Birbirine mukabil tutulan iki aynada sayısız ayna temessül eder. Bir vazodaki çiçek demeti birbiri içinde çoğalmış güzellik demetidir ve tek bir çiçekten daha caziptir.
"Bir taş, taşlığıyla beraber kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşlarıyla birleşmeye meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar."
Adam, akşama kadar çalışıp çabalıyorum, gecem yok gündüzüm yok, kimin için, sizin için tabii, daha ne yapayım, diyor ve suskunluğa gömülüyor, kendi içine çekiliyor, aynasının üzerini örtüyor kara bir örtüyle. Yolun kenarındaki yalnız, sükût etmiş bir taş gibi ailesiyle ilgisiz adam.
Adamın sorunu az konuşması değil. Adamın sorunu içinde sadece kendinin yaşadığı bir dünya kurmuş olması. İçeriye kimseyi almıyor, belki de alamıyor, almasını bilmiyor. İç dünyasında bir insanı nasıl ağırlayacağından bihaber. Misafir gelince eli ayağına dolaşan ev sahibi gibi o. Ünsiyet acemisi. Kalbi başka birinin kalbine değemiyor.
Üçlü koltukta uzanmış yatıyor. Görüntüler geliyor, görüntüler gidiyor. Tek yönlü bir ilişki içinde onlarla. Bakmaktan öte bir ilişki kuramıyor, bu yüzden tam ona göre cam ekran. Ona sorarsanız, güya dinleniyor. Ruhu, dinlediği haberlerle kasvetli bir mağarayı andırıyor. Siyasiler birbirini suçluyor. Dolar düşüyor, iniyor. Trafik kazasında üç kişi ölüyor, beş kişi ağır yaralanıyor. Televizyondan sıkılınca bilgisayarın başına geçiyor.
Sofra başındaki sessizlik ise Sina Çölü'nde bile yok. Adam iftarı olmayan bir sessizlik orucunda. Ağzı sadece lokmalar için açılıp kapanıyor. Başı öne eğik, dalıp gitmiş, ne yediğinin bile farkında değil ki sağında solunda kim var bilsin. O bir muhabbet fakiri. Konuşmaktan pek hoşlanmasa hadi neyse. En azından dinlemeyi bilse, bir başkasının derdiyle dertlense. Karısının söylediklerine azıcık kulak assa.
Kadın çekinik çekinik o klişe soruyu soruyor: "Ee, günün nasıl geçti?" Kadın aslında cevabını ezberlediği bir soruyu soruyor. Adam, sanırsınız, dünyanın en kısa telgraf çekme yarışmasında birinci olmayı aklına koymuş: "İyi." Ağzından laf sanki kerpetenle alınıyor. Kadın bir teşebbüste daha bulunuyor. "Ne yaptın bugün?" "Her zamanki işler işte!" diyerek soruyu savuşturuyor adam.
Kadın, adamın hayatıyla ilgili ayrıntı bir soru, mesela "şu işi halledebildin mi?" diye soramıyor. Çünkü kadın, kocasının hayatına dair bir şey bilmiyor. Arkadaşının kocasının hakkında bile daha çok malumatı var oysa. Hatta bir keresinde kocasının iş seyahati için yurtdışına gideceğini kocasının arkadaşının karısından öğrenmişti de nasıl bozulmuştu.
Adam, evde yalıttıkça yalıtıyor kendini. Evli olmayı bir çatı altında yaşamak, sabah gitmek, akşam eve gelmek zannediyor. Eve gelmesi bir lütuf ona göre. İçkim yok, kumarım yok, karımı dövüp sövdüğüm de yok, benden bu kadar, diye düşünüyor. Aile çemberinin kenarında dolaşıyor, adımını atmıyor bir türlü içeriye. Kendi içine bükülmüş, kamburlaşmış vaziyette, içine sığmaya çalışıyor. Ne başkasının dünyasında yer edinme arzusu var ne de başkasını içine alma hevesi. Onun için sadece kendi var. İçine kendi isteklerini, arzularını, heveslerini, doldura doldura başkasına yer bırakmıyor. Adam kendini kendiyle boğuyor.
Bir başkası -burada karısı- dünyasına alarak zenginleşmek için büyük bir fırsat halbuki. Adam fırsatı teptikçe tepiyor. Fırsat şu: Bir insanla yakınlaşmak. Onu tanımak, onunla ünsiyet kesp etmek. Aşkını, sevgisini, şevkini, merhamet ve şefkatini karısıyla mübadele etmek. Hayatın lezzetlerini paylaşmak, gam ve kederinde birbirine yardımcı olmak. Birbirinin âlemini ziyaret etmek, orada konaklamak, onu kendi dünyasına misafir etmek, orada onu ağırlamak. Kadın buna hazır. O biliyor ki, insan ancak böyle çoğalır.
"Dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur." der Zamanın Bedii. Adam kendini tam ünsiyetten mahrum bırakıyor. Adam bırakın çoğalmayı, gün be gün eksiliyor.
Tam bir ilgi cimrisi o. Elinin sıkılığı kalbine de sirayet etmiş. Karısına birazcık ilgi verse sanki içi eksilecek. Bilmiyor ki çoğaldıkça çoğalacak. Bilmiyor ki, göstereceği ilgi bu dünyada olmasa bile mutlaka öte dünyada karşılığını bulacak, hem de sonsuz olarak.
Adam kalbine mukabil bir kalbi, 'kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sâni ile tabir edilen kadın kalbi'ni elinin tersiyle itiyor. Sonra da hayattan şikâyet ediyor, Yaratıcı'ya küsüyor.
Allah insana zulmetmiyor. İnsan kendine zulmediyor.
Zaman