Lemaat ekseninde duygu çağrışımları (20)
Kendimizi sevmek elbette gereklidir. Kendimizi sevmeden başkasını, kendimizde sevgiyi denemeden, gerçek sevginin etkisini üzerimizde görmeden, başkalarını nasıl sevebiliriz? İnsan denemediği, bilmediği, belki de varlığından haberi olmadığı bir şeyin tadından başkasına nasıl söz edebilir?
Ama kendimizi sevmek ne demektir? Önce onu açıklığa kavuşturmak önemlidir. Şunu hemen vurgulamak gerekir ki insanın kötü yanı, kötülükler, kötülüklerin kaynağı, bizi her an tehlikelere sürükleyen oluşumlar sevilmez. Bunları sevmek düşmanla işbirliği yapmak demektir. Ego, nefis bizim iç düşmanımız ve şeytan dış düşmanımız. Entrikalarıyla bizden yana görünseler de onlara nasıl dost olabiliriz, onları nasıl sevebiliriz? Aksine bu dik duruş değil, tersi iki yüzlülüktür, korkaklıktır. Doğrusu düşmanımızın koynunda nasıl güvencede olabiliriz?
Bediüzzaman Lemaat’ta “Enesini sevenler, başkaları sevmezler” demekle, aslında bu tür sevgiyle ego sevgisini gündeme getirmektedir. Buradaki “ene”, egoistlik anlamındadır; çıkarını seven, “ene”nin fıtrattan sapanıdır; yani gururlu, kibirli ve sağlıksız benliktir. Bu “ene”yi sevmek demek, çıkarın her çeşidini sevmek demektir. Bu tür sevgiye sahip olan, başkalarını da sevse sevse çıkarı için sever. Bu gerçek sevgi olamaz. Lemaat’ın bir başka yerinde “Ey enesi çifteli, kafası da kibirli!” hitabında olduğu gibi “ene” olumsuz yönüyle ele alınmıştır. Böyle uğursuz, arsız “ene” elbette sevilemez. Bu tür “ene”yi seven başkasını gerçek anlamda sevemez.
Sevmek, aslında önce sevileni kötülüklerden, tehlikelerden, sapmalardan korumaktır. Sevileni göz gibi korumaktır.
Bu bağlamda kendimizi sevmek iki anlama gelir. Biri, kendimizi gerçekten tanımak, bütün iç yüzümüze, maskelerimize, günahımıza ve sevabımıza olduğu gibi bakabilme cesaretini gösterebilmektir. Bu düpedüz dürüstlüktür; kendimize karşı duyulan saygıdır, sevginin bir değişik halidir. Diğeriyse, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmektir, iyiysek iyi kötüysek kötü, kendimize karşı objektif olmaktır; arkasından da bizde var olan değerlerimizle en iyiye ulaşmak için gayret harcamak, yola girmek, gelişmeyi amaç edinmektir.
Bu iki yol aslında kendimizi sevme sürecinin yol haritasıdır; bu olmadan biz sevgiden söz edemeyiz. Önce tehlikeleri bertaraf etmek, yolumuz üzerindeki dikenleri temizlemek, duygularımızın önünde dikilen engelleri kaldırmak gerekir. Sevdiğimiz çocuğumuzun önce rahatını sağlamak için bütün önlemleri almayı düşündüğümüz gibi. Bir bakıma sevgi, sevilen şey için sorumluluğun bir tezahürü olarak önlem almak demektir. Sevdiklerini her an canavarlarla baş başa bırakanın sevgiden bahsetmesi ne denli doğru olur?
İşte Bediüzzaman, Kur’an’dan yararlanarak, dört madde halinde yani acz, fakr, şefkat ve tefekkür diye bulup özetlediği hakikat yolunda nefsin tezkiyesini sevgi bağlamında ele alır. “Nefislerinizi temize çıkarmayın!” (Necm:32) ayetine göre davranmak, aslında hak vermemekle birlikte nefsi alıp olası kötülüklerin içine sürüklememek için korumaya almak demektir.
