Koca Halil Yürür Ağabey

Muhammed Numan ÖZEL

Halil Yürür ağabey, ‘Koca Halil’ olarak da bilinir. 1930 Antalya-İbralı doğumludur. 1983 yılından beri Eskişehir'de yaşayan Halil ağabey 1954 yılında Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ile görüştü. Ciddi manada hizmetlerle hemhal oldu. Hizmetlerin yokluk döneminde cefa çeken ve teksir hizmeti döneminde teksir makinesiyle sürekli olarak bu hizmeti ifa etmek gayretinde olmuştur. Zübeyir ağabeyin de çok yakınında bulunmuştu. Hizmetin her safhasında en küçüğünden büyüğüne kadar ciddi manada emekleri var.

Bu zamanda hizmet-i imaniyede hazz-ı nefsini bırakıp ve mahviyet ile tesanüt ve ittihadı muhafaza eden bir hâlis kardeşiniz, bir veliden ziyade mevki alıyor.”[1]

“Hem yalnız livechillah, rıza-i İlâhi için, fazilet için amel eder, çalışır.”[2]

Ahmet Gümüş Ağabeyden: “1962’de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne devam ettim”

İmam Hatip Okulu’nu bitirince 1962’de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne devam ettim. Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitiremedim, 1964’de ayrıldım. Belgelenmiş oldum. Yüksek İslam Enstitüsü’ne kayıt olurken, dokuz bin lira yatılı parası vardı. Halil Yürür Ağabey benim velim oldu, bana kefil oldu. Okuldan ayrılınca, bu paranın -Ecevit affı ile faizleri kalkınca- asıl miktarı olan 3.295 lirayı yatırdım.

Arapçayı da öğrenmek istiyordum. Bunun için Şam’a gittim. Şam’da üç ay kaldım. Bu arada faaliyetlerim bulunuyordu. Şam’dan sonra tekrar İstanbul’a Zübeyir ağabeyin yanına döndüm. O da beni Ankara’ya gönderdi. Ankara/Cebeci’de Dr. Mehmet Akay’la yedi-sekiz ay beraber kaldım. Tekrar İstanbul’a döndüm, Zübeyir ağabeyin yanında epey kaldım. Eyüp Ekmekçi ile beraberdik. Zübeyir ağabey: “Kim Risale-i Nur’u çok okursa, Risale-i Nur’a o vâkıf olur” derdi. Risale-i Nur’u devamlı okuyan kazanır.

TEKSİR KOLUNUN YÖNÜNÜ RUSYA’YA, ÇİN’E, JAPONYA’YA ÇEVİRİN

Bir gece İstanbul Zeyrek’te teksir yapıyoruz. Teksir kolu malum elle çevriliyor. Halil Yürür baş mimarımızdı, bizler hizmetçisiydik yani. Çok güzel teksir çıkarırdı o. Zübeyir Ağabey Halil Yürür’e demiş ki: “Kardeşim, sen böyle teksir kolunu çevirdikçe o çıkan nur sayfalarından fışkıran haleler, ışınlar; cisimler hiç mani olmadan her şeye nüfuz eder. Teksir ederken teksirin kolunu Rusya’ya, Çin’e, Japonya’ya çevirin.” Halil Ağabey teksir yaparken bize hem bunu anlatıyor, hem de teksir makinesinin yönünü çeviriyordu.

Zübeyir Ağabey: “Bu nurlar basılıp çıkıp satıldığı zaman İstanbul’un bahar çiçekleri açıyor. O çiçekleri arılar keşif kolu olarak tespit ediyorlar, kovana işaret veriyorlar, sabah arılar kalktığında doğru bahar çiçeklerinin olduğu yere gidip orada tozlaşma yapıyorlar, o tozlaşmalar Kur’an’ın ballı ve Nurlu meyveleridir. Kur’an bahçesi, İslam bahçesine çevriliyor” diyordu.

Hendek Muharebesinde hendek kazılırken Selman-ı Farisi güçlü kuvvetli imiş. Bir taşa rast geliniyor, kazma kürek işlemez olmuş. Peygamber Efendimize (a.s.v.) haber veriliyor. Efendimiz, Bismillah deyip taşa vurduğu zaman taştan bir ışık parlıyor, İran’ın sonu; bir daha vurduğu zaman Bizans; Hindistan… Bunun gibi işte…”

 

Halil Yürür’ün fedakârlığı

Abdulkafi Talu Ağabeyden: “İstanbul’da bir de Süleymaniye Kirazlı mescid Sokakta 46 Numara denilen bir dershane vardı asıl. Orada Ahmed Aytimur ağabey kalıyordu. Yalnız 46 Numara küçüktü.. Halil Yürür vardı orada da. O zamanki teksir işlerine katılırdık hep beraber. Çok teksir kolu çevirdik... Risale sandıklarını sırtımıza alır postaneye götürürdük. Ahmed Aytimur, ağabeyimizdi, çok ihlâslıydı… Ben daha bekârım tabi…

Biz Yenikapı’da oturuyoruz. Halil Yürür de Süleymaniye’de oturuyor, orada Risale-i Nur’un teksir işlerini yapıyordu. Biz aklımıza estikçe birbirimize gider gelirdik, gece yarısı bile... Bir gün gittik Halil’in yanına. Çay falan derken acıktık biz... Garibanlık var ya, çayı kaynatıp kaynatıp içerdik. Acıkınca “Bir şeyin yok mu len Halil acıktık biz” dedik. “Var ama siz yemezsiniz onları” falan diye mırıldanmaya başladı. “Yeriz canım ekmek değil mi bu?” dedik. Meğer çöpten topluyormuş ekmekleri mübarek… Hâlbuki Halil çok ticaretli bir adamdır, çalışsa iyi kazanırdı... Ekmekleri getirdi ama belli, yani yere düşüp kalktığı… “Bunlar var, ben teksir yapıyorum, hizmet var, bir iş’te çalışamıyorum” dedi. Ağzımız açık kaldı. İçimiz çekmese de yedik artık biraz…”

Mustafa Ekmekçi Ağabey: "Risale-i Nuru okusanız yüz istifadeniz olur"

"Üstadı ikinci ziyaretim 1958 senesinin yaz mevsiminde oldu. İstanbul'dan Halil Yürür'le birlikte trenle yola çıktık. Üstad o zaman Isparta'da idi. Isparta'da Rüştü Çakın Ağabeyin dükkânına gittik. Bayram Ağabey bizi alıp Üstad'ın yanına götürdü. Önce Tahirî, Mustafa Sungur, Zübeyir, Bayram ve Ceylân Ağabeylerin kaldığı odada bir müddet sohbet ettikten sonra Üstad bizi çağırdı.

"Üstad'ın yanına vardığımızda çok hiddetliydi. Bize şöyle hitap etti:

'Niye şahsımı ziyarete geliyorsunuz? Benim yerime Risale-i Nur'u okuyunuz. Beni görünce bir istifadeniz oluyorsa, Risale-i Nur'u okursanız yüz istifadeniz olur.'

"Önceki ziyaretimizde olduğu gibi, yine anne ve babamızı sordu. 'Valideyniniz sizi Risale-i Nur'a vermiş' dedi. İstanbul'a dönünce de, Gönenli Mehmed Efendi, Sinan Omur ve Mücellit Halil'e selâmlarını iletmemizi söyledi.”

Ali Demirel Ağabey:Üstadla Son Görüşmemiz ve Milliyet Gazetesi”

1960 senesinin birinci veya ikinci günü hanımım derse gitmişti, eve gelince dedi ki: “Müjde, Üstadımız geliyormuş İstanbul’a.” Hemen yemeğimi yedim, sivil elbiseleri giydim, Kirazlı mescid 46 Numaraya gittim, orası dershane. “Kardeşler Üstadımız geliyormuş, nereye gelecek?” diye sorunca, “Valla bizim haberimiz yok.” dediler. Oradan çıktım, arkama Risalelerin Anadolu’ya sevkini yapan Halil Yürür takıldı. Ne yapar eder bu Üstadı bulur, görür diye geliyordu arkamdan. Gelme desem de geliyordu. Doğru Avukat Bekir Bey’in yazıhanesine gittim. Yazıhane o zaman Cağaloğlu’ndaydı, Atay Apartmanı’nda. Rahmetli Atıf Ural’ın ağabeyi Kemal Ural vardı orada. Onun haberi varmış, üstadın Piyer Loti Oteli’ne gittiğini söyledi. Vardık otele. Sonradan isminin (Birinci Şubeden) Faruk Eriş olduğunu öğrendiğim bir İrticai Şefi otelin kâtibi kılığında karşımıza dikildi, “Buyurun efendim, ne istiyorsunuz?” dedi.

Ben de “Bediüzzaman’a ziyarete geldik” dedim hemen. Cebinden bir kalem çıkardı, “İsminizi söyleyin, yukarıya telefonla bildireyim” dedi. “İsme lüzum yok, bir ziyaretçi dersiniz” dedim. Halil de yanımdaydı. Aynı salonda karşıda her masada bir adam oturuyor; ya polis, ya da gazeteci bunlar. Hızlı hareket ettiğimden mi, yoksa ortamdaki insanlardan mı ne, birden içim sıkıldı içerde, nefes almaya dışarı çıktım; baktım karşıda siyah bir araba, içinde polisler. O arada Halil Yürür “Ali Abi!” diye bağırmasın mı? Hemen akabinde Üzeyir Şenler geldi. Üstada demişler ki, “Tayyareci Ali ile Halil Yürür geldi.” Üstad hemen “Gelsinler.” demiş.  Onunla birlikte yukarı çıktık. Ertesi günkü Milliyet Gazetesi şöyle yazıyordu: “İstanbul teşkilatından olduğu anlaşılan ‘Ali Abi’ isminde birisi en son saat 19.30’da vakit geçirilmeden kabul oldu.”

Rabbim hizmetin mazisinden bugüne kadar sadakat ve ihlas ile hizmet eden ağabeylerimizden razı olsun ve ahrete irtihal edenlere de rahmet eylesin.

“Yâ Rab! Bunların ders ve talimlerinin hakkı ve hürmeti için bize ve Risale-i Nur talebelerine iman-ı ekmel ve hüsn-ü hâtime ver. Ve bizleri onların şefaatlerine mazhar eyle. Âmin.” [3]

Mehazlar:
Necmeddin Şahiner / Son Şahitler
Ömer Özcan / Ağabeyler Anlatıyor

[1] Şualar 317

[2] Sözler 132

[3] Şualar 187

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.