Röportaj: Cemil Yüzer – RisaleHaber
Fotoğraflar: Fatih Uz
Risale-i Nur’un gençlere sunuluşunu, uyarlanışını nasıl buluyorsunuz peki? Gençliğin hastalıklarına, sorunlarına çare olabilmesi için Risale-i Nur hangi metotlarla gençlere ulaştırılmalı?
Risale-i nur’a ben 3 açıdan bakıyorum. Birincisi, Risale-i Nur, “Risale-i Nur” olarak devam etmeli. Onu muhafaza ederek devam etmeli. Ancak, Risale-i Nur üzerinden bilimsel çalışmalar, eğitim çalışmaları yapılmalı. Risale-i Nur’un kendi içinde açıklamalarıyla, kendi içinde farklı yaklaşımlarla, farklı bir kitap vizyonu ortaya koyarak değil. Risale-i Nur fıtratını, kendine has özelliğini, kendi tarzını devam ettirmeli benim görüşüm. Ama Onun üzerinde, eğitimciler bilim adamları, felsefeciler; çok çeşitli alanlarda Risale-i Nur üzerine çalışılmalı. Elde edilen o harika birikimler gençlere sunulabilmeli. Onlara uygun bir yolla takdim edilmeli.
“KİTAPLARIMIN RUHU RİSALE-İ NUR’DUR”
Mesela, acizane kitaplarımız içerisinde Risale-i Nur’dan çokça bahsediyoruz. Bütün anlatılanların aslında ruhu, Risale-i Nur’dur. Çok mailler, mektuplar geliyor bu konuda. Bana diyorlar ki “Hocam. Risale-i Nur ve Bediüzzaman’ı bir de sizin kaleminizde tanıyalım.” Yani, Risale-i Nur’u biraz daha anlaşılır hale getirin demek istiyorlar. Örneğin, “Said Nursi’nin destanlaşan hizmeti” diye bir kitap kaleme aldık. Orada istedim ki Üstad’ı gençler, kendi kafaları, akılları üstü tanısınlar…. Bediüzzaman’ı ben gençlere, gençlik penceresinden tanıtmaya gayret ettim. Anladım ki herkesin Risale-i Nur’u tanıması lazım. Gençlere ait bir Üstad yazılabilmeli, yaşlılara ait bir Üstad yazılabilmeli, çocuklara, hanımlara ait yazılabilmeli… Çünkü Risale-i Nur toplumun her kesimine bakıyor. Bu yüzden herkesin Risale-i Nur’a ihtiyacı var. Bunu eğitimciler, bilim adamları gerçekleştirmeli.
“EN ETKİLİ TERAPİ RİSALE-İ NUR OKUMAK VE DİNLEMEKTİR”
Bugüne kadar Risale-i Nur üzerine binlerce tez yapıldı. Daha milyonlarca yapılsa azdır. Onun için benim tarzım ve görüşüm, Risale-i Nur ele alınmalı, bir sohbet mekanında, bir rahle-i tedrisatta, o ilk kaleme alındığındaki tazeliğinde okunabilmeli, devam edilmeli. Sohbetler ki adı konmamış üniversitelerdir. Islah mekanlarıdır, en büyük terapi merkezleridir. Benim alanım psikolojik danışmanlık olduğu için, bana terapi noktasında danıştıklarında derim ki “En etkili terapi Risale-i Nur okumak ve dinlemektir.” Allah’ın beyinleri işliyor, hücreleri işliyor. Orada bütün problemleri birer birer çözüyor. Ancak buraya gelemeyen, sohbete/terapiye katılamayan yüzlerce, milyonlarca genç için de Risale-i Nur’lar, onların anlayış biçimine göre yorumlanmalı, onlara sunulmalı. Buna da Risale-i Nur’a bir geçiş, vesile ve vasıta olması açısından ihtiyacımız var.
Bir söyleşide “Eğitimde bir kural vardır. Bir öğretmeni öğrencileri, yazarı da okuyucuları yetiştirir diye. Bu doğrudur, beni de öğrencilerim ve okuyucularım yetiştirmiştir.” demişsiniz. Okuyucularınız, öğrencileriniz sizi nasıl yetiştirdi?
Bu tespiti çok severim. Benim için çok değerli olan Hatay/Kırıkhan’daki Ali Sert Hocamın bana olan emanetidir. Yaşayarak onun ne kadar değerli bir tespit olduğunu fark ettim. Şimdi, sınıflara girdiğim zaman benim ilk derste öğrencilerimden bir isteğim olur. Derim ki “Arkadaşlar, bu ders süresince zaman zaman sizlere öneriler sunacağım, sakın alınmayın. Bu öneriler, eksik ve noksan yaptığınızdan değil… Sizden bir isteğim olacak. Ben ders anlattığımda, ele aldığım konular açısından, tarzım açısından eksik ve noksanları lütfen benimle paylaşın. Çünkü siz benim eksik ve noksanımı söylerseniz, o hatayı başka derste yapmam. Bir arkadaşın, bir arkadaşına en büyük yardımı, onun yanlışlarını söylemektir.”
Üstad’ın o akrep örneği var biliyorsunuz. Çok harika bir örnektir. Boynunda seni sokmak üzere olan akrebi bir arkadaşının alıp atması, ah ne kadar büyük bir yardımdır. İnsanın yanlış davranışları, hataları, yanlış hayat biçimine karşı doğruların, bir dostu tarafından ona anlatılmış olması ne kadar teşekküre medar bir davranıştır.
İşte bizim öğrencilerimizden isteğimiz hep bu oldu. Allah şahit, 30 yıllık hocayım, öğrencilerimden bana gelen eleştirileri başüstüne kabul etmişimdir. Çünkü bana olan yardımların birinci boyutu bu. Bir de yetiştirmek derken, öğrencilerimizin bize gelen soruları, bizden istekleri de bizim eksikliklerimizi gösterir. Sınıfta soru sorarlar, bazen de maille sorularını gönderirler. Ben de anlarım, demek ki bu konularda ben kendimi yetiştirememişim. Yani bana gelen sorular, kendimi test etmemde en büyük bir seviyedir.
“RİSALE-İ NUR BİZİM GIDAMIZDIR”
Okuyucularım da öyle… Sabahleyin maillerime baktım. Gelen bir mailde, bir okurumuz konferansımızı dinlemiş. O konferansta biz ağırlıklı olarak gençleri anlatmışız. Yazmış ki “Hocam. Ben sizin konferansınıza geldim. Yanımda biri 17, diğeri 19 yaşında iki kızım vardı. Hep gençlere anlattınız, ben onların yanında utandım. Konferanslarınızda biraz da anne-babaların gençler gözündeki yerini anlatırsanız çok sevinirim.” Aslında buna ben çok dikkat ederdim. Ama demek ki orada bunu yapamamışız. Konferans seyri bazen bizi alıp götürüyor. Bakıyoruz ki konferans bitivermiş. O zaman anne onların yanında mahcup olmuş. Hep gençleri taltif ettik, gençlere nasıl davranmaları gerektiğini anlattık Ama sıra anne-babalara gelince konferans bitmiş, böylelikle çok büyük bir eksiklik meydana gelmiş. Artık ben gittiğim konferansta bunu yapar mıyım Allah aşkına? Bu anlamda hakikaten, kitaplarımızla ilgili gelen eleştirilere de ben titizlikle dikkat ederim.
Mesela, bana gelen eleştirilerden biri şudur: “Niye sık sık Risale-i Nur’dan ve Bediüzzaman Said Nursi’den bahsediyorsunuz? Niye hep bunları ön plana çıkarıyorsunuz? Niye hep bu konuları işliyorsunuz?” “Aynı konular” dedikleri imani konulardır. Ben de onlara derim ki: “İmani konuları yüz bin defa yazsak yine az… Bir insana “Kardeşim sen niye sürekli hava alıyorsun, yeter artık?” denilebilir mi? Hava insanın gıdasıdır. İmani meseleleri okuduğumuz Risale-i Nur bizim gıdamızdır. Biz her kitabımızda, her konuda bunları ele alsak bile yine azdır. Çünkü bunlar ne kadar tekrar edilirse beyne o kadar fazla yerleşecektir.”
“Yazdığım kitapların sadece isimleri bana ait. İçi tüm okuyucularıma ve öğrencilerime aittir.” demişsiniz. Bu söz biraz tevazulu olmamış mı?
Estağfurullah, asla tevazu değil. Yani bunu samimiyetiyle söylüyorum, Cenab-ı Hakk’ın lütf-u keremi oldu. Kitaplarımın içeriği bakımından –eğitim kitaplarım hariç elbette- hizmet kitapları dediğimiz kitaplarımızın muhtevası, tamamen okuyucularımızın, öğrencilerimizin benimle paylaştıkları dramatik olaylardır. Mesela, yeni çıkan “Sevda” kitabında, Sevda Hanım’ın öyle bir hayat hikayesi vardı ki, Allah şahit gönderdiği mektup bitene kadar ağladım. O kadar etkilenmiştim ki… Ben “Sevda”’yı iki gecede bitirdim. Şuanda kitaplarım arasında en çok okunanlardan birisi… “Aysel” diye bir kitabım var. O kitapta anlatılanlar benim adeta dünyalarımı altüst etti.
“HAYATIMDAKİ İLK NAMAZI BU GECE KILDIM”
Bakın size, bana 2 gün önce gelmiş olan bir mesajı okumak istiyorum. “Hocam şuan “Aysel” adlı kitabınızı okudum. Allah sizden razı olsun. Ben Belçika’da iki çocuk annesiyim. 36 yaşındayım, hayatımın ilk abdestini ben bu gece aldım. Hayatımdaki ilk namazı da ben bu gece kıldım. Ne olur bana dua edin. Bu Risale-i Nur hazinesi ve hakikati niye elimize bu kadar geç ulaştı? Bunlara vesile olduğunuz için Rabbim’e sizin için dualar gönderiyorum.” Riyakârlık olmasın, bunun gibi her gün onlarcasını alıyoruz. Hamdolsun, bunlar yaşanmış olduğundan dolayı herkesin hayatı bir manada, bir de içindeki hakikatler Risale-i Nur’dan hakikatler olduğundan dolayı bir hazine, öbür taraftan biz bunu yüreğimizle yazıyoruz, parmaklarımızla değil.
Düzceli Mehmet’in sinemaya aktarıldığı haberleri medyada yer almıştı. Bu konuda son durum nedir?
Sinemaya aktarılmadı henüz ama yurtdışından dünya çapında bir firma temas kurdu bizimle. “Düzceli Mehmet” bir model genç olarak çok etkilemiş onları. Bunu 6 dile çevrilecek şekilde sinema ortamına aktarmayı düşünmüşler. Onlar hazırlıklarına devam ediyor. İşte biz de bir senaryo yazdık. Ama benim senaryom bana göre, onlar kendilerine göre olgunlaştıracaklardır. Bu tür çalışmalar çok zaman alan çalışmalardır. İnşallah, biz de çok arzu ediyoruz. Düzceli Mehmet, ele-avuca sığmayan, asi, moral değerleri tanımayan bir genç… Sonra Hamdolsun Risale-i Nur’u tanıdı, depremde de şehit oldu namaz kılarken. Yani bir gencin başlangıçla bitiş hikayesi, tüm gençlere lazım… Herkesin bu ibretli derse ihtiyacı var. Bu bakımdan, projeyi sabırla bekliyoruz…
Sizin kitaplarınıza yönelik duyduğum bir eleştiriyi sormak istiyorum. Siz kitaplarınızın gerçek yaşamdan alındığını söylüyorsunuz. Eleştiri ise bazı kitaplarınızın gerçek hayattan alınmadığı noktasında… Bunun için ne söylemek istersiniz?
Allah razı olsun. Bunu çok yerde duyduk. Devam da edecek… Bütün kalbimle söylüyorum, kitaplarımıza hariçten bir kelime bile dahil olmadı. Tamamen yaşanmış olaylardır. Mesela biz Kendini arayan Adam’ın, Düzceli Mehmet’in, Aysel’in yüzde 20’sini bile yazamadık. Öyle özel konular vardı ki onları kaleme alamadık. Özellikle bu beni fazla ilgilendiriyor, sebebi şu ki ben bir eğitimciyim. Roman ve hikayeler kurgu olduğu için gençleri çok etkilemiyor. Adam kitabı eline alıyor, zaten kurgu diyerek okuyor… Ama yaşanmış olanlar öyle değil. Zaten bir okuyucu kitabı ele aldığı zaman onun yaşanmış mı kurgu mu olduğunu fark eder. Eğer hayatından bir kesitse, eğer çok tanıdıksa işte bu yaşanmıştır diyor. Ben, bana bu soruyu soranlara onların hepsinin yaşanmış olduğunu söylüyorum. İtimat etmeyenler de olabilir, onlar kitabı eline aldıklarında, oradaki iklimi kokladıklarında, ruhlarında ve kalplerinde yaptıkları tesire baksınlar. Onlar için ölçü o olmalıdır.
MUSTAFA SUNGUR’UN SÖYLEDİĞİ…
Mustafa Sungur Abi zamanında bana söylemişti: “Halit kardeşim, bunlar hikaye bile olsa, bunlar yaşanmamış bile olsa, Risale-i Nur’un, Bediüzzaman’ın anlaşılmasına vesile oluyor mu? Birçok insanın namaza başlamasına, örtünmesine sebep oldu mu? Kardeşim, o benim kitabımdır.”
RisaleHaber hakkında ne söylemek istersiniz? Sitemiz için teklif ve tavsiyeleriniz nelerdir?
Benim için iki nokta ehemmiyet arzeder. Birisi; yazdığımız haberler güncelliği ne kadar takip ediyor? Güncel problemlerin ne kadar çaresi? İkincisi de bu haberler umumu ne kadar kucaklıyor. Bu iki kıstas, bana göre eğitimin iki temel noktasıdır. Siz inşallah bunu yapıyorsunuz.
Röportajın birinci bölümü için TIKLAYINIZ