Nefsi kötülüklerden korumak, dolayısıyla nefsi sevmek, onu muhtemel tehlikelerden alıkoymak anlamına gelmektedir. Bu ise sevginin safıdır. Eğer nefsi hoşuna gidecek şekilde sevsek, onu temize çıkarmış olsak, ona serbestlik tanısak, önünü açsak, tehlike uyarısında bulunmazsak ona en büyük kötülüğü yapmış oluruz. Onu okşamakla, isteklerini yerine getirmekle, onun patavatsızlığına uymakla akla hayale gelmeyen tehlikelerin tam içine sürüklemiş, kötülüklerin kaynağı olması dolayısıyla yıkımına hız vermiş oluruz. Buna sevgi denmez, dense dense en büyük düşmanlık denir. Şeytan bu yolu dener hep; bizi yanına çekmek için en hoşumuza giden şeyleri önümüze servis yapmıyor mu?
Nefsimizi temize çıkarmamak, sevginin bizzat kendisidir; üstelik çıkarsız bir sevgidir bu, gösterişsiz, katkısız ve Allah’ın rızasına uygun. Bediüzzaman burada insan psikolojisini derinden irdeler. İnsanın yaratılışı gereği nefsini, bizzat kendisini sevdiğini söyler. Öylesine ki başka her şeyi nefsi uğruna duraklamadan verir. Onu âdeta ilahlaştırır, ilahı sevdiği gibi sever. Ona toz kondurmaz. Kusuru ona yakıştırmaz. Onu gözü gibi korur ve savunur. Bu, insanın nefsine olan zaafıdır. Kendini bilen insan, bu zaafıyla nefsini sevemez; sevdiği takdirde onu dönüşü olmayan uçuruma atmış demektir. İşte burada nefsimizi sevmek, onu tehlikelerden korumak, hatta ona düşman olmakla eşdeğerdir. Asıl sevginin özünde yatan gerçek de budur; tehlikelerden koruma, engelleri ortadan kaldırma çabası.
Bediüzzaman bir başka risalede nefse muhabbetin yani sevginin, onu acıma, terbiye etme, zararlı isteklerden alıkoyma şeklinde kendini göstereceğini ifade etmektedir.(32.Söz) Böyle olunca nefis bize binmez, o bizim bineğimiz olur. Bizi köle edinmez. Bu takdirde nefis bizim enerji depomuz olur. Böyle yapmakla iç dünyamızda, duygular kesimimizdeki imtihanı da kazanmış oluruz. Kemali, olgunlaşmayı hızlandırırız. Yaratılış amacımıza engelsiz ulaşmaya çalışırız.
Dahası sevgi, şefkatin bir gereği önce zarar vermemektir. Zarar verdiğiniz birini sevdiğinizi iddia edemezsiniz. Birini sevdiğinizi iddia ediyorsanız, ona asla zarar vermemeniz ve yalan söylememeniz, onu gözünüz gibi korumanız gerekir.
Muhabbet, yani sevgi insanın ne de hoşlandığı bir kelime!
Sevginin yumuşatamadığı hiçbir varlık yoktur. Ama gerçek sevgi denilen sağaltıcı olgu öyle kolay kolay oluşmaz. Her süreç gerektiren oluşumlar gibi sevginin de süreci ve öğeleri vardır. Sevdiğimize başta ilgi duymamız, sonra onunla ilgili sorumluluğu üzerimize almamız, sonra ona saygılı olmamız ve daha sonra onunla ilgili bilgilenmemiz, bilgi toplamamız gerekir. İlgi duymayan, periyodik olarak emzirmeyen, rahatı için önlem almayan ve daha iyi olması için hakkında bilgilenmeyen bir anne, çocuğunu çok sevdiğini iddia edemez. Caddenin ortasında acı acı feryat eden bir kedi yavrusuna karşı “aman sen de” diye umursamaz bir tavır sergileyen biri hayvan sever olamaz. Saksısını kurumaya terk eden de çiçekleri sevemez. Bu tür insanların “seviyorum” demeleri ya yalandır ya da gerçek sevginin ne olduğundan haberleri yoktur.
Elbette sevgiyi doğuran güçtür, kararlılıktır, uğraştır. Bir eseri meydana getiren de bu sürecin ortaya koyduğu sonuçtur. Güç, ilgi, sorumluluk, kararlılık vs. (ki sevgiyi açığa çıkaran sebeplerdendir) süreci işlemezse, bir makaleyi, bir kitabı, bir hikâyeyi, bir şiiri nasıl yazabilirsiniz? Birini ve birilerini nasıl etkileyebilirsiniz? Sevgi özveri ister.
Nefis ve çıkar hesabına olan muhabbetlerin ise sonu çok acıdır.