İnsan sadece bir bilim dalına konu olacak kadar basit bir varlık değildir. Son derce kompleks ve çok boyutlu harika bir yaratılış mucizesidir. İnsanda biyolojik, hissî, aklî, sosyo-kültürel, tarihî, ahlâki, psikolojik gibi bir çok yönleri bulunmaktadır.
İnsan özü itibarıyla Allah’ın en güzel surette yarattığı ve O’nun güzel isimlerine ayna olabilecek istidada sahip, en üstün ve şerefli bir varlıktır. Meselâ; insanın biyolojik boyutunda Hayy, Kayyûm, Rezzâk ve Musavvir gibi isimler açık şekilde tecelli etmektedir. İnsanın, bu potansiyel konumunu bilfiil gerçekleştirebilmesi için kendisinde tecelli eden bu isimleri okuyabilmesi ve her birini kulluğuyla olgunlaştırması gerekmektedir. Bu hakikatleri, aşağıdaki çok boyutlu insan tarifinde özetlemek mümkündür.
“İnsan ‘ene (nefis), ego, benlik’ olarak yartılmış varlık ağacının bir tohumudur. İnsan, biyolojik gelişme ile birlikte ene çekirdeği ile filizlenen benliğin üç merkezinden biri olan fizikî merkez ile yönlendirilen biyolojik bir bedene sahiptir. Fakat sadece fizikî bir yapıdan ibaret değil. His merkezinin meyvesi olan psikolojik bir yönü de vardır. Fark edilmeye, dinlenilmeye, saygı duyulmaya ve teşvik edilmeye ihtiyacı olan bir varlıktır. Ama sadece duygu merkezli de değil. Aynı zamanda zihin merkezinin meyvesi olan akıl ve düşünce sahibi olan bir varlıktır. Sadece zihin merkezinden de ibaret değil. Benliğindeki üç merkezin gelişmesiyle şekillenen bir mizaca, egoya, karaktere ve kişilik motifine de sahiptir. Egosunu şekillendiren korku, öfke ve ihtiraslarının sağlıklı tatmin edilmesine ve yönetilmesine ihtiyacı vardır. Ama sadece mizaç, ego ve kişilikten de ibaret değil. Aynı zamanda sosyo-kültürel bir varlıktır. Aidiyet duygusunun tatmin edilmesine, sosyo-kültürel kimliğe ve sosyalleşmeye ihtiyacı vardır. İnsan, sosyo-kültürel bir varlık olmanın ötesinde de bir şeydir. İnsan, tarihî yönü olan bir varlıktır. Dünden bugüne ve bugünden yarına doğru uzanan bir mirasın üzerinde yaşıyor. Dününü bilmesi, bugününü anlaması ve yarınlarını sağlıklı bir şekilde inşa edebilmesi çin geçmişe, bugüne ve yarınlara uzanan bir tarihî kimlik ve şuura da ihtiyacı vardır. Ancak sadece tarihî bir varlık olmanın da ötesinde bir şeydir. İnsan, ahlâki bir varlıktır. Güdülerinin sınırı olmadığı için kendisine ve hemcinslerine hayatına zarar vermeyecek, onlara saygı duymasını sağlayacak ve her varlığın hayatını zenginleştirecek ahlâki değerlere ve ferdî bir anayasaya da ihtiyacı var. Ancak ahlâkî varlık olmanın ötesinde de daha fazla bir şeydir. İnsan, içinin en derinlerinde Yaratanından tecelliler ve yansımalar barındıran ‘aşkın’ yönü olan ruhâni bir varlıktır. Varlığının özündeki bu vicdan kaynaklı sese kulak verdiğinde hep ona şunları söyler: Acziyetine, fakirliğine, kusur ve noksanlıklarına çare olacak; sebeplerin bittiği noktada sana yardım elini uzatacak Mutlak Kudret ve Zenginlik Sahibi Bir Otorite’ye dayanma ve teşekkür etme ihtiyacın var.’ Ancak insan, ruhâni varlık olmanın ötesinde de daha fazla bir şeydir. ‘Ene’, yani ‘ben’ çekirdeğinin meyveleri olan bütün bu varlık tabakalarının hepsine aynı anda sahip olan ve bu alt sistemlerin etkileşimiyle sonsuz denebilecek sayıda insan tipolojilerine, faaliyetlerine, bilimlere zemin hazırlayan kompleks bir sistemdir.
O hâlde insanın sağlığı, dengeli gelişmesi, büyümesi, olgunlaşması, yaşama sevincini yakalayabilmesi, huzurlu bir hayat sürmesi, kendine, ailesine, milletine ve insanlığa katkıda bulunabilmesi ve yukarıda zikredilen yedi boyutta hizmet, rehberlik ve eğitim sunulabilmesine bağlıdır.
İnsanı sadece yukarıda saydığımız özelliklerle özdeşleştirmemek gerekir. Çünkü insan, bu varlık tabakalarından daha fazla bir şeydir. İnsanın çok boyutluluğuna ve küçük bir kâinatı içinde barındırdığına saygı göstermek lazım.
Günümüzde uzmanlık alanlarına göre tasnif edilmiş bilimlerin; Kur’ân-ı Kerîmden ve onu hayatına hayat yapan Peygamberimiz’in (a.s.m) sistemli rehberliğinden istifade etmeye yanaşmadıkça, insanın bütününe ait ve gerçeğe en yakın fotoğrafını çekebilmek çok zor olsa gerek. Çünkü son vahyin temsilcisi olan Peygamberimiz’in (a.s.m) sünnet-i seniyesi; insanın bütün yönlerini hesaba katarak, onları yaratılışları doğrultusunda kullanan ve orta yolun en güzel örneğini teşkil etmiştir. Kur’ân ve hadîslerin rehberliğinde, insan; bu çok boyutlu yapısını dikkate alarak kendisine verilen donanım ve kabiliyetlerin diliyle, ölçüsüne uygun soruların cevabını bulması gerekmektedir. Herkes âdeta bir bal arısı gibi her bilim dalının bu sorulara verdikleri cevapları okuyarak, anlayarak ve onlardaki doğruları, Kur’ân ve sünnetin yol gösterici ölçüleri ışığında birleştirerek insanın sistemci bir analizini ve modelini ortaya koymalıdır. En azından bütüncül cevabını bulamadığını hissettiğinde:“Benim mesleğim veya bakış açım doğrudur veya daha güzeldir diyebilmeli fakat yalnız benim bakış açım ve mesleğim doğrudur ifadesini kullanmayan” insaf ve adâlet düstûrunu kendine rehber etmesi gerekmektedir. Bu anlayış ve olgunluğa ulaşılabilinirse, hem bilimle uğraşanlar arasındaki ihtilaf ve çatışmalar bir zenginliğe dönüşür, hem de geniş halk kitlelerinin düşünce dünyaları bir o yana, bir bu yana savrulmaz ve araştırmacılar da insanın ne olduğuna dair daha gerçekçi bir fotoğrafı çekme imkânına kavuşmuş olurlar.