Herşeyden önce, Risale-i Nur cereyanı, bir kitap hareketiydi ve çeşitli halk tabakaları arasında yayılsa da, bir ilim zeminine oturuyordu. Zaten onun ayırıcı özelliği de ilmi halka götürmesindeki başarısındaydı. Müellifin “iman ilimleri” olarak adlandırdığı bu bahisler, eserlerin yazıldığı günden itibaren zamanımıza kadar geniş bir talebe kitlesi tarafından tekrar tekrar okunmakta ve bir ders ciddiyetiyle çalışılmaktadır.
Katıksız bir ilmî faaliyetten beklenecek şekilde, bu akımın da ödülü de, elde edilen bilgi ve anlayışın tâ kendisidir. İnsanlar bu eserleri okurlar ve birşeyler öğrenirler. Öğrendikleriyle yeni bilgilerin peşine düşerler. Yine okurlar, yine öğrenirler ve yeni sorular sorarlar. Daha önce okudukları bahislere, yeni bilgileriyle tekrar dönerler ve bu defa daha başka şeyler keşfederler. Yeni keşifler yeni soruları doğurur, yeni sorular yeni bilgilerin yolunu açar. Yeni bilgilerin heyecanı, bunları başkalarına ulaştırma iştiyakına dönüşür. Böylece, Risale-i Nur hareketi, okumak ve okutmaktan, bir imanı yaşamak ve yaşatmaktan ibaret bir akım olarak karşımıza çıkar.
Akımın niteliği ilim, konusu iman olunca, bir kısım konular ve faaliyetler kendiliğinden bu çerçevenin dışında kalmaktadır ki, bunların başında siyaset gelir.
Ümit Şimşek'in yazısı için TIKLAYINIZ