Kim ayvayı yiyecek?

Sabri ALTUN

Devletlerarası ilişkilerin hiçbir zaman dış görünüşte olduğu gibi olmadığını çok iyi bilirim.
İki ülke arasında dostluk ve düşmanlık boyutlarının göründüğü gibi olmadığını da çok iyi bilirim.
Diplomasinin ve diplomatik dilin kendine has bir karakteri olduğunu da iyi bilirim.
İnsanlık tarihi boyunca her zaman medeniyetlere beşiklik eden ve her zaman dünyanın dikkatlerini özerine çeken Ortadoğu’nun Maveraunnehir’in, Mezopotamya’nın “güç dengeleri” nezdinde ilgi odağı olduğunu da herkes gibi az çok bilirim.

Batının gözleri, gözlerini açtığından bu yana yürümeye başladığından beri yönünün buralar olduğunu, tarihin sayfaları arasında dikkat çektiğini herkes gibi ben de bilirim.
Eh bu son yüzyıldaki kargaşaları da, bu gezegende yaşayan her aklı başındaki insanın dikkatinden kaçmadığını da bilirim.

Dolayısıyla son zamanlardaki Türkiye ile İsrail arasındaki ilginç kavganın sadece iki ülke arasında bir kavga olmayacağını; bu kavganın perde gerisinden özel olarak ABD İran, Suriye, Irak, genel manada ise, tüm Arap ülkeleri, tüm İslam âlemi ve tüm dünyanın etkilendiğini ve derin hesapların olduğunu düşünmek fazla bilgelik gerektirmez.
Yine de bu kavgayı sadece iki ülke arasındaki hesaplaşma olarak algılarsak aklıma iki fıkra geliyor.
***
Köyde yaşayan bir adamın iki oğlu şehre yerleşir.
Aradan bir müddet geçince adam oğullarının durumunu öğrenmek için şehre iner.
Tek tek oğullarını ziyaret eder. Önce büyük oğluna gider.
“Ne iş yaptığını nasıl gittiğini” sorunca büyük oğlu:
“Baba ben gördüğün gibi buğday ve arpa yetiştiriciliği yapıyorum. Eğer yağmurlar iyi yağarsa inşallah emeğimin karşılığını alırım. Bunun için dua ediyorum. Sen de dua et baba” der.

Sonra diğer oğlunu ziyarete gider.
Ona da aynı şeyleri sorunca:
Oğlu;
“Baba gel sana göstereyim. İşte gördüğün bütün bu alana çömlek sermişim. Eğer yağmurlar yağmazsa bunları kurutsam emeğimin karşılığını alırım. Yağmur yağmaması için dua ediyorum. Baba sen de bana dua et.”

Adam köye dönünce hanımı oğullarının durumunu sorar;
Adam hanımın yüzüne mütebessim bir çehreyle:
“Vala hanım! İki oğullarından birisi kesin ayvayı yiyecek ama hangisi onu Allah bilir.”
***
Halil emmi ineğini, keçisini ve boz eşeğini tarladaki işlerini bitirdikten sonra çayıra yaymaya götürür.
Kavak ağaçlarının serin gölgesinde dinlenmeye çekilir.
Hayvanlar otlanmaktadır.
Derken derin bir uykuya dalar.
Akşama doğru uyandığında kendisinde bir tuhaflık sezer.
Elini sakallarına atar sakallar kesilmiş. Çayıra bakar hayvanlardan eser yok. İkindiden sonra yattığı için etrafına bakar her şey farklıdır.
”Bu ben miyim acaba diye” düşünür.

Hırsızlar Halil emminin hayvanlarını çalmakla kalmamış muziplik olsun diye sakallarını da kesmişler.
Halil emmi çar naçar eve gelir ve kapıyı çalar.
Hanımı kapıyı açınca:
“Hanım ben Halil miyim?”
Hanım şaşkın şaşkın:
“Tabiî ki sen Halilsin… Başka kim olabilirsin?”
Halil emmi elini sakalları kesilmiş suratına atıp:
“Eğer ben Halil isem. O zaman ayvayı yedin. İnek de Keçi de Eşek de gitti.”

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.