmek istiyorum. Hani akrep bir nehrin karşısına geçmek ister. Ancak yüzme bilmemektedir. Dolayısıyla bir kurbağadan yardım talep eder. Kurbağa tabii ki, bu talebi reddeder. “Seni götürürken, beni zehirli iğnenle sokarsın” diye karşılık verir. Ancak akrep, sinsice “ben seni sokarsam, o zaman ikimiz birlikte suyun dibini boylarız” diye savunur kendisini. Kurbağa bu cevap karşısında yelkenleri indirir ve akrebi sırtına alarak karşı kıyıya götürmeye başlar. Ancak kıyıya yaklaşırken, kurbağa vücudunun kimyasının bozulduğunu hissetmeye başlar ve mecali kesilir. Durumu çok geç anlamıştır. Çırpınmaya başlar ve suyun dibine inmeden son bir hamle ile “alçak, hani beni sokmayacaktın?” diye ümitsizce sitem eder. Akrep pis pis sırıtarak, “Ne yapayım, huyum kurusun, ben akrebim, sokmak benim mesleğim” diye karşılık verir.
Unutulmaması gereken en önemli şey, bizler ehl-i imanız. Okları, dikenleri, topuzları bize dönük olanlarla dostluk etmenin bize ne gibi bir getirisi olabilir. Bu çok iyi değerlendirmeli ve dostluk yaparken de savunma mekanizmalarımızı takviye etmeliyiz. Aksi takdirde bu silahlar bizi acımasızca yaralayabilir. Biz ehl-i iman olarak “Allah’ı bir, dini bir, kâbesi bir, peygamberi bir…” kaziyesince dostluklar kurmalı ve asla birbirimize kazık atmamalıyız. Yani tahtieci olan ve başkalarına hayat hakkı tanımayan, onları her fırsatta ötekileştirip, kendi mesleğini yüceltenlerden değil, kendi mesleğinin güzel olduğunu düşünüp ve daha da güzelleşmesine çalışırken, başka hak meslekleri de rencide etmeyip, onların da hak ve hakikatli olduğunu düşünen ve yardımlaşanlardan olmalıyız.
Bu bağlamda hiçbir ehl-i iman ferdi, diğer ehl-i iman kardeşinin aleyhinde çalışmaz, ona kumpas kuramaz, ehl-i ilhadı bırakıp, ehl-i imana adavet beslemez. Kardeşinin gizli hallerini tecessüs saikasıyla araştırmaz ve teşhir etmez. Onların haremine gizli kameralar koyarak röntgencilik yapamaz. Mevlâna Hazretlerinin dediği gibi onun kusurlarını örtmede gece gibi olur. Birtakım yanlışlıklar içinde olanların yüzünden alâkası olmayanlara karşı adavet beslemez ve onların tahribine çalışmaz. Aksi takdirde zalimlerden olur ve zalimlerin affedilmediği cehennemin en şiddetli kesimlerinde yanmaya mahkûm olur.