Sakinken dünyaya, etrafa nizamat vermek kolay da hisler biraz karışıp öfke kabarınca aynı iyimserlik ve adalet tavrını takınmak zor. Hele bir de damara basılmışsa akış seyri birden değişir, denge hal yitirilir, ifrat ve tefrit savrulmalar başlar; tek gözle bakış tek yönlü atış; karşısı da öyle!
Tekli bakışların savaşından başka ne çıkar? Gerçeklik ortaya çıkacak, hikmet görülecek, hakikat müşahede edilecek değil ya! Kırılganlık, karşıtlık ayrışma ve ayrılma ile sonuçlanır çoğu zaman.
Kusurunu fark eden, telafi yoluna giden, yaraları sarmaya çalışanlar zararı azalttığı gibi bir dahaki olası durumlara bağışıklık da sağlar. Böyleleri için kusur kusurdan öteye geçer, sıçrama tahtasına dönüşür.
Yenile yenile yenmeyi öğrenmek gibi bir şey. Okuduklarını söylediklerini yaşayarak tecrübe etmenin canlılığı sonraki durumlarda refleksleri kontrol etmede yardımcı olur.
Okumak ve hayat; hayat ve okumak; bunları müzakere ve hal ile paylaşmak ve dairenin genişlemesi; toplumun inşası, tebliğin yapılması, iyiliği emretmek kötülükten nehyetmek farzının yapabildiği kadarıyla yapılması…
Okumak yok, düşünmek yok, hayat tecrübelerinden hikmet damıtmak yok, kişisel tarihini okumak yok veya yeterince değilse netice ne olur; yaşadığımız gibi olur, toplumun, ülkenin hali gibi olur, dünyanın hali gibi olur!
Dünyaya dur demek kendine dur demekten geçer, dünyayı değiştirenler o “dur”u sağlam yapanlar olmuş.
Biraz öyle biraz böyle, hem öyle hem böyle yalpalanmasını aşmış “sırat-ı müstakime” erişmiş erler nizamat vermiş dünyaya.
Küçük dünyada başarmak işin başı; zor ama başka da yol yok. Kendi dünyasını fethetmeyenlerin ortaya iddia ile çıkmasının büyük zararlar verdiği çok defa tecrübe edilmiş bir gerçeklik.
Hem dünyayı fethetmek gibi sorumluğumuz yok, kendi dünyamızda nefis esaretinden kurtulmak gibi bir sorumluluğumuz var; küçük değil kainat büyüklüğünde bir sorumluluk, sonunda da “sonsuzluk” var.
Her günün yolunda heybeye bir şeyler katmak, katılanları muhafaza ederek yürüyüşü devam ettirmek; bazen hüzün, bazen küçük tebessümler… Kah sarp yokuşlar, kah düz ovalar…
Kimi virüs ders verir, kimi edep bir insan, kimi de tersi, kimi bahar kimi kış, kimi hayat kimi ölüm, kimi okuduğu kitap, kimi geçmiş!
İnsan olur da öfke olmaz, insan olur da heyecan, insan olur da sükun olmaz mı? İnsan aleminde neyin ne zaman olacağı belli olmaz; onun için vahye sımsıkı sarılmalı değil mi?