"Biz sana ‘Kevser'i verdik." Alıştırıldığımız haliyle, "(Ey Muhammed)" eklemesiyle okursak, Kevser Sûresi peygamberimize hitap ediyor sadece. "İniş sebepleri" üzerinden okumaya tâbi tuttuğumuzda ve "iniş sebepleri"nde kaldığımızda, ayetleri 1400 yıl öncesine gönderiyoruz, sahabelerin devrine kilitliyoruz. Parantez içi "Ey Muhammed" eklemeleri, hitabın muhatabı olmaktan çıkarıyor bizi. Bize hiç söylenmemiş gibi geliyor ayetler! Şimdi bize konuşmuyor gibi Kur'ân! Buraya dair güncel bir derdi yokmuş gibi vahyin! (*)
Bu yüzden, "Biz sana Kevser'i verdik" diye kısalığını fırsat bilip "inna atayna" formülüyle dudağımıza değdirdiğimiz ayet, bir türlü dimağımıza çıkmaz. Yazık ki, ıskalar bizi. Uzaklara söylenir gibi. "Bana Kevser'i verdiğini söylüyor Rabbim, öyleyse nerede benim Kevser'im?" diye sormayız. "Kimdir o halde benim Kevser'im?" diye bir davamız olmaz. Zaman aşımına uğramıştır "Kevser verme" davası. Olay yeri Arabistan'dır ve dava dosyası kapanmıştır. Bizi ilgilendirmez edasıyla akıl tarlamızı vahyin yağmurundan kaçırıveririz.
Bana her gün, her okuduğumda "Biz sana Kevser'i verdik" diyen Rabbimi duymazlıktan geliyorsam... Eyvah! Ardından bak ki ne geliyor: "Namaz kıl Rabbin için kurban kes! Asıl seni kınayandır soyu kesik, serveti devamsız olan!"
Bana (da) verildiğini fark ettiğimde Kevser'in sağımda solumda önümde arkamda "Kevser olasıca" güzellikler arıyorum. Ve buluyorum da..
Demek ki zaman bir Kevser; bana veriyor Rabbim; namaz kılarak ebedileştiriyorum zamanı, ömrümden beş vakti Rabbim için kurban olarak, keserek ömrüme devam kazandırıyorum.
Demek ki bedenim bir Kevser; bana hiç yoktan bağışladı Rabbim; seccadeye atarak bu çürüyen, eksilen, eskiyen, gözden düşen bedenimi sonsuz bir diriliğe kavuşturuyorum. Gözümü ayırıyorum dünyanın süslerinden kurban gibi. Kalbimi sıyırıyorum fani sevmelerin yüzünden kurban kesercesine. B/akışımı sonsuzlaştırıyorum. Sevdalarımı faniliğin paslı kılıcından, ölümün insafsız uçurumundan kurtarıyorum.
Demek ki servetim bir Kevser; bana tam ihtiyacım kadar, tam arzu ettiğim biçimde, hak etmediğim halde veriliyor. Servetimin yüzünü Allah'a çeviriyorum namazımdaki kıble gibi ve bana verildiğini biliyorum, tükenmezlik kazanıyor. Nimet elimden çıksa da, Mün'im olan Allah bana kalıyor, benimle kalıyor. Nimet hiç kesilmiyor, ebter olmuyor.
Demek ki "bana verilenler" Kevser, "bana verilenleri" infak ederek kurban edersem, servetim devamlılık kazanıyor, zenginliğim hiç bitmiyor.
Demek ki, şükür bir Kevser; yediğimi içtiğimi ağzımla şükre dönüştürerek namaz kıldırırsam, burada biten ve tükenenler adına söylediğim "Elhamdülillah"ı orada bitmez tükenmez bir "Elhamdülillah" olarak yerim içerim.
Demek ki şükür bir Kevser; "nimeti ziyadeleştiriyor", çok ediyor, sonsuza taşı(rı)yor. Şükürsüzler biriktirdiklerini, istiflediklerini, oburlukla yığdıklarını çoğaltmayı umarken, asıl onlarınki "ebter" oluyor, bereketten kesiliyor. "Dille değil elle şükretmek" anlamına gelen "infak"ımla kurban ettiğim, eksilttiğim malım kesintisiz ve bitmez oluyor.
En önemlisi de: "Muhammed'e [asm] Kevser'i veren" bana da "Muhammed'i [asm] Kevser olarak veriyor. "Çünkü...
"...bütün nimet hazinelerini açmak salâhiyetinde olan, nimet-i imana vesile olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm dahi öyle bir nimettir ki, nev-i beşer ilelebed o Zâtı medh ü senâ etmeye borçludur." (Yirmi Dokuzuncu Lem'â, Said Nursî)
"Biz sana Kevser [olarak Muhammed]i verdik. O halde sen de [O'nun gibi] namaz kıl Rabbin için [başkaca sevmelerini Muhammed'e itaat hatırına] kurban et. Asıl, [sevmelerini Rabbin için harcadın diye] seni kınayanlar [boş yere yaşamaktadır ve sevmeleri] kısırdır."
(*)Kur'ân'ın hiçbir yerinde "ikinci tekil şahıs' olarak "Muhammed"e hitap edilmez. Yani Rabbimiz, "Habibim" dediği Elçisi'ne ismiyle hitap etmez. Belagatin ve sevme inceliğinin gereğidir bu. Kişi sevdiğine adıyla hitap etmez; aksine "hayatım" "bir tanem", "sevgilim" gibi sürekli değişen ve her defasında aşkla tazelenen, yeniden icat edilen unvanlarla hitap eder. Bana göre, (Ey Muhammed) eklemeleri, zaruri oldukları yerler olabilirse de, vahyi hem tarihselleştiriyor hem de Mahbub-u Ezelî'nin Habib-i Ekrem'ine hitabındaki tarifsiz nezaketi incitiyor. Allah en iyisini bilir.