Bazı romanlar, sessiz sedasız arayışların serencamıdır. Pencereden (2006), Dördüncü Tekil Şahıs (2007), Düş Kesiği (2010) romanlarından sonra Kış Bahçesi (2011) romanını yayımladı Güray Süngü. Ene-zerre bağlamında bir arayışın, sonsuzluğa duyulan özlemin, özellikle de ontolojik sorgulamanın romanı Kış Bahçesi bence.
Bir genç kızın, Derya’nın, kendisini ebedîleştirmek adına, bir yazarın, üç roman yayımlamış Aziz Çalışkan’ın hayatına girmesi, eserin omurgasını teşkil ediyor. Aziz, sıra dışı denilebilecek bir hayatın kahramanı. Uzun seneler sonra annesi olarak bildiği kişinin teyzesi, babası olarak bildiği kişinin eniştesi olduğunu öğreniyor. Eve ara sıra gelen, sarhoş eniştenin de gerçek babası olduğunu.
Derya da ismiyle müsemma bir genç kız. Duygularını kâğıda dökemeyen Derya, sonsuza kalmak, iz bırakmak için Aziz’in hayatına girmek istemekte. Hayatın anlamı, aslında sonsuza varmakla eş değerdir; çünkü her insan kıymetli bir sözünü ve fiilini bâkileştirmek için kitabet ve şiir, hattâ sinema ile onun kaydına çalışır. O duyguların, eylemlerin, sözlerin sonsuz meyveleri bulunsa, bu ölümsüzleştirme vakıasına daha ziyade önem verilir. Bütün mesele kaybolmak, unutulmak davasıdır: “…unutularak kaybolacak olmak düşüncesi beni mahvediyor.” (s. 234)
Kış Bahçesi, yazarlık, yazmak, yaratmak, ene, rububiyet- ubudiyet kavramlarını derinliğine irdeleme çabasında bir roman. Bir Adam Yaratmak piyesinin Hüsrev’ini hatırlatıyor insana. “İnsanlar, genellikle tanrılığa oynama hevesine sahiptirler zira.” (s. 234)
Gök, zemin ve dağın yüklenmekten çekindiği ve korktuğu emânetin bir ferdi, bir vechi, ene’dir. Ene ilk insandan şimdiye kadar insanlığın etrafına dal budak salan nurânî bir Tûbâ ağacının ve müthiş bir zakkum şeceresinin çekirdeği. Ene, gizli hazine niteliği taşıyan esmâ-i İlâhiyenin de, kâinat tılsımının da anahtarı. Enenin mahiyeti bilinirse, o garip muammâ, o acayip tılsım olan ene açılarak kâinat tılsımını ve hazinelerini/definelerini açar. Âlemin anahtarı insanın nefsine takılmıştır çünkü. Mutlak ve muhît bir şeyin sınırı ve sonu olmadığı için onun mahiyetinin ne olduğu anlaşılmaz. Söz gelimi karanlıksız dâimî bir ışık, bilinmez ve hissedilmez. Ne vakit hakiki veya vehmî bir karanlık ile bir hat çekilse, o vakit bilinir. İşte, Allah’ın ilim ve kudret, Hakîm ve Rahîm gibi sıfât ve isimleri sınırsız, şeriksiz olduğu için, onların ne oldukları bilinmez. Öyle ise, hakiki nihayet ve hadleri olmadığından, farazî ve vehmî bir sınır çizmek gerekiyor. Onu da enâniyet yapar. Kendisinde mevhum bir rubûbiyet, bir mâlikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder, bir sınır çizer, "Buraya kadar benim, ondan sonra O’nundur." diye bir taksim yapar. Kendindeki ölçücüklerle onların mahiyetini yavaş yavaş anlar. "Bu eve mâlik olduğum gibi, Hàlık da şu kâinatın mâlikidir." der, cüzî ilmiyle Yaratıcının ilmini anlar. "Ben şu evi nasıl yapıp düzenlediysem şu dünya evini de birisi yapıp düzenlemiş." der. Demek enenin anlamı kendinde değildir ve başkasının anlamını gösterir. Romandaki “Ev sahibi ben değilim. Hiç kimse değil.” (s. 272) cümlesi böyle bir irdeleyişin ifadesi. Enâniyetin vücudu ise, haksız temellük ve aynadarlığını bilmemekten ileri geldiğinden var rengini ve suretini almış bir yokluktur.
