بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Bütün vahiy tevhid dinleri, gökten nüzul eden bir kitaba, bir kelama dayanır.
Muvahhid/ehadta birleşen müminler ise; yazdıkları kitabı, okudukları eseri, doğrudan veya dolaylı şekilde mukaddes kitabları çerçevesinde yazar ve değerlendirirler.
Asrın müceddidi Bediüzzaman'ın da bu kurala uyarak, Kur'an'ı esas alan, bu temelde kitap yazan bir mürşit, müceddit olduğunu görürüz.
Üstad Bediüzzaman'ı seyyidler sülalesinin başı Hz. Ali'ye (ra) bağlayan, en önemli halka olan İmam Zeynelabidin dahil, Bediüzzaman'ın üstadları kitap telif eden, kitap merkezli hizmet eden zatlardır.
Üstadın, 11 ve 12. yüzyılda yaşayan büyük hocaları, İmam Gazali ve Gavsı Azam Abdulkadir Geylani kitap esaslı irşad ve ilim çalışmaları yapmışlardır.
Nursi üstadı 2. Said'e dönüştüren iki temel eserden biri, Gavsı Azam Abdulkadir Geylani'ye ait Fütuhul Gayb eseridir.
Öbür kitap ise 15 ve 16. yüzyılda Hindistan Sirhind'te yaşayan İmam Rabbani'ye ait Mektubat adlı eserdir.
Bediüzzaman Hazretlerini Kelamı Kadimden sonra, en çok etkileyen, eğiten eserler bu iki kitaptır diyebiliriz.
Ayrıca üstadın bir başka üstadı ise 13. yüzyılda Konya'da yaşayan Hz. Mevlana yine kitaplı ve tefsir sahibi bir mürşidi azamdır.
Üstad Nursi'nin kitaplarından yararlandığı hikmet sahibi düşünür, günümüzden 2500 ve 2400 yüzyıl önce yaşayan, Atinalı muvahhid Sokrat ve talebesi Eflatun/ Platondur.
Sokrat ruhun ölmediğini ve hayatın devam edeceğine inanan, çok tanrıya karşı çıkan, tanrıyı birleyen bir filozoftu.
Bu uğurda idama gülerek gitti, "bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir" sözü muazzam bir gerçeğin ifadesidir.
Eflatun'un ehadiyete imanı ise, 5 seneye yakın kaldığı Mısır'da, Musevi muvahhid alimlerden dinleyip, kitaplardan okuyarak gerçekleştiği kabul edilmiştir.
Üstad Bediüzzaman Risale-i Nur'da Sokrat ismini 4 defa, Eflatun isim ve düşüncesini 20 yerde zikredip atıf yapmıştır.
Üstadın, hikmet/felsefe ayrımı, devlet görüşü ve tahlillerinde Eflatun okumalarını temel aldığını kuvvetle varsayabiliriz.
Üstad Nursi, “İslâmiyet’in insaniyet-i kübrâ ve şeriatın ise medeniyeti fuzlâ olduğundan, âlem-i İslamiyet, Medine-i fazıla-i Eflâtuniye (Eflatun'un ideali olan faziletli şehri) olmaya sezadır/layıktır" der. (Tarihçe-i Hayat ve Divan-ı Harb-i Örfî)
Özellikle Eflatun, üstad Bediüzzaman'a; asil mazbut aile, bütüncü mükemmel kişilik, her alanda üstbaşarı, yüksek matematik ve mantık bilgisi, iyi güreşçi ve aşırı cesareti, yakışıklı oluşu, çok iffetli ve edepli oluşu, ömür boyu bekarlığı, aksiyonerlik, kitap fikir ve akademi merkezli görüş ve uygulamaları, cazibeli lider tabiatlı olması, seyahatseverlik ve mistisizm, tasavvuf, yüksek tefekkür, hikmet ve faziletli devlet görüşü bakımından üstada çok benzer, çok yakın duran bir dahidir.
Üstad Nursi, Eflatun'un kurduğu felsefebilimi kritik edip çelişki ve aşırılıklarını da düzeltmiştir.
"İnsanın nihai amacı tanrıya benzemek, tanrılaşmaktır" düşüncesini ve enaniyet esaslı felsefesini eleştirir ve düzeltir.
Üstad birçok yerde Eflatun' a atıfta bulunur.
Sözler/Lemeat' ta, "Yüzde biri kurtulur: Eflâtun, Sokrat gibi" demektedir.
Hatta 30 Söz'de; “Onların ayak seslerini işitiyordum ve bazen de kayboluyorlardı” demiştir.
***
Risale-i Nur'un iman, Kur'an dava tarihçesine baktığımızda neler görebiliriz? En evvel şunu hatırlamalıyız.
Asrı Saadet çağında; şirk döneminde tek başına güçlü kişiliği olanlar; hidayete erdikten sonra da bu kişiliğiyle ön safta iman ve İslam'a hizmet etmiştir.
Başta Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve aşere-i mübeşşere radıyallahu aleyhim ecmain, ilk hatırladığımız seçkin ve yüksek tabiatlı şahsiyetlerdir.
Hz. Muhammed Mustafa (sav), "Allah'ım iki Ömer'den biriyle İslam'ı kuvvetlendir" diye dua ederken Hz. Ömer ve Amr isimli Ebu Cehil'i, kişilikleriyle önder mümin olacaklarını bildiği için öne çıkarmıştı.
Sahabenin en değerlileri Hz. Peygamber ve Kur'an-ı Kerim esaslı yetişen, seçkin ve üstün keyfiyetli şahıslardır.
Bu sahabenin itaatları Allah Resulü ve ümmülkitaba, itrazları ise, Allah elçisi ve Kelamı Kadim adına, hakkı âli ve yüce tuttukları içindir.
Hakkın hatırı her hatırın üstündedir.
Habibullah (asm) vefat ettiğinde Hz. Ebubekir'in; "Allah resulü öldü Allah ise bakidir" diye haykırışı ve cenazesi yıkanırken Resulün halifesi seçilmesi, hakkın hatırını en değerli ve âli tuttuğu içindir.
Bu tavrı yaşadığı sürece Bediüzaman'da da görürüz. Daha küçük bir talebeyken bile çok sevip saydığı hocalarına itirazı, ruhundan fışkıran hakperestliği yüzündendi. Bu özellik talebelerine de geçmiş ve yaşatılmıştır.
Bir nurcunun her yer ve durumda en çok kullandığı kelimeler içinde; "ne, neden, niçin, nasıl, ne zaman, kim, kim demiş, ne demiş, ne zaman demiş" gibi sorulu kelimeler vardır.
Soru sorulan yerde; yalan, yanlış, kandırma pisliği birikmez, kaybolur uçar gider.
Üstadın vefatından 61 yıl sonra, nur hizmeti ayakta ve sağlam şekilde yürüyorsa; önce yazılı metin olan Sözler, sonra doğru yerde doğru sorular sormanın sayesindedir diyebiliriz.
Nur hizmetiyle ilgili sakatlık ve sapmalar ise, yukardaki soruların sorulmadığı, bir hikmet var deyip susulduğu dönemlerde görülür. Hepimiz bu dalalet süreçlerinin şahidi olduk. Bizzat yaşayarak arızaları gördük.
Bir kişide bir hikmet, bir meziyet varsa önce ispatlar görürüz sonra da akibete bakar acele hüküm vermeyiz ve zamanın müfessirliğini bekleriz.
Son hükmü verip yargılamak, teslim olup itaat etmek bir nur talebesinin karakteri olamaz. Yaşadığımız sürece kesin hükmü vermek, temize çıkarmak veya mahkum etmek müteyakkız müminin görevi değildir.
Ancak hüsn-ü zan eder araştırıp soruştururuz. O da adım adımdır. Yani gelişim ve değişim süreçlerini her seferinde, yeniden test edip gözden geçirmek şarttır. Çünkü insanın, düşünce ve inancı devamlı değişip dönüşür hatta başkalaşır. İnandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya, yuvarlanma ve fasıklığa başlar. Çünkü insan kalp merkezli bir mevcuttur. Kalp de topaç gibi döner durur.
Nurcu mümin ölene dek hüşyar, diri bakışlı ve uyanık bir kuldur. Meşveret ve şuranın olmazsa olmazlığı ve şirket-i maneviye üyeliği, bu şuursuz ve kaçınılmaz savrulmaları durdurmak içindir.
Meşveret edenler yanılsa bile, düzeltmesini bilir, hatasını görür. Amma kayıtsız şartsız evet efendimciler, uçurumu ancak kayalıklardan yuvarlandıktan sonra görebilir. Çünkü meşveret külli ortak akıl demektir. Allah'ın rahmet ve inayeti altında ve 111 sırrına mazhar olmaktır.
Üstadın yakın talebeleri, kitap merkezli ve meşveret ehli oldukları sürece, istikamet ve hizmet üzere yaşayıp öldüler.
Bugünden yarına bakmaya çalışırsak;
Risale-i Nur hizmet mesleği toplumda, hem yatay hem dikey özellikler taşır. Yani bir kişi ancak, aynı anda hem ferdi, hem de cemaat bağı olursa, Kur'an ve imana hizmet edip sırat-ı müstakimde yürüyebilir.
Rahmetli M. Feyzi Pamukçu ve Hulusi Yahyagil, üstadın sağlığında onunla olduktan bir süre sonra, bir daha yüzyüze görüşmeden, istişare ve Risale-i Nur okumaları yüzünden doğru bir hizmet çizgisini sonuna kadar sürdürebildiler.
Bu noktada Medrestüzzehra projesini hatırlamak ve önemini kavramak gerek. Bu Medzehra emelimiz, kitap merkezli nur hizmetinin müşahhas zirvesini temsil eder.
Üstadın düşünce ve akademik hedeflerinin en yakın başlangıcı medzehra üniversitesi/ akademisiydi.
Bu ihtiyaç ve ülkü bugün de yaşıyor, birgün Avrupa/ Alman merkezli düşünür ve hareket adamlarının bu projeyi gerçekleştireceklerini ümitle bekleyeceğiz.
Zehra üniversitesinin görevini nur dersaneleri yapıyor demek ancak bir teselli olabilir ama gerçekçi ve hakkaniyetli değildir.
Atina'daki Eflatun Akademisi, MÖ 529'da Atina'da kurulup 387'de yıkılmış ve 142 sene yaşatılmıştır.
Bugün dünyada, dini şahıs ve tarikat merkezli pekçok üniversite ve akademi yüzyıllardır talim ve terbiyesini başarıyla sürdürmektedir. Cambridge, Oxford en bilinenler arasındadır.
Medzehra üniversitesi gerçekleşmediğinde; kitap ve fikir esaslı Risale-i Nur hizmeti, kesinlikle eksik ve teorik kalacaktır. Medzehra kurulmadan, tüm gayret ve çabalar, perakende ve meşrepler çapında kalmaya mahkumdur. Bu proje, nurcuların kardeşlik dayanışması ve emel birliğini ortaya çıkaracak, bir ideal ve müşahhas bir hedeftir.
Üstadın vefatından sonra kitap yayın merkezli hizmet, 1960'larda başlatılıp 1990'larda bitirilmiştir. Toplamda çeyrek yüzyıl devam etmiştir.
Bu kitap ve fikir odaklı sürecin, doğru okunup tahlil edilmesi ve yeniden başlatılması kaçınılmaz bir sorumluluktur.
Bu kitap merkezli süreçte bütüncü, içten dışa dönük, üretken ve fikir sahibi öğrenci yetiştirilmesi hedeflenmiştir ve başarılmıştır.
Daha sonra oluşan dağınık, şahıs merkezli, organizesiz, mevzi çalışmalar konumuzun dışındadır.
Risale-i Nurlar üstad Said Nursi'nin vefatından 70 yıl sonra 2030 yılında, kamu malı olarak damgalanıp, milli servet konumuna gelecektir.
Yani isteyen istediği gibi basıp satabilecek, tahrifat ve su-i istimalde bulunabilecektir.
Bugüne kadar basıp satanlar, okuyanlar, bu gerçeği göz önünde tutarak, Risale-i Nur'un aslını koruyacak, hukuki ve ahlaki tedbirleri almak zorundadırlar.
Sözler'in patentini alma görevi, Nur talebelerinin namus, şeref, sadakat ve vefa borcu olarak şimdiden omuzlarımızdadır.
Önce istişare ederek, ortak bir metin oluşturup hukukçuların öncülüğünde "kaynak başvuru metni" için çareler üretmek zorundayız.
Bugünden başlarsak ancak 2030'da bir çözüm ve çıkışa ulaşabiliriz.
Eğer Sözler'in metni patentli olarak tescil edilip tescillenmezse, davaya büyük bir ihanet ve korkunç bir kültür soykırımı arşivlerdeki yerini alacaktır. Bu dehşet ihtimalden ürperip titreyip, kendimize gelmeliyiz. Sorumlu hiçbir kimse bu ağır vebal ve yükün altından kalkamaz.
Allah milletimizi ve nur talebelerini, bu çirkin netice ve akıl almaz gaflet ve hamiyetsizlikten korusun.