İnsanlık tarihinin en büyük, en muazzam olayı… Mü’minlerin geçmişte vazife olarak yerine getirdikleri ve hayat devam ettiği sürece yapmaktan kaçınmayacakları bir iş, amel ve aksiyon süreci hicret…
İmandan sonra en önemli bir vazife olarak Müslümanların gündeminde yer almıştır bu tarihi hicret…
İslâm’ın sistematiği açısından büyük bir öneme sahiptir. Fevkalâde bir tesir icra eden ve yankı uyandıran bu olayın kahramanlarına Kur’ân “muhacir” ünvanını lâyık görmüştür. O günden bu güne mânevî pâyeleri en yükseklerde seyreden bu kutlu kesim, Muammed (s.a.v) ümmetinin başında takdirle anılagelmişlerdir.
Hicreti, sadece Mekke-Medine boyutuna değil, o günün Müslümanlarına münhasır bir fazilet gibi algılamak değil, bütün çağlara ve gelecek asırlara yayılmış, kalıcı ve sürekli bir ibâdet olarak algılamak gerekir.
Allah Resulü (s.a.v)’in ifade buyurdukları mâna derinliğini yakalayabilmektir: ”Gerçek muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçan, onları terk eden kimsedir.” “Hakiki muhacir, hata ve günahları terk edendir.”
İsmail Aksoy'un yazısı için TIKLAYINIZ