Risâle-i Nûrun hocası, Risâle-i Nûrdur. Risâle-i Nûr, başkalarından ders almaya ihtiyâç bırakmıyor gibi cümleler beni çok düşündürür her okuduğumda. Vecizenin ve Nur Dâvasının dava içinde bürhan vasfını unutturma isteğiyle hareket ve tefsir edilmesi ibretli bir hadise değil midir?
Nur Risalelerini gazete gibi okumayan biri hemen anlar ki, Kuranın bu asırdaki mucize-i maneviyesi olan ilhamat-ı Kuraniye ile telif edildiği buyurulan eserler Arapça, bedi, beyân, meânî, belâğat, mantık ve münâzara gibi pek çok dîni ilimlerin káidelerine göre telif ettirilmiştir.
Üstâd , Risâle-i Nûr eserlerini yazdığı sırada doksan cild kitâbı ezbere biliyordu. Dolayısıyla, o ilimler bilinmeden Üstad Hazretlerinin (ra) o cümlelerden murâdının ne olduğu tam anlaşılamaz.
Meselâ; Birinci Sözde geçen, Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlârız. Bil ey nefsim, şu mübârek kelime İslâm nişânı olduğu gibi, bütün mevcûdâtın lisân-ı hâliyle vird-i zebânıdır cümleleri, Kurân, Hadîs ve fıkhın ölçülerine göre düzenlenmiştir. Dolayısıyla, Kurân, Hadîs ve fıkhı bilmeyen, bu cümleleri tam anlayamaz. Zîrâ, Bismillah her hayrın başıdır cümlesi, hem âyet ve hadîsin meâlidir; hem küllî bir káidedir; hem fıkhî bir meseledir; hem de Risâle-i Nûrun fâtihâsı ve çekirdeğidir.
Bu vecize her hayırlı işin başında besmele çekildiğini, şerli işlerde ise besmele çekilmeyeceğini belirtiyor. Şerli işlerde besmele çekmenin hükmü, mezheblere göre değişmektedir. Hattâ, şer bir işin başında besmele çekmenin insânı küfre kadar götüreceğini söyleyen âlimler de vardır.
Kezâ, şu mübârek kelime İslâm nişânı olduğu gibi ifâdesinde İslâm nişânı tabîri geçiyor. Besmele-i Şerîfe, Hazret-i Âdem (as)dan Resûl-i Ekrem (asm)a kadar bütün peygamberlerin şerîatındandır ve şeâir-i İslâmiyyedendir.
En basit bir kitap tercümansız olamazsa, bunun gibi, hakáik-ı îmâniyye ve İslâmiyyeyi isbât ve îzâh eden ve her bir cümlesi yüzer âyâttan tereşşuh eden ve pek çok ilimlere göre kurulan Risâle-i Nûr gibi bir kitâb elbette muallimsiz ve müderrissiz olamaz.
Risâle-i Nûr, pek çok ilmi içine alan eden bir Kurân tefsîridir. Bu sebeble, Risâle-i Nûr eserlerinin hakkıyla anlaşılabilmesi için çeşitli İslami ilimlerin bilinmesine ihtiyâc vardır. Meselâ:
Yirmi Beşinci Söz, yüzlerce Kuran Ayetinin tefsîridir. Arapçayı bilmeyen; beyân, bedi, meânî, belâğat ve münâzara gibi ilimlerden haberdâr olmayan kişinin bu risâleyi hakkıyla anlaması mümkün değildir.
Kelâm ve Akáid ilimlerinde mütehassıs olmayan, kader konusunda Mutezile, Cebriyye ve Ehl-i Sünnet mezheblerinin görüşlerini bilmeyen, kısaca ehl-i ilim olmayan, Kader Risâlesini tam anlayamaz. Zîrâ, müellif (ra), bu eserinde, Ehl-i ilme mahsûs, ince bir tedkík-ı ilmîdir buyurmaktadır.
İslâm Fıkhını tam bilmeyen Münâzarât Risâlesini hakkıyla kavrayamaz; belki yanlış inançlara yönelebilir.
Mantık ilmini bilmeyen, Bedîüzzamân Hazretlerinin Kızıl İcâz adlı eserini anlayamaz.
Demek, Risâle-i Nûr, pek çok ilimleriiçinde toplayan Kurânî bir tefsîr olduğundan; bu ilimlerde ihtisas ehli olmayanlar Risâle-i Nûru hakkıyla anlayamazlar.
Risâle-i Nûru anlamak ve ince hakíkatlerine vakıf olmak, zâhirî ilimleri bilmeye baktığı gibi; maneviyyât ilmini bilmeye ve maneviyyât ehli olmaya da bakar. Çünkü, Mirâc Risâlesi, Âyetül-Kübrâ Risâlesi, Hasbiye Risâlesi, Üçüncü Lema gibi eserler akıldan ziyâde kalbe bakar, delîlden ziyâde zevka nâzırdır.
Merâtib-i sülûk kavramını ıstılahını- tam kavrayamayan, Âyetül-Kübrâ Risâlesini tam anlayamaz. Bedîüzzamân Hazretleri bu eserinde eski âlimlerin seyr u sülûk tabîri yerine seyyah tabîrini kullanmıştır. Âyetül-Kübrâ , müellif (ra)ın seyr u sülûküdür. Müellif (ra), bu eserinde seyâhat-ı kalbiyyesinden bahsetmektedir. O hâlde, manevî ilimlerde mütehassıs olmayan, bu eseri hakkıyla anlayamaz.
Risâle-i Nûrun acz, fakr, şefkat, tefekkür mesleğini tam anlamayan ve Risâle-i Nûrun ders verdiği hakíkat ilmini tam kavramayan bir kimse, Küçük Sözler adlı eseri hakkıyla kavrayamaz. Zîrâ, bu eser, zâhiren basit ve kolay gibi görünürken, en zor ve en çetin bir eserdir ve Risâle-i Nûrun hulâsâsıdır( özeti)dir.
Risâle-i Nûru okuyan kişi, her ne kadar âmî de olsa, aklı her bir meseleyi anlamasa da, Risâle-i Nûru okuduğu zamân kalb, rûh ve vicdân cihetinde feyze medâr olacak bir hâle mazhar olabilir. Çünkü, Risâle-i Nûr, Kurân tefsîridir.
Risâle-i Nûrun hocası, Risâle-i Nûrdur. Risâle-i Nûr, başkalarından ders almaya ihtiyâc bırakmıyor gibi cümleler beni çok düşündürür her okuduğumda. Vecizenin ve Nur Davasının dava içinde bürhan vasfını unutturma isteğiyle hareket ve tefsir edilmesi ibretli bir hadise değil midir?
NOT: Hulûsî-i Sânî diye hitâb ettiği talebesi Sabri Efendiye yazdığı bir mektûptan: Mektûbunda ilm-i kelâm ilmini benden almak arzu etmişsiniz. Zâten o dersi alıyorsunuz. Yazdığınız umum Sözler o nûrlu ve hakìkì ilm-i kelâmın dersleridir. İmâm-ı Rabbânî gibi bazı kudsî muhakkikler demişler ki: Âhirzamanda ilm-i kelâmı, yâni ehl-i hak mezhebi olan mesâil-i îmâniyye-i kelâmiyyeyi birisi öyle bir sûrette beyân edecek ki; umûm ehl-i keşf ve tarîkatın fevkinde nûrların neşrine sebebiyyet verecektir. Hattâ imâm-ı Rabbânî kendisini o şahıs gibi görmüştür. Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardaşın bin derece haddimin fevkinde olarak kendimi o gelecek adam olduğumu iddiâ edemem, hiçbir cihette liyâkatım yoktur. Fakat o ileride gelecek acîb şahsın bir hizmetkârı ve ona yer hazır edecek bir dümdârı ve o büyük kumandanın pişdâr bir neferi olduğumu zannediyorum. Ve ondandır ki, sen de yazılan şeylerden o acîb kokusunu aldın. ( Barla Lahikası.)