Entelektüel vurguları olan bir roman Kış Bahçesi. Birtakım yazarlara ve eserlere atıflar dikkat çekiyor: “Dil varlığın evidir.” (s. 27), Bozkır Kurdu (s. 114), “Sabah uyandığımda kendimi hamamböceği olarak bulmadım.” (s. 158), Suç ve Ceza, Gregor Samsa (s. 187), Kafka (s.197), Neyi kaybettiğini hatırla (s. 229), Şekspir (s.301) vb.
Modern zamanların sıkıntılarını, sorun ve çözüm arayışlarını da irdeliyor Kış Bahçesi. “Hayat anlamlıydı; o kadar düşmemiştim henüz ama bu şekilde iyiydi, bunca kötü yanına rağmen.” (s. 8). “O arkadaşların birçoğu, kapitalizme pas pas oldu sonra.” (s. 21). “Saat on yediyi gösterdiğinde, bina, içinde tuttuğu insanları kustu.” (s. 23). “Hayatında hiç yaşlı ve bilge bir adamla sohbet etmediğini düşünerek vitrinlere baka baka yürümeye devam etti.” (s. 28). Aslında Derya, ahir zaman insanının bulduğu bir ilacı yaşıyor: “Tek bir ilacı bulmuş, o da romanlarıymış!” Özellikle manevi bombardımanlar altındaki medeni bir yetim kimliği taşıyan insanların “…o kadar çok ki kafasındaki delikler, ruhundaki çukurlar…”(s. 195) Ayrıca …bombalar, füzeler, roketler…” (s. 164). Çünkü “Modern zamanlar, ilkel çağlardan farklı değil” (s. 44).
İnsanı kemiren iki fare (s. 163) ayrıntısı ise bize hem romanda anılan Tolstoy’un Masallar’daki farelerini hem de Sekizinci Söz’deki fareleri hatırlattı. “Bir tanesinin adı şüphe. …Diğerinin adı ise kâh suçluluk, kâh vurdumduymazlık.” (163) diye bahsedilen fareler, Sekizinci Söz’de anlatılan temsilî hikâyede gece ve gündüz olarak açıklanmaktadır.
Kış Bahçesi, bilinç tüketmek (s.53), caddelerin bazı insanları yutup öğütmesi, sonra da başka bir yerlerde kusması (s. 57), futbol ‘zindanı’ (s. 34, 103), nihilizm ‘çılgınlığı’ (s. 96), insanların küçük hesapları (s.111), insanın kendi kendini fırlattığı ‘manasızlık evreni’ (s. 112), insanların içinin ‘kupkuru, çorak, bozkır gibi’ olması (s.114), gibi vurgularla günümüz insanının ruhunda dolaşıyor. “Nereye gidelim? Kendimize, ne bileyim, kendi hayatımıza, evimize, sahile.” (s. 70) , “…insanın mimari estetik araması için ruhunun şiirle, romanla, müzikle yontulmuş olması gerekir.” (s. 108) gibi söylemleriyle güzellik, estetik, sanat bahçelerine de konuk oluyor. Kendimize davet ediyor, içimizdeki o güzellik şehrine. Bu arada Harun’un intiharı çıkıyor karşımıza. Harun’a kitaplar iki şey öğretmişti: Var olduğunu ve yalnız olduğunu. Bu sözler, insandaki lâtifelerin yerli yerinde kullanılmamasının acı neticesi, itirafı. Nihilizmin bir versiyonu. Varoluş denilen muhteşem tablonun sırrını çözmek, şuur işidir; lâtifeler ışıldadıkça şuur parıldayacaktır.
Romanda “Terk etti banyoyu. Terk ettim banyoyu.” (s.186) , “Pencereden dışarıya bakıyor şu an. Pencereden dışarıya bakıyorum.” (s.187) gibi anlatım tarzlarına başvurulması da güzel olmuş. Yazım konusunda gösterilen hassasiyetin, anlam karışıklığı olabilecek bazı sözcüklerde (hala- hâlâ vb.) unutulması veya böyle bir yazımın tercih edilmesi, bir zaaf. Kış Bahçesi, tartışılacak güzellikte ve TYB Roman Ödülü’nü liyakatle hak etmiş bir roman.