Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister. Hüner sahibi her bir sanatkâr, sanatını teşhir etmek ister ve sanatından iftihar etmek ister.
Sanatta; insanın kıymetli bir sözünü ya da fiilini bâkileştirme iştiyakı var. Bu manada sanat, sanatçının kıymetli bir sözünü ve fiilini, şahsiyetini, ilmini ve kudretini yansıtan bir ayna gibidir. Bu aynada hakikatin şuaları yansır. Ayinedarlık dilleriyle o güzelin cemalini tavsif ve tarif etme gayreti vardır. Aynadan yansıyan güzellikler ve cemaller sanatçıya ait değildir. Yani tasavvurumuzu genişlettiğimizde bu ayna hakikatte sanatçının da sanatçısını yansıtır.
Sanatçı kendi sanatında hariçten yansıyan hakikatin şualarını temessül eder. Mesele söyleyene değil söyletene bakmadır. Malumunuz mutlak sanat, mutlak belagat Allah’a aittir. Eserin güzelliğini ya da sanatçının ustalığını bu minvalde düşündüğümüzde Üstadın “bana söylettirildi” ifadesini daha iyi anlayabiliriz.
Ustalık da güzellik de sanatçının hayali ile hakikat arasındaki mesafede kıymet kazanır. Sanatın inşa edildiği malzemeler hakikate yakınlığı ölçüsünde kıymet bulur. Ahmet Ay kardeşimin güzel bir ifadesini tam da bu noktada paylaşmak istiyorum. Sanat sûrete yaklaştıkça ömrü azalıyor, sirete dokundukça artıyordu. Anladım ki; manaya yakın olan ancak manadan ömür alır, cesetten ibaret olan cesetle beraber ölür.
Lâfız bir cesettir, bir surettir; en âli hakikatlere giydirilen libastır. Nasıl ki ceset ruha dayanır, ayakta durur, hayatlanır ve lâfız mânaya bakar, ona göre nurlanır ve suret hakikata istinad eder, ondan kıymet alır. Mâna âlem-i gaybın perdesi arkasındaki esmâ-i İlâhiyeye dayanır, esere hayat veren fikirler de hisler de mantık da mânada saklıdır.
Lâfız buğday, mâna da bir ağaçtır. Malumunuz bir buğday bir ağaç kadar sümbüllenmez. Mâna lâfzın kulağındaki zarı nur-u iman ile ışıklandırmalı ki kainattan gelen manevi nidaları işitmeli, lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmetmeli, hayale cevelân ve şâşaa vermeli ki mananın suretine haşmet kazandırabilmelidir.
O halde sanatçı, san'at-ı hayaliyesiyle tabiata şakirtlik etmeli, tabiatın nizamını Cenab-ı Hakkın sanatında yansıtmalıdır.
Sanatçının gayesi, marifetullah ve muhabbetullaha kapılar açmak olmalıdır. Sanatçı; yüzünü aynaya değil güneşe çevirerek sanatını ve eserini inşa etmeli; ölçüsü, belagat ve fesahatin zirvesinde olan Kur’an-ı Hakim olmalı, hakikati olduğu gibi yansıtmalıdır. Ancak bu şekilde sanatın telkin gücü ve hikmeti artar.