Yetmişli yıllarda iki idealist sosyalist arkadaştan birine SSCB'den (o zaman ki adıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) bir davet gelir. Demir perde olduğu için herkesin merak ettiği ama bir türlü gidemediği Moskova'yı merak eder ikisi de. Günü gelip arkadaşını yolcu eden sosyalist, sıkı sıkı tembihler: "Aman bana oranın gerçekten hayalimizdeki gibi olup olmadığını hemen yaz! Ancak ola ki işler sandığımız gibi değildir; mektup burada bir faşistin eline geçebilir. Sen en iyisi hep olumlu şeyler yaz. Gerçekten olumluysa mavi kalemle yaz. Tam tersiyse kırmızı kalemle yaz, ben anlarım" der.
Çok geçmeden Moskova'dan beklediği mektubu alır. Heyecanla açar; uzunca bir mektuptur. Daha okumadan bir oh çeker, mektubun her satırı mavi kalemle yazılmıştır. Okumaya başlar:
"Yoldaş, burada insanlar alabildiğine özgür. İşçiler refah içinde. Herkese emeğinin karşılığı hemen veriliyor. Çocuklar mutlu ve neşeli. Kadınlara hak ettikleri nezakette davranılıyor. Erkekler onurlarıyla yaşıyorlar. Ezen de yok ezilen de. Öyle faşistlerin uydurduğu gibi kıtlık falan da yok. Herkes istediğine kolayca ulaşıyor, istediğini istediği kadar alıyor. Görsen nasıl çocukların yüzü gülüyor. Burası tam da ideallerimizdeki bir ülke..."
Yoldaş büyük bir huzurla yutarcasına okur satırları... Keyfine diyecek yoktur ta ki mektubun son satırını okuyuncaya kadar:
"Yoldaş, hani burada bir kıtlık yok, herkes her istediğini buluyor demiştim ya. Bunun küçük bir istisnası var. Ne yazık ki ısrarla ve günlerce aradığım halde nedense bir tane kırmızı kalem bulamadım."
Yani...
Diyeceğim o ki, o kadar çok diyeceğim var ki, sırf insafsız birilerine çok sevdiğim kardeşlerimin aleyhine malzeme vermekten korktuğum için diyemiyorum.
Diyeceğim o ki, o kadar çok diyeceklerimi emeklerinin zerresinin yok sayılmasına razı olamayacağım kardeşlerimin emeklerini başından beri öğütenlerin hoyratlık değirmenine su olarak akıtılacağından korktuğum için diyemiyorum.
Diyeceğim o ki, diyeceğim bir çok şeyi içlerinde kıl kadar bile hesap olmayan, aşkla şevkle yolunu yürüyen kardeşlerimin hakkını yerim ve yenmesine vesile olurum diye diyemiyorum.
Diyeceğim o ki, diyeceklerimin hepsini insanların imanı için uykusuz kalan, gurbetlerin en uzağında davası için çırpınan kardeşlerimin faziletine yetişecek bir adam olmadığımı bildiğim için diyemiyorum.
Benim kırmızı fontum bu kadar...