Annemin, emanetini suhuletle birkaç dakika içinde teslim ediverişi bana bunu düşündürdü:
Kolay ölmek için nasıl yaşamak gerekir?
Senelerce şahidi olduğum hayata baktım, bu hayatta neler vardı ki kolayca gidiverdi?
Elbette fark edemediğim noktalar hatta idrakine eremediğim sırlar olmakla beraber gözlemleyebildiğim kadarı ile kolay ölmeye sebeb olan bazı ukdeler bunlar olduğunu düşündüm:
- Kim olursa olsun ve nasıl yaşarsa yaşasın kimse hakkında kötü düşünmemek, su-i zan etmemek, gıybetini etmemek
- Kimse ile çekişmemek
- Helal etmediği bir hakkı bulunmamak[i]
- Kimsenin hatasını yüzüne vurmamak, hayrı için dua etmek; şerrini arttıracak tavır takınmamak
- Kendine yapılan haksızlıklar karşısında haksızlık ederek hakkını almaya çalışmamak ve şahsi hakkının muhafazası için kimsenin huzurunu kaçırmamak
- Kendisine edilen hakaretlere karşı müsamahakâr olmak ve nefsini temize çıkartmamak. Hakaret eden kişinin mümkin mazuratını dikkate almak. Hatta bir mazereti yoksa bile vardır diye düşünerek mukabele i bil-misil etmemek. Başkasının kusuruna bakmadan daim kendi kusurunu görmek[ii].
- Muhataplarına nutuk atmamak, kendini kimseden büyük görmemek
- Her hadisenin Allah’dan geldiğinin şuuru ile tam bir teslimiyet ve tevekkül içinde olmak
- Dünyadan ve dünya içindekilerden bir beklenti içinde olmamak
- Allah’dan gelene karşı direnmemek
- Yaşına ve konumuna bakmaksızın istisnasız herkese hürmet ve hizmet etmek ve küçük kızı dahil kimseden hizmet ve hürmet talebinde bulunmamak; hürmetsizlik gördüğünde susmak…
- Vazifesi olmayan işlere karışmamak, insanların hayatlarına müdahale etmemek
- Muhatabın memnuniyetini ve teşekkürünü talep etmeden üzerine düşen vazifeyi yerine getirmek
- Kimse tarafından anlaşılmasa bile güzel ahlakın gereğini yerine getirmek ve “bu güzel davranışım anlaşılmıyor, sürdürmek faydasız” diye düşünmemek.
- Haset etmemek
- Gıybet etmemek
- Kendine zulmedenler de dahil kimse hakkında bir tek kötü kelam etmemek ve onların güzel yanlarını görerek onlardan yeri geldiğinde övgü ile bahsetmek[iii].
- Değil insanları, zerreleri bile incitmemeye gayret etmek
- Kulpu kırık tencereleri atmadığı gibi, muzır yönleri olan insanları da iteklememek, ötelememek, defterinden silmemek
- Fazla konuşmamak ve konuştuğunda hayır söylemek
- Allah’ı, Resulünü ve onları sevenleri sevmek
- Allah’ın evliyasına muhabbet beslemek
- Kur’ana hürmet etmek
- Haddini bilip hududundan taşmamak ve çizgiyi aşmamak
- Mutlak bir gereklilik olmadıkça, kimseye haddini bildirmenin kendi vazifesi olmadığına şuuru olmak[iv].
- Herkesin yaptığı kötülüğün kendi aleyhine olduğunu düşünmek, onlara üzülmekle beraber kötü davranışı için onu rencide etmemek[v]
- En büyük silah olan duayı dilinden ve kalbinden düşürmemek
- Dünya ve içindeki hiçbir şeye kalbini bağlamamak
- Dünya metaını istememek
- Vazifesi uğruna her türlü meşakkati cana minnet bilmek[vi]
- Azrail Aleyhisselam’ın bir melek olduğunu bilip ondan korkmamak hatta gelişini beklemek ve istemek[vii].
- Yanında bulunanlar haricinde kimselerin yolunu gözlememek ve kendini tercih edeni tercih etmek[viii]. (bu noktada Hazreti Zeyd Radiyallahu Anh’ın ailesi ile Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam arasındaki tercihi hatırıma geldi. Anacığım da kimselere gelmedi gitmedi diye sitem etmez hatta zahmet etmeyin, yorulmayın, gelmeyin der idi. Bilmiyorum içten içe üzüldüğü şeyler var mıydı ama bu gibi şeyleri dert edip gönül koysa her halde kuş gibi uçarak gidemezdi… tabi akıl bu gibi mevzularda çok da yeterli değil. Benimkisi bir tür akıl yürütmek)
[i] Acibdir ki sık sık “anne bana hakkını helal eder misin?” sualime daim verdiği cevap bu idi: “kızım benim ne hakkım var ki sen hakkını helal et….” Sözün bitiği yer…
[ii] Bu konuda annemin tavrı abartılı gelmiştir bana ve çevresindekilere. Bir insan hem çok güzel hasletler sahibi olup da hem kendini daim yermesi …(şu an fark ettim de çoğu Allah dostlarının tavrı değil midir bu? Daim kendini kusurlu bilemek)
[iii] Çok defa şahit oldum ki annem kendisine zararı dokunmuş biri bile olsa her insanı güzel hasletleri ile anardı. Herkesi melek gibi anlatırdı. Aynı şahıslar hakkında başkalarından bir şeyler işittiğimde hayret ederdim ki “yahu bu insan melek gibi değil miydi, böyle bir yanı da mı varmış, hayret…” bununla beraber, haklarında asla kötü konuşmaz ama bazı insanlardan uzak dururdu. Ah ne olurdu bana biraz bu işlerin sırrını anlatsa idi. Sanırım bu fıtrî bir biliş gibi. Yani yaşanan ama başkasına, hele ki anlatmak ile, talim edilmeyen bir hal.
[iv] Annemi kimseye akıl verirken gördüğümü hatırlamıyorum. Kendisinden bir sual edilse bile “ben ne anlarım ki ne bilirim ki” der idi. Fakat halinden belli idi ve çok az insan tarafından anlaşıldı ki çok insanlardan daha çok şey biliyordu. İlmen olmasa da kalbî hissedişleri ve Allah’a olan teslimiyeti ile adeta sevk ediliyordu. (herkes annesini çok sever elbet. Ben de abartılı ifadelerden kaçınmaya çalışıyorum ama inanın üzerinde düşündükçe nasıl bir veli kul imiş demekten de kendimi alamıyorum. )
[v] Annemin çok zikrettiği cümlelerden biri de “kim ne yaparsa kendisine yapar” sözü idi.
[vi] Annelik vazifesini ifa ederken kendine gelmesi muhtemel her türlü zararı göğüslediğine çok şahit olmuşum. Ve bunu planlayarak değil fıtrî bir sevk ile ve acib bir zevk ile yaptığını düşünüyorum. Anneler bunu rahat anlarlar.
[vii] Vefatından birkaç ay evvel ölmek için daimi bir duaya başlamış ve ciddi olarak ölmeyi istediğine çok şahit olmuşum. Her ne kadar “beni bırakıp gidecek misin?” diyerek duygu sömürüsü yapmaya çalışmışsam da ölmek isteği hatta zaman zaman “kıyamet kopuverse artık” demeleri devam etmiş.
[viii] Çok işitmişim ki evladı uzak yerlerde olanlar vefat etmeden evvel onları görmek istemiş ve hatta sayıklamışlar. Annem ise kimselerin adını sayıklamadan ve gözü kapılarda kalmadan gitmiş. Zaten yüzünü de duvardan tarafa çevirerek gitmiş. O zaman düşünemedim ama rahat nefes alması için sırt üstü çevirmeye çalışmasam tam sünnet üzere bir yatış pozisyonunda son nefesine verecek idi. Ruhunu teslim etmekte olduğunu gösteren tek emare bakışları idi. Başka birilerine ve başka bir aleme bakıyordu ah ben dahi görebilse idim kime ve nereye bakıyordu. Fakat huzuru ve sükuneti kime ve nerelere bakıyor olduğu hakkında ip ucu değil mi?