Sevgili lider’leri Kim Jong-il’in ardından bir millet sinesini döve döve gözyaşı döküyor. Biz garipsiyoruz. Kuzey Kore diktatörüne ölümünden sonra da hürmette kusur etmek yasak. Biz yadırgıyoruz. Ne garip!
Şu garipseyene, şu yadırgayana, şu beğenmeyene, şu hor görene bakın demiyoruz. Burun kıvırıp aşağıladığımız karmaşık duygu durumu bize ne kadar uzak, ne kadar yabancıymış meğer. Şaşmamak elde değil.
Kuzey Kore medyası, alaycı yayınlarımızın farkına varmıyor neyse ki. Dillerine dolamak isteseler, bir cümle yetecek. “Ulan siz ha, ulan bize ha, ulan yukarıda Allah var” demeleriyle bitecek işimiz.
70 yılı aşkındır her 10 Kasım’da resmi yas tutmuyormuş gibi davranıyoruz. Şu 72 fırka insanlık âlemi içinde bizden iyi anlayan çıkmaz oysa Kore halkının çocuksu haletiruhiyesini.
Neyimiz eksik? Biz de çocukluktan kurtulamadık. Histeriyse bizde de var bir parça. Kuzey Korelilerin zorunlu kitlesel matem gösterisine biz de hâlâ Fransız bakıyorsak batsın gitsin bu dünya! Kim Jong-il’in ardından ağlamak mecburiymiş, merasimle dövünmeyene ceza kesiliyormuş. Secdeye kapanma törenleri korkudanmış hep. İçten bir sevgi değilmiş yansıtılan derin kederin sebebi. Yasalar emrettiği içinmiş. Bakın siz!
Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu biz yapmadık sanırsınız. Kimse bu yasayı ihlalden cezalandırılmadı, gayriresmