Dinlerinin topluma açılamayan kronik yapısından sıyrılan batı, bakış açısını değiştirmek zorunda kaldı. Kilisenin öğretisi insanın evren, Allah ve insanlar arası ilişkilerini düzeltiyordu. Fakat artık köşesinden çıkan ve ilimler sayesinde tabiatın, alemin, insanın dünyasına yeniden baktılar. Mikroskobun ve maddenin yapısını ortaya çıkaran iç gözlemci aletlerin, radyolojinin gösterdikleri dünyaya bakınca ilimlerin vehim ve sanrıya dayanan esasları çöktü. İlim tarihi yeniden yazılmaya başladı.
Bu arada insanın ne olduğu, hangi tarihi süreçlerin eseri olarak buraya geldiği, farklı milletler ve kültürler arasında kendi şahsiyetini nasıl ortaya koyacağını, Allah ile olan ilişkilerin ve evren yorumunun ve daha birçok sorunun da içine düştüler. Bütün bunlar yeni insanın kimliğini ilgilendiren şeylerdi.
Birçok fikir adamı ve filozof yeni olmakla birlikte fantastik ve fantasmagorik dünyalar keşfettiler ama bunlar çok çok az sayıda insana hitab ediyordu. Bu yüzden yeni insanın dini kimliği, milli kimliği, kültürel ve bedii kimliği gündeme geldi. Hatta daha ileri giden birçok filozof estetik değer hükümleri ortaya çıkararak dinlerin çok zaman tek renkli görünen dünyasını daha algılanabilir hale getirdiler.
Bunlar Kant, Hegel, Spinoza hatta biraz sapkın olan Marks ve Nicesthe‘nin Aforizmaları ve daha birçok filozof eski bakış açılarının evreninden insanı kurtarmaya çabaladılar. Postmodernistler Hristiyan dininin şeytan taşlar gibi Hıristiyanlığa bakan ilim çevrelerini itidale davet ettiler ve Hristiyanlık dünya görüşüne postmodern bir bakış getirdiler.
Bediüzzaman da, post geleneksel ve post modern bir dünya görüşü getirdi. Bütün ilimleri Kur’an’a yeniden bakmaya çağırdı ve o bakış açılarını eserlerine serpiştirdi.
Bediüzzaman dünyanın bir kimlik buhranında olduğunu görüyordu, yaşadığı yıllarda bulunduğu birçok şehirde de bunu müşahade etti. Van, İstanbul, Ankara, Eskişehir, Afyon, Kostruma, Varşova ve az bir süre kaldığı diğer Anadolu şehirleri, onun gözlem gücüyle değişmeleri takip ettiği zorunlu veya ihtiyarı seyahatlerdir.
Özellikle Osmanlı dönemi İstanbul’u ile daha sonraki İstanbul, Meclisin açıldığı yıllardaki Ankara onun dilde ve ifadede büyük değişmeleri gördüğünü gösterir. Bu değişmeler onun eserlerinde izlenebilir. İlk dönem eserlerinde veciz olmaya dikkat eden daha sonra daha sarih açıklamalı diller kullanmış ve eserlerini kültürel, sanat ve ilim çeşitlerinden aldığı unsurlarla doldurmuştur. Bunun nedeni de talebelerinin ondaki farklılığı ve değişik kültür, sanat ve ilim birlikteliklerini görmeleri ve kendilerini o dokuya paralel yetiştirmeleri içindi. Hatta bu son dönem eserlerindeki dilin ne kadar ayıklanmış ve sanat unsuru kazanmış olduğu görülür.
Ayet’ül Kübra ve Münacaat bir ilimler muhassalı ve kimlik çantasıdır. Bu yüzden Bediüzzaman Türk milleti ve edebiyatı içinde bu kimlik halitasını eserleri ile en iyi yansıtan insandır. Türkçüler Türkçülük yapadursunlar, Bediüzzaman Türk Milletine en faydalı olanı yapmış kültürel, dini ve ilmi bakışları eserlerine yükleyerek batı insanı karşısında çöküşten sonra yıkım yaşamış aydınımıza, halkımıza modern ve sahih bir kimlik kazandırmıştır. Kimliğinde Türk yazan bu vatan ahalisine en büyük birleştirici kimliği o kazandırmıştır.
Türk edebiyatının büyük yazarları kimlik konusunu önemserler. Hikayeci idealist bir Türkçü olan Ömer Seyfettin bir Türk’ün hangi zaruretlerle tarihi olaylardaki tavrımızı bilmesi için eserlerini yazmıştır ama onda dini ve milli kimlik enmuzeci çok azdır. Ahmet Vefik Paşa, Necip Asım, Ziya Gökalp de milli kimliğe dikkat etmişler ama diğer unsurlar tabii unsurlar olarak da kalmamıştır. Ziya Gökalp “deme bana, kayı, Oğuz Osmanlı, Türküm” der. Bu da yine büyük yazarımızın bir hülasa vermedeki ve diğer unsurları önemsememesini doğurmuştur. Mehmet Kaplan tam bir kimlik kazanmayan insanın ve aydının, çıplak ırkçılığa kaydığını söyler. Ne yazık ki o da kültür hülasası olan ve kimlik sorunlarına örnek metinler vermiştir diyemeyiz. Soğuk savaş döneminin siyasi ideolojik bakış açıları ile metinlere bakmıştır şimdi ise sağcı, solcu gibi kimlik tasnifleri yetersiz kalmıştır. Bugün ortaokul ve liselerde din, edebiyat, tarih ve felsefe konularındaki bilgilerin kimlik oluşturacak bir keyfiyette olmadığı da görülür.
Bunun yanında her grup daha önemli telakki ettiği kimlik unsurlarına dikkat etmiş ama hepsini bir bütün olarak yorumlayan bir siyasi, fikri, ilmi kimlik oluşturulamamıştır.
Bu konu, bu hamur çok su götürür devam edebiliriz.