Bir Alman atasözü \'kent havası özgür kılar\' demektedir. Değişen kentlerin havası insanı özgür kılar mı? Daha önce surlarla çevrili olan kentler, tutuculuğu ve içe kapanıklığıyla eleştirilirdi. Son yılarda ise kentlerin eski yapısı dışına çıkması, bir fırsat iken krize dönüştü. Kentin hızlı büyümesi, kentteki yapılara talebin artması ve buna bağlı olarak rantın yükselmesi imara aykırı kaçak yapılaşmayı beraberinde getirdi. Kent yöneticilerinin yetersiz kalması kent yaşamını ciddi tehdit eder boyutlar ulaştı. Bu çarpık yapılaşma bireylerin zihniyetine de sirayet etti. Köylü nüfusun kente gelmesi kültürel bir değişim geçirmesine neden oldu.
Farsça’da “şehr” kökeninde gelen şehir kelimesi soğdça’dan dilimize geçen kent kavramıyla aynı anlamı taşımaktadır. Ayrıca Arapçada “vilayet” kelimesi yine dilimize “il” ile aynı anlamlıdır. İngilizcede “city”, İtalyanca “citta”, Fransızcada “cite”, İspanyolca “ciudad”, Almancada ise “stad” şeklinde ifade edilmektedir. Yunanca karşılığı ise “polis” kelimesidir. Uygar ve medeni bir kent hedeflenmiştir. Türkçedeki uygar sözcüğü yerleşik bir toplum hayatı süren Uygurlardan türetilmiştir. “Medeni” kelimesi ise kent anlamındaki “Medine” kelimesinden köken alır. Şehir toplulukların bir ruh halidir. Gelenek ve göreneklerin, toplulukların kendine has davranış birlikteliğidir.
Modern kent dönüşümleri olmadığından şehirde sosyo-ekonomik depremler devam etmektedir. Ve TOKİ’den yardım beklenmektedir. Bu oluşan sosyo-ekonomik depremler bireyleri olduğu kadar şehri de yormaktadır. Sahi belediye kent yöneticileri ve kent konseyi bu şehirlerde ne yaparlar?
Kent içindeki günlük yaşantımızın her anında önümüze dikilen zorlukları, kent içi trafiğimizi, apartman kültürünü ve daha birçok örneği hep beraber, bu bilinç kapsamında güncel bir örnek olarak beynimizde düşünmemiz gerekir.
Kentteki yaşam komşuluktan uzak, yardımlaşmanın pek rastlanmadığı, maddi zorlukların ağırlaşması, yeni mahallesine alışması ve uyum sağlaması oldukça büyük bir zaman almaktadır.
Ayrıca gerek kentliler gerekse de kentte her hangi bir sebeple bulunmak zorunda kalanlar tarafından kente eleştirel bir gözle bakmak alışkanlık yapmış bir bakış açısı haline gelmiştir. İnsanların kendilerini yaşadıkları kentle özdeşleştirememesi, kendisini o kente ait hissetmemesinin sonucu kente karşı bir sorumluluk duygusu oluşmadı. Bunlar sonucunda sahipsiz kentlerin sayısı artmıştır. Kenti yalnızca kendisinden çıkar sağlanacak bir nesne olarak gören çevreler oluştu.
Kentleşme hızının ve kentsel büyümenin adeta bir keşmekeş haline geldiği günümüzde artık geçmişe bakıp doğuştan marka şehir söylemleriyle avunma zamanı geçmiştir. Çünkü şehir doğduğu zaman marka idi. Biz şimdiye bakalım hangi markayız.
Gayr-ı menkul zenginliğinin fazla oluşu ticari hayatı il sınırları içine hapsetmiş oturduğu yerde para kazanma anlayışı ticarete büyük bir darbe vurmaktadır. Gerçek esnaf esnaflığını yapamıyor zenginler sırf bir yerim olsun diye esnaflığı yaptığını zan ediyorlar. Para kazanmak çok önemli olmadığı için diğer esnaflar batmaya devam ediyor. Esnafın katı ilgisizliği bir adım sonrasını düşünemeyen ekonomik yaşam hep var olanı koruma telaşı üzerine bina edilmiş.
Sanayileşme olmadığından gelen nüfus eritilemedi. Bir de cimrilik ile sonradan görmelik arasına sıkıştırılmış ekonomi hantal bir yapıya dönüşmüş.
Aslında kent havası insanı özgür yapacağına sıkmaya başlamış. Ancak bu kadar zorluklar insanları kentte yaşamaktan vazgeçirmedi. Kent hayatını eleştirenler ancak birkaç saatliğine veya bir iki günlüğüne uzaklaşmayı göze alabiliyor.
Bize sunulan bu kentte yaşıyorsak, her şeye rağmen ben buradayım diyebilmek için, kentimize sahip çıkmalı havasını özgürleştirmeliyiz.