Geçen yazımızda kitabın birinci bölümünü, insanların dalâlete düşüşünün on sebebini anlatmıştık. İkinci bölümde ise Cenab-ı Allah zâtî ve subûtî sıfatları ve isimleri ile tanıtılıyor. Başta İhlas Suresi ve bazı ayetler, nurlardan ilgili yerler ile birlikte açıklanıyor.
Yine bu bölümde, bir de çok geniş bir 'tefekkür levhasına' yer verilmiş. İnsandan ağaçlara, katrelerden denizlere, atomdan sema sistemine, yumurtacıklardan hayat tabakalarına kadar her şeye mûhit; mükemmel nizam ve bu nizamdan kaynaklanan derin hikmetler, ulvî gayeler, sayısız faydalar, semereler mütalaa ediliyor. Bu mütalaada da nihayetsiz ilim, hikmet, merhamet şefkat gibi sıfatlar nazara veriliyor.
Bu 'tefekkür levhası' "Bu kâinatı da bir büyük insan gibi tasavvur ederek, onun akılları hayrette bırakan kametini, nazarları kamaştıran endamını, onda tezahür eden harika güzellikleri" tefekküre insan davet ediliyor.
Üçüncü bölümde ise, altı suale geniş cevaplar veriliyor. Biz bu cevaplardan sadece kısa bölümler alacağız. Devamını ise kitaba havale edeceğiz.
1- Cenab-Hak Kendinden Büyük Bir Mahluk Yaratabilir mi?
Bu suale özetleyeceğimiz yedi maddede cevap veriliyor. Öncelikle bu sual, bir çok muhali içinde saklıyor. Sualin içinde cevapları da var. Cenab-ı Hakk'ın yatacağı, mahluk olacağına göre; mahluk, halıktan büyük olabilir mi? Yaratılan, elbette başta, yaratılmaya muhtaç demektir. Sual, kendi içinde bir muhaliyeti(imkânsızlığı) barındırmaktadır. Sonsuzdan daha büyük bir rakam var mıdır? Varsa eğer, o zaman sonsuzluk ortadan kalkar ve sonlu bir rakamın sonsuzdan büyük olduğu imkansızlığı ortaya çıkar. Ayrıca bu sual, "Allahu Teala kendi kemâlatından daha fazlasını bir mahlûkuna verebilir mi?", "mahlûkatı kâmil, kendisi noksan olabilir mi?", "mahlûku halık, kendisi mahlûk olabilir mi?" gibi hezeyanlar da taşımaktadır. Bu husus ilim, irade, kudret sıfatları açısından da örneklerle inceleniyor.
Bu sual "Cenab-ı Hak kendinden evvel var olup kendinden sonra da vücudu devam edecek olan bir varlık yaratabilir mi?" muhalini de içine almaktadır. Bu safsataya göre Allah, ezelî ve ebedî olduğu halde -haşa- fâni ve hadis olacak, yaratacağı, mahlûk olduğu halde, ezelî ve ebedî olacaktır. Yani bir nevi güneş, güneş olarak kaldığı halde hem de su da olabilecektir. Yaratılan şey mahlûktur, yaratılan yaradanı aşabilir mi? Çünkü bir mahlûk, ne kadar büyük olursa olsun mahduttur, evveli ve ahiri vardır.
Ayrıca 'kendinden büyük bir şey yaratmak' mümtenidir, mümkün değildir. Bir rakam ya tektir ya çifttir. Aynı anda hem çift hem de tek olamayacağı gibi, yaratılanın yaratandan büyük olması da mümkün değildir. Yani imkânsızdır, muhaldir. Böyle bir şeyin var olması düşünülemez bile. Ayrıca akıl da mahlûk olduğundan, tasavvur edeceği büyüklük de mahlûk büyüklüğüdür. Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğü ise, o tasavvur ve tahayyül edilen büyüklüklerin hepsinden münezzeh ve âlidir, yücedir. Sonsuz rakamının yanında bir ile bir milyarın farkı olmadığı gibi ,onun nihayetsiz büyüklüğünü anlamada tüm akıllar aynıdır, âcizdir.
Demek bu sual, büyüklük mefhumu bilmemenin yanında, Hâlıkiyet ve mahlûkiyeti de bilmemekten kaynaklanmaktadır.
2-Madem Cenab-ı Hak Hiçbir Şeye Muhtaç Değildir, O Halde Kâinatı Niçin Yaratmıştır?
Bu sualin cevabında Cenab-ı Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmadığı izah edilmekte ve "Ganiyy-i Mutlak olan Vâcibü'l Vücut Hazretleri, hem zâtı hem sıfatları ile her şeyden müstağnidir. Hiçbir şeye muhtaç değildir. Mahlûkatı yaratması ile O'nun azamet ve kibriyasında ziyâdelik olmamıştır. Yaratmasaydı da izzet ve kemâlinde hiçbir noksanlık olmazdı." denilmektedir. Demek kâinatı yaratması ona bir ziyâdelik katmıyor; yaratmaması da O'na bir noksanlık vermiyor.
O halde niçin yarattı? Bu sual iki cihetle açıklanıyor.
Birinci cihet: "Nihayetsiz kemâlde bir Cemal ve nihayetsiz Cemalde bir Kemâl; kendini görmek ve göstermek, teşhir etmek istemesi en esaslı bir hakikattir." kaidesi çerçevesinde izah edilmiş.
İkinci cihet ise "Mahlûkatı halk ettim ta ki fayda, menfaat, lütûf ve keremler onlara ola. Yoksa bana değil; yani onlar benden fayda göreler, Ben onlardan değil."kutsî hadisi ve "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." ayeti ile izah edilmektedir.
Bu izahları özet olarak verelim.
"Bir padişahın hazinelerinde bulunan çeşit çeşit mücevheratları,türlü türlü nimetleri ihsan etmesi, onları hazinesinde saklamasından daha hayırlıdır. Keza,binlerce hüner sahibi bir alimin, ilim ve maharetinden başkalarını istifade ettirmesi, ettir memesinden daha hayırlıdır. Aynen öyle de Allahu Azimüşşan'ın ind-i maneviyesinde mevcut bulunan nihayetsiz hazinelerini ilim dairesinden kudret dairesine çıkarması, mahlûkatına in'am ve ihsanda bulunması, böylece cemal ve kemalini hep seyr ve temâşâ ettirmesi, mahlûkatını yoklukta bırakmasından elbette daha hayırlıdır. Hem O'nun zât ve sıfatlarının nihayetsiz kemâl ve istiğnası yanında, bu tezahür de Şan-ı Ulûhiyeti için ayrı bir kemâldir." O'nun mahlukatına ihtiyacı olur mu?
"Yani, şu zihayatlar Allah'ın hangi işini görmektedirler. Cenab-ı Hak onların yemesini mi muhtaçtır, içmesine mi? Doğmasına mı muhtaçtır, ölmesine mi? Balıklar yüzmeleri ile, kuşlar uçmaları ile, hayvanlar büyüyüp çoğalmaları ile, insanlar fen ve terakkileriyle şu kâinatın hangi noksanını tamamlamakta; Allahu Teala'nın hangi ihtiyacını görmektedirler? Halbuki bütün hayat sahipleri O'nun mülkünde yaşamakta, O'nun lütfuna her an mazhar olmaktadırlar."
3- Cenabı Hakk'ın İnsanların İbadetine Ne İhtiyacı Var?
Şeyh Sa'd-i Şirazi'nin dediği gibi, "İnsanın her nefes alışverişinde iki nimet vardır. Nefes alması, hayatının selametini temin eder, vermesi ise vücuduna ferahlık verir. Şu halde bir nefeste iki nimet vardır. Ve her nimete bir şükür vaciptir." O halde insanın yaptığı bütün ibadetler, sadece nefes alışverişinin dahi karşılığı değildir.
Elbette ibadete ihtiyaç vardır ama bu ihtiyaç, Ganiyy-i Mutlak olan Allah için değil; nihayetsiz acz ve fakr yaralarını tedavi için insanındır.
"Beşerin bütün ihtiyaçlarına cevap veren şu kâinat, insana yaptığı bu kadar yardıma karşılık, onun hiçbir şeyine muhtaç değildir. Yani kâinat insandan değil; İnsan kâinattan istifade etmektedir. Hakikat bu iken, Halık-ı kâinat hakkında nasıl böyle bir sual sorulabilir?"
"İnsanı yokluktan varlık âlemine çıkaran, onu hayata mazhar edip insaniyet ile şereflendiren, akıl ve idrâk ile ona bütün mahlûkat üstünde bir makam veren ve cenneti bütün nimetleriyle onun için hazırlayan bir Sultan-ı Ezel ve Ebed, elbette bu âciz miskin insanın ibadetine muhtaç değildir."
4- Bu Mahlûkatı Allah Yarattı, Öyleyse Allah'ı Kim Yarattı?
Vücut mertebelerini bilmeyen cahillerin zihinlerini karıştırmak için sordukları bu suale, Rabbimiz İhlas Suresini inzal ederek cevap veriyor. Kitabın ikinci bölümünde bu sure genişçe tahlil ediliyor. Bu kısımda da kısa bir cevap veriliyor.
Cenab-ı Hak ezelî ve ebedî olduğu için, O'na yaratılma izafe edilemez. O zaman mahlûk olmuş olur. O da hakikatın ziddina inkılâbı demektir. Yani hem ezelî hem hadis, hem halık hem mahluk, hem nihayetsiz kadir, hem yaratılmaya muhtaç âciz farzetmek olur. Bu da çok alçak bir hurafedir.
Böyle bir soru sorulursa, bunun sonu da gelmeyecektir, bir teselsül olacaktır. Bu da imkânsızdır.
"On- on beş vagonlu bir tren düşününüz. Bu vagonlardan her birisini bir önceki vagon çeker. Ve nihayet iş lokomotife dayandığında, artık 'Lokomotifi kim çekiyor?' diye bir sual sorulamaz. Zira, çekip fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa, bu nizam ve hareket meydana gelmez."
Teselsülün muhaliyetini göstermek maksadıyla, bunun gibi birçok misal de veriliyor. Bu misallerden de şu anlaşılıyor ki: Bu kâinatın yaratılışının, zâtı, esması ve sıfatları ile, ezelî ve ebedî olan Allah'a dayanması zaruridir.
5- Cenab-ı Hak Şu Kâinatı Yaratmadan Önce Ne Yapıyordu?
Bu sualin altında da zaman ve ezel kavramlarının birbirine karıştırılması yatmaktadır. Zamanın içinde yaşayan ve her şeyi zamana göre değerlendiren bir insanın, ezel mefhumunu kavraması mümkün değildir. Zamanla kayıtlı olan bir zihin, yaratmak ile başlayan zamandan önce olan 'ezeli' nasıl sorgulayacak ve anlayacaktır? Onun zihnine gelen hep, zamanla ilgili şeyler olacaktır. Her şeyi gün, saat ile değerlendiren insan; gün saat ya da asırların olmadığı ezelî, elbetteki anlayamaz. Hz Peygamber bu suale "Allah vardı ve beraberinde bir şey yoktu" diye cevap vermiştir.
Ancak bu sual şöyle sorulabilir? "Allah ezelde vardı, O'nunla hiçbir şey yoktu, o halde ezelde Allah, ne yapıyordu?" Sualin cevabı da kısaca şöyle veriliyor. "Allah, ezelde nihayet kemâlde olan Zât-ı Akdes'ini ancak kendisinin bilebileceği bir keyfiyet ile temâşâ ve daire-i ilmindeki eşyanın mahiyet hakikatlerini takdir ve müşahade etmekteydi."
6- Hububatın Topraktan, Meyvelerin Ağaçlardan, Hayvanların Yumurta veyahut Nutfelerden Meydana Geldiği, Kısaca Her Şeyin Elementlerden Teşekkül Ettiği Açık Bir Hakikat iken Artık Bütün Mevcudatın Hiç Yoktan Yaratıldığı Nasıl İleri Sürülebilir?
Bu sualin cevabını da 23.ve 26. Lem'a'dan muktebes fakat geniş ve ilmî bir açıklama ile uzun cevaplandırıyor. Bu yazıyı ilk önce 1979'da Amerika'da yayımlanan ve o zaman düzenli takip ettiğim Nur dergisinde okumuştum. Bu yazıyı da kitaba havale ediyorum.
Evet dostlar, kitabı tanıtmak bizden temin edip okumaz sizden.
Selam ve dua ile.