Her akıllı insanın rahatlıkla cevap verebileceği bir soru: “Kitap saklayan insan mı tehlikelidir, yoksa silah saklayan insan mı?”
El cevap; tabiî ki silah saklayan insan tehlikelidir. Kitap saklayan, kitabını sakladığı yerden çıkarır, okur ama silah saklayan, sakladığı yerden çıkarınca kullanır.
Biliriz ki; yeraltında her türlü maden vardır; fakat böylesine silah deposu bir coğrafyada yaşadığımızı doğrusu bilemezdik. Meğer ne silah zengini bir ülkeymişiz. Yerüstünde koyacak alan bulamayınca, toprak altına yerleştirmişler.(!)
Kitabı saklayan okur ve okutur, okuyan da, okutulan da insanca bir hayat sürer. Silahı saklayan da kullanır, kullandırır ve insanca bir hayata son verir. Aradaki fark budur. Aradaki fark budur amma, öyle basit değildir. Biri yaşatır, diğeri öldürür.
Türkiye’de veya dünyadaki kavganın tarafları işte bu iki kesimdir. Kitaptan yana olanlarla silahtan yana olanlar. Hâlbuki her iki kesim de kendilerine biçilen ömür bittiğinde belki aynı, belki ayrı mezarlıklarda buluşacaklar. Hiçbiri de dünyada ebedi kalmayacak.
Hâl böyle olunca ne olacak? Birinin arkasından “Fatiha” diğerinin arkasından “lânet” okunacak. Biri “sevgiyle” anılacak, diğeri “nefretle”. “Hayırla” yâd edilmek istenenin geçmişine “kitaplar”, “şerle” anılmak istenene de “silahlar” şahitlik edecek.
Kitap okuyan ve okutanlar, kimsenin hayatına müdahale etmez ve elindeki kitaplar da buna müsaade etmezken, silah kullanan ve kullandıranlar, kendileri dışında her canlının hayatına kastetme hıncıyla yaşamaktadır. Kitabın ve silahın buyruğu böyledir çünkü...
Geçenlerde Hekimoğlu İsmail ağabeyi ziyaret etmiştim. Geçmişten gelecekten sohbet ederken, mevzuu kitap üzerine gelmişti. Hekimoğlu İsmail’den bugüne kadar, bırakın insanı, karıncaya bile zarar gelmemiştir. Yazdığı kitaplar da bütünüyle insana, insanca ve kardeşçe yaşamayı öğütlemiştir. Hep Allah rızası vardır onun kitaplarında.
Mesela Minyeli Abdullah romanı, Türkiye’de en çok satan kitaplardandır. Roman sinemaya aktarıldığında da tüm zamanların en çok seyredilen filmi olmuştur. Ama Minyeli Abdullah bir dönem yasaklanan kitaplar arasına girdiğinde, Hekimoğlu İsmail yazdığı romanı, yıllarca nerede saklamıştır biliyor musunuz? Sifonun içinde. Geçelim.
Önceki gün RisaleHaber sitesinde Emirdağlı Hamza Emek ağabeyin kızı Şirin Emek ile yapılan bir röportajı okudum. Hamza Emek ağabey ve ailesinden hiç kimseye zarar gelmemiş, çevrelerindeki herkes onlardan iyilik görmüş, rahmetle ve övgüyle anılmaktalar. Hamza Emek de yaşadığı dönemde evinde okuduğu kitaplardan çok çekmiş birisi. Onun da ilginç bir kitap saklama yöntemi varmış. O yöntemi kızının sözleriyle aktarmak istiyorum...
Soru: Peki, babanız hiç karakola çağırıldı mı?
Cevap: Birkaç kez gitti. Suçu evde kitap bulundurmasıydı. Bu yüzden askeriyeye götürdüler babamı. Hatta oradaki Albay: “Hamza Bey, sizde mi bunların içindesiniz?” demiş. Çok hayret etmiş. Babam da ona çok güzel bir şekilde izah etmiş ama ne kadar nasibini aldı bilmiyoruz tabiî. Çok hareketli günlermiş. Baskı oldukça büyükmüş.
Soru: Kitapları nerede saklamıştınız?
Cevap: Babam, evin muhtelif alanlarında, kitaplar için özel yerler hazırlamıştı. Özellikle yemek masasının altına gizli bölmeler yapmış, oralara yerleştirmişti. Bazen de babaannemin bağevine götürürdü. Fakat babam ve diğer ağabeyler, risaleleri elle yazdıkları için, birçok kitap evimizde olurdu. Bu sebeple birçok defa evimize baskın yaptılar. Paldır küldür jandarmalar eve girerdi. Geldikleri zaman aranmadık yer bırakmazlardı. Her yeri dağıtmaları, o eşyaların havaya fırlatılışı, postal sesleri falan hiç gözümün önünden gitmiyor. Yaşımız da küçük olduğundan çok korkuyorduk. O yaşta gözümüz önünde babamızın götürülüşü acı veren şeylerdi...
Röportajdan alıntıladığım bu iki cevap, sanırım yeterli. Kitap tutan ellerle, silah tutan elleri birbirinden ayırmak için daha ne söylenebilir ki... Dünya durdukça iyilerin ve kötülerin mücadelesi hep olacaktır. Silah, geleceği olmayanların, kitap ise geleceği olanların sığınağıdır.
Vakit