“Hakkın şe’ni ittifaktır.” (Sözler)
Cümlenin verdiği mana mertebeleri pek geniştir. Her vakıt başvurulacak, istifade edilecek esasları ve düsturları ders verir.
Mevcudat adedince şahitlik eder.
Buna binaen her mevcud hak ile işlenmiştir.
Vahdeti göstermesiyle Ehada işaret verir.
Yani bütün eşya Hakîm, Kadîr, Mürîd ve Alîm olan Zatın elindedir.
“Güneş, sinek, zerre bu hususta hepsi de birdir.” (İşârât-ül İ’caz)
Maddeleri bir olupta çeşitliliğin nihayetsiz olması ancak bir Sâni’nin vücuduyla mümkündür.
İnsanda, Sâni tarafından o maddelerden yapılmıştır.
O maddelerden nihayetsiz sanatı halkeden, elbetteki kainatın meyvesi olan insanda, o nihayetsizliği ifade edebilecek istidat ve kabiliyet derc etmiştir.
Ta ki o istidat ve kabiliyet ile herşeyi Vahidi Ehada vermekle, bir ferd bütün efrad kadar bir kuvvete istinad edebilsin.
İnsan yapısı moleküllerden teşekkül etmektedir.
Risale-i Nurlarda şişe kelimesi geçen yerlerde detaylı incelemelerle moleküler tanımlama olduğunu görmekteyiz.
İki şişe veya daha fazla şişecikler olan zerrelerin birleşimi ile moleküler yapının teşekkülü ile karşılaşılır.
Misal iki hidrojen ve bir oksijen şişesi birleşip yani ittifak ederek bir su molekülü veyahut bir katre su icad eden o Sâni‘nin muhit ilminin isbatıdır.
Şişelerin ittifak edip bağlanmasını Nurlarda ip kavramı ıle algılamaktayız.
Evet Mektubat’ta ”Vâhidiyyet-i saltanat ipi“ der Üstadımız.
Eğer bu ip çözülse başıbozukluğa döner.
Bu ipin mahiyeti; “Cenab-ı Hakk'ın ahdi; meşiet, hikmet, inayetin ipleriyle örülmüş nuranî bir şerittir ki, ezelden ebede kadar uzanmıştır.” (İşârât-ül İ'caz)
Meşiet hikmet ve inayet ipleri.
Hidrojen ve oksijen atomlarını veya zerrelerini birbirine bağlayan ipleri yani kovelent bağları görsellerden görebilmekteyiz.
Bu ipler ezelden ebede kadar uzantısının ifadesiyle bir hitabı ezelinin varlığına kat’i şahitlerdir.
Görünen, görünmeyin isbatı olsa gerek.
Nakşın güzelliği kasnak altındaki görünmeyen iplerin giriftliğinin eseri olması gibi…
Bu cihetle bütün eşya, esbab bu şişelerden oluşmuştur.
“Bu eşyayı, bu şişeler icad etti demek” hakka karşı yapılan bir haksızlık olsa gerek.
Zira bütün mevcudatın sadıklığına karşı yalancılık işlemiş olur.
Üstadımız;
“Baki elmasları şişeye tebdil eden gafil” demesiyle, gafletten uyanmanın çözüm yolunu beyan etmiştir.
O çare Mektubat’ta şöyle gecer;
“İşte Meşîet-i ilahiyye ile vücuda gelen işlerde ;”İnşâallah İnşâallah “yerinde, bilerek “tabii tabii“ demek, ne kadar hatâ ve muhâlif-i hakikat olduğunu kıyas et…”
Hakka ittifak için; hakikati tanımak, bilmek lazımdır.
Hakikate ulaşmak için verilen sistemlerden biri de hayaldir.
Hayale öyle farazî bir kuvvet verilmiş ki insan hayal ile güneşi sarıp kaldırabilir. Ta ki O Zatın kudretini anlayabilsin.
O vakit hayal de bir perdedir.
Hayallerin vakti gelince anıların olur. Anıların hayallerinin mühendisi gibi.
“İnsanı hayvandan ayıran şeylerden” biri de “inşaata lazım olan mukaddemeleri keşf ve tertib etmektir.” (Mesnevi-i Nuriye)
Hususi dünyanın mühendisi gibi inşaat için lazım gelecekleri hayalinde gaye yaparak hürriyeti elde eden, Esmâ-i ilahiyeye âyinedarlık eder.
Risale-i Nur’da Gaye-i Hayal’den bahis ile aklımıza bir kapı daha açar.
Gaye; Müdebbirin emrine bağlı olmaktır.
İnsanın vazifesi ise şehadet ve müşahede ile tesbih ve tahmiddir.
Bunu da en doğru yapacak olan gaye-i hayaldir.
“Senin hayatının gayesi neticesi; O Mâlik’in esmasına ve şuunatına bir mazhariyettir.” (Mesnevi-i Nuriye)
Gaye-i hayal için Âdâtullaha uymak lazım gelir.
İnsanın hayal perdesini aydınlatacak hakikat Âdâtullahtır.
Âdâtullah, kâinat nizamıdır. Nizam ise faidesizliğin, abesin olmamasıdır.
Bir şey vukua gelince hayalden önce zihne gönderilir. Zihin hareketi vücuda alınan zerrelerle bağlantılıdır. Zihin; kasdi ve şuurlu olarak çalışır ve bedeni farkedip izleyendir. Zerrenin vücudumuzda vazifelendirilmesi, zihnin bilmesi, farketmesi içindir. Risale-i Nur’da Kuvvei hafıza için “insanın amel defterinden bir seneddir” der.
Evet herşey birbiriyle bağlı.
Âdâtullaha uymak faidesizliği kaldırdığı gibi insanı hayattar kılar.
Bu hayatlanma ile insanın başına şuuru takar. Şuurlu olması bir gayeyi düşündürür.
Zira nurların söylediği gibi; “Çünkü şuursuz esbab, elbette bir gayeyi düşünüp çalışamaz.” (Sözler)
O vakit; hayat, şuur ve hayal bilbedahe ruhu gösterir.
Birşeyin ruhu olabilmesi için hayatı, hafızası, hayali olması lazımdır. Dini fenle imtizaç noktasında enfüse bakarak; hayatın hücrelerini, şuurun hafızanı, hayalinin zihnini gösterdiğini nurlardan istifademiz olarak söyleyebiliriz.
O vakit bir insanın hayallerinden zihninin ne kadar derin, geniş veyahut dar olduğu algılanabilmektedir.
“Gaye-i hayal olmazsa; elbette zihinler enelere döner.” (Lemaat)
Buna binaen Risale-i Nur canlı ve ruhludur.
Çünkü okuyana hayat, şuur ve hayal vermekteyse ruhunun var olduğunun isbatıdır.
Ruhu inkişaf ettirmek için Risale-i Nur’un dediği; ”Esbab, yalnız bir perdedir” hakikati düstur tayin etmeliyiz.
Bu cihetle yaşadığımız ve yaşayacağımız hayat ile vücud mertebelerine şahitlik edeceğiz. Mana mertebelerini yakaladıkça hayatının âyinesini gözbebeğinde olduğu sırrı ile karşılacaz.
Tekrar tekrar söylemekle bu hakikatin tılsımını keşfetmekte vazifeli olan hayalime sesleniyorum…
“Hayat, kesrette bir tarz-ı vahdeti temin eder, bir nevi bekaya sebebiyet verir.“ (Sözler)