"İnsanlar, yalnız inandık demeleriyle bırakılıvereceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceğini mi sandılar? Andolsun biz, onlardan evvelkileri de imtihan etmişizdir. Allah elbet sadık olanları da bilir, yalancı olanları da bilir." (Ankebut Suresi, 3-4. ayetler)
İmtihan deyince aklıma Peygamberimiz (sas) geliyor. Çünkü en büyük imtihana Peygamberimiz ve peygamberler muhatap olmuştur. İki Cihan Serveri Efendimiz yurdundan çıkarılıyor, taşlanıyor, çocukları ölüyor, hanımı ölüyor, kuşağının altına taş bağlayacak kadar aç kalıyor. O, bir kişi, bütün dünya O'na düşman... Böylesine büyük imtihanlara karşı, Efendimiz'in (sas) tepkisi nasıldı?
Razı olmak... Başına ne gelirse Allah'tan bilmek, her hadiseyi Allah'ın bir ikramı kabul etmek...
On ciltlik İslam tarihini okuduğumda, savaştaki Müslümanların şehit olmadan evvel aldıkları mızrak darbesi karşısında, "Çok şükür kurtuldum." dediklerine şahit oldum. Sahabe, başına gelen en büyük felaketi, Allah'ın rahmeti olarak kabul ediyor. Mesela Bilal-i Habeşi'yi (ra) sıcak kumlar üzerine yatırıyorlar. Göğsüne ağır taşları koyuyorlar. Taşlar, Habeşi (ra)'nin ciğerlerine baskı yapıyor, nefes alamaz duruma geliyor. Amma o, durmadan 'Ehad!' diyor, Allah birdir... Asr-ı saadette değil de 21. asırda yaşayalım önemli değil; her zaman ve her şartta Allah'ın verdiğine razı olmak önemli. Çünkü kim Allah'tan razıysa Allah da ondan razıdır.
Mü'minler şu hayat âleminde halden hale girerler. Her hal, bir imtihandır. Hastalık, sağlık, mevki, makam, iyilik, kötülük, evlilik, çocuk... Bunların her biri bir imtihan olup bakılır ki, mü'min hayatın her anında ve her hadisede İslamiyet ölçülerine tâbi oluyor mu, İslamiyet'i yaşıyor mu?
Dikkat ettiniz mi bilmem, namaz kılmak belki Allah'ı fazla hatırlatmaz. Allah'ı asıl hatırlatan, hadiselerdir.
Ey tepemizde uçan kuş, kimin var?
Ey toprağın altında dolaşan solucan, kimin var?
Ey nazenin çiçek, kimin var?
Ey dağları, denizleri, insanları ve hayvanları yüklenip fezada dolaşan Dünya, kimin var?
Kimsesi olmayanlar, yalnızlığını anladığı an Allah'a sığınırsa, her şey onun olur.
Bir veliyi, ilim meclisine çağırırlar. İçeri girince ıslandığını görürler. Birisi der ki, "Yağmur yağıyordu, neden şemsiye almayıp ıslandınız?" Veli der ki: "Şemsiye alsaydım iyiydi, fakat başıma taş yağmayıp yağmur yağdığına şükrederek buraya geldim." Hiçbir şey Allah'ın iradesi dışında olamaz. Öyleyse şükretmek lazım. Şükür, derdi binden bire indirir. "Derdi vereni buldunsa, sefa içinde sefadır bil!.." Altın, kuyumcunun elinde kıymetlenir. Ateşe girdikçe, çekiç yedikçe yeni şekiller alır, kıymeti daha da artar. Peygamberlerin başına gelen hadiseler, onların makamını yükseltmiştir. Biz de onların ümmetiyiz. Her hadiseyi, manevi makamımıza merdiven bilmeliyiz.
Taif'te "taşlanmak", Medine'de "aç kalmak", Uhud'da "yaralanmak" da sünnettir...
Zaman