Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Fussilet 45-48. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
45 . And olsun ki, Mûsâ’ya da Kitâb’ı verdik de onda ihtilâfa düşüldü. Hâlbuki Rabbin tarafından önceden (söylenmiş) bir söz olmasaydı, elbette aralarında hüküm verilmiş (işleri bitirilmiş) olurdu. (*) Şübhesiz ki onlar, ondan (o Kur’ân’dan), (kendilerine)kuşku veren ciddî bir şübhe içindedirler.
46 . Kim sâlih bir amel işlerse, artık kendi lehinedir; kim de kötülük ederse, o takdirde (o da) kendi aleyhinedir. Rabbin ise kullar(ın)a aslâ zulmedici değildir! (**)
47 . Kıyâmetin (ne zaman kopacağı) bilgisi, O’na havâle edilir. O’nun ilmi olmaksızın, ne mahsûller tomurcuklarından çıkar, ne bir dişi hâmile kalır, ne de doğurur! Ve (Allah) onlara: “Nerede (bana koştuğunuz) ortaklarım?” diye sesleneceği gün (onlar): “Sana arz ederiz ki, (şimdi buna dâir) bizden hiçbir şâhid yoktur!” derler.
48 . Daha önce (kendisine) yalvarmakta oldukları şeyler ise, onlardan kaybolmuş ve kendileri için kaçacak bir yer bulunmadığını anlamışlardır.
(*) “Önceden söylenmiş söz”den maksad, hesâbın ve cezânın kıyâmet gününe kadar ertelenmiş olmasıdır. “Aralarında hüküm verilmiş olurdu” cümlesinden murâd ise, cezâlarının dünyada iken kendilerine hemen verilmemesidir. (Nesefî, c. 4, 142)
(**) “وَماَ رَبِّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَب۪يدِ [Rabbin ise kullar(ın)aaslâ zulmedici değildir!] gibi âyetlerin işâret ettikleri kıyâs-ı adlînin (adâlete dâir kıyâsın) hülâsası şudur ki: İnsanlar gāyet refah ve rahatla ve mazlum (zulme uğrayan) ve mütedeyyin (dindar) adamlar gāyet zahmet ve zillet ile (aşağılanarak) ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir ikisini de müsâvî (eşit) kılar. Eğer şu müsâvât (eşitlik) nihâyetsiz ise ve bir nihâyeti yoksa, zulüm görünür. Hâlbuki zulümden tenezzühü (uzak olması), kâinâtın şehâdetiyle sâbit olan adâlet ve hikmet-i İlâhiye (Allah’ın adâlet ve hikmeti), bu zulmü hiçbir cihetle kabûl etmediğinden, bilbedâhe (açıkça) bir mecma‘-i âharı (diğer bir toplanma yerini) iktizâ ederler (gerektirirler) ki, birincisi cezâsını, ikincisi mükâfâtını görsün. Tâ şu intizamsız perîşan beşer (insanlar), isti‘dâdına (kābiliyetine) münâsib tecziye (cezâlandırma) ve mükâfât görüp adâlet-i mahzâya (tam bir adâlete) medâr(sebeb) ve hikmet-i Rabbâniyeye mazhar ve hikmetli mevcûdât-ı âlemin (âlemdeki varlıkların) bir büyük kardeşi olabilsin.” (Tılsımlar, 26. Söz, 111)