Aşağıda farklı mevzulara dair kısa mülahazalar yer almaktadır. Her birinin ayrı bir yazı mevzuu olduğunu müdrik olmakla birlikte, fikrime ve klavyeme hâkim olamadığımı itiraf ediyor, okuyucunun engin hoşgörüsüne sığınıyorum.
****
Bediüzzaman, Mektubat isimli eserindeki(1); “… Şu zaman, cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil! Şahıs ne kadar dahi ve hatta yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatin şahs-ı manevîsine karşı mağlubdur” tespiti ile asr-ı hazırın ve bu asırda istikametli iman hizmetinin en mühim hususiyetlerinden birini nazarımıza arz etmektedir. Bir cemaatin mümessili ya da şahs-ı manevisinin bir parçası olmak manevi âlemde olduğu gibi maddi âlemde ve işlerde de muvaffakiyete vesiledir. Hususan “Hakka Hizmet” gayesiyle ile yola çıkan, muhtaç gönüllere iman çekirdeklerini ekme misyonunu yüklenmiş Risale-i Nur hizmetinin âlem-i insaniyete tanıtılması ve ulaştırılmasının; değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli imani hizmetlerin, tavr-ı esasi bozulmadan ve ruh-u asli rencide edilmeden, ilcaat-ı zamana muvafık olarak,(2) başta dijital dünya olmak üzere her alanda organize biçimde gerçekleştirilmesi gerekir.
****
Günümüzden tam yüzyıl önce II. Meşrutiyetin ilanı öncesi ve sonrasında Osmanlı siyaset ve düşünce dünyasında yaşanan gerilim ve tartışmalar hal-i hazırdaki vaziyetle dramatik biçimde benzeşmektedir. O günlerde de bugünkü gibi “azınlıklara haklar verilmesi”, “irtica”, “menfi milliyetçilik”, “muasırlaşma” ve “ordu-siyaset ilişkileri” mevzuları gündemin başlıca maddeleri idi ve o devrin münevverleri bu mevzulara dair fikirlerini çeşitli neşir vasıtalarıyla kamuoyu ile paylaşıyorlardı. O münevverlerden Bediüzzaman Said Nursi’nin söz konusu mevzulara dair analizleri günümüzdeki tartışmalara çok önemli felsefi ve pratik katkılarda bulunabilir. Bediüzzaman’ın bu mevzulara dair görüşlerinin, bilimsel bir yaklaşımla, bilim dünyasının ve kamuoyunun nazar-ı dikkatine arz edilmesi, Üstadın eserlerinden istifade etmiş sosyal bilimcilerin vicdani ve insani sorumluluklarıdır.
****
Son ayların kamuoyunda en fazla tartışılan ve kimi zaman ciddi gerilimlere yol açan başlıca gündem maddesi “Demokratik Açılım” mevzuudur. Ülke coğrafyasında yaşayan her ferdin hakça, insanca ve hür yaşamasını gaye edindiği dile getirilen bu açılımın akl-ı selim ve çözüm odaklılığın egemen olduğu bir düşünce zemininde tartışılması gerekir. Bediüzzaman’ın yerinde tespiti ile tarafgirane ve düşmanca bir tarzdaki fikri çatışmalardan “hakikat parıltısı” değil, belki fitne ateşleri çıkar. Çünkü fikri tartışmalarda gayede ittifak lâzım gelirken, öylelerin fikirlerinin Dünyada dahi buluşma noktası yoktur ve Hak namına olmadığı için, alabildiğine aşırıya gidilir ve sonradan iyileşmesi imkânsız parçalanmalara yol açar. (3)
****
Yüzyılın başında Osmanlı coğrafyasındaki milliyetçi dalgaların feci neticelerini gören Bediüzzaman; bu coğrafyadaki unsurların ve ırkların hava gibi olduğunu su gibi olmadığını belirtir(4). Malum olduğu üzere, hava, başta azot olarak pek çok gazın bir arada bulunduğu bir karışımdır. Karışımlarda karışımı oluşturan elementler özelliklerini kaybetmeden bir arada bulunurlar. Su ise oksijen ve hidrojen elementlerinin özelliklerini kaybederek bir araya geldikleri, yeni hasiyetlere malik bir bileşiktir. Bediüzzaman’a göre, havadaki gazlar gibi ayrışık biçimde bu coğrafyada bir arada yaşayan unsurlar -havadaki azot, oksijen ve hidrojen elementlerinin beden hücresinin yapıtaşları olan proteinlere dönüşüm sürecinde olduğu gibi(5)- ancak İslamiyet hakikatlerinin şimşek misal enerjisi ve tevhide duyarlı bilim ışığının hararetiyle mezc olabilir (birleşebilir) ve bu vatanda mutedil ve adil bir ortak kimlik vücuda gelebilir.
****
Bediüzzaman, dikkate şayan bir değerlendirmesinde(6); “Elbette nev’-i beşer, âhir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir” tespiti ile XX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren gelişmiş ülkelerden başlayarak bütün dünyayı etkisi altına alan “Bilgi Çağı”na nazarımızı yöneltmektedir. Gecikmeli de olsa ülke olarak bu çağın etki alanına girdiğimiz bugünlerde ferdi, toplumsal ve siyasal hayatın “bilgi odaklı” biçimde yeniden formatlanması gerekir. Vahşetin egemen olduğu geçmiş asırlarda insanlık âlemi kuvvet ve despotizmin saltanatı altında yaşam sürmekteydi. Hakkın kuvvette ve kuvvetlide olduğu o çağın mütegallipleri tedenni ve yıkıma mahkûm idiler. Organizmacı anlayış perspektifinden herhangi bir devletin damarlarında despotizm akıyor ise o devletin ömrü bir insan ömrü kadar bile sürmemekteydi. Medeniyetin âleme egemen olduğu çağımızda ise âlemin hükümranı, bilimdir, bilgidir. Bilim ve bilgi ise medeni toplumlarda doğar ve temel özelliği ise zaman içinde sürekli artmasıdır. Bilginin ömrü, Bediüzzaman’a göre(7), ebedîdir ve bu yüzden herhangi bir devletin hayat damarlarında bilgi akıyorsa ve ona yön veren temel motiv bilim ise, o devlet bilgi gibi tabii ömür sınırlılığından ve yok olmaktan kurtulur ve dünya durdukça yaşama olanağına kavuşur.
****
Bediüzzaman, bedi beyanlarından birinde(8); “… Bil ki; her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır” der. Zannımca, her yeni başlangıç bu söz kapsamında değerlendirilebilir. Hayat yolculuğumuzda hep yeni başlangıçlar yapmaz mıyız? Her nasuh tövbe, imani hizmetlerdeki ataletten her yeni silkiniş, insan ilişkilerindeki her yeni formatlanma, iç dünyamıza her yeni yolculuk yeni bir başlangıç değil midir? Her yeni başlangıç ise; yeni umutlara kanat çırpış, yeni ufuklara fetih yolculuğu, dava adamlığı ciddiyetine bürünüş, “Ahsen-i takvim” sırrına eriş çabası değil midir? Her manada yeni bir başlangıca var mıyız?
Dipnotlar:
1- Mektubat, İstanbul: Envar Neşriyat, ss. 439-440.
2- Barla Lahikası, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 9; Şualar, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 669.
3- Mektubat, s. 268.
4- Divan-ı Harb-i Örfi, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 49
5- Yağmurlu havalarda, şimşekler sebebiyle, havanın azot gazı oksijen gazı ile birleşerek, azot monoksit denilen, renksiz gazı teşekkül ettirir. Bu gaz havada serbest halde kalamaz. Tekrar oksijenle birleşerek azot dioksid haline döner. Bu gaz da, havadaki su buharı ile birleşerek, nitrik asidi (kezzap) teşekkül ettirir. Yine şimşeklerin tesiri ile havadaki su buharının parçalanmasından serbest hale geçen hidrojen gazı da, havanın azotu ile birleşerek amonyak gazı hâsıl eder ki, bu gaz, o esnada hâsıl olan nitrat asidi ile ve havada zaten mevcut olan karbon dioksit gazı ile birleşerek, amonyum nitrat ve amonyum karbonat tuzları meydana getirir. Bu iki tuz, suda çözündüğünden, yağmurla toprağa iner. Toprak, bu maddeleri kalsiyum nitrat haline çevirerek, bitkilere verir. Bitkiler, bu tuzları proteinlere çevirir. Proteinler, bitkilerden, ot yiyen hayvanlara ve insanlara geçer. İnsanlar bu proteinleri bitkilerden ve ot yiyen hayvanlardan alır. Proteinler insan ve hayvan hücrelerinin yapı taşıdır. (http://www.turkcebilgi.com/azot/ansiklopedi adresinden derlenmiştir.)
6- Sözler, s. 264.
7- Divan-ı Harb-i Örfi, s. 74.
8- Sözler, s. 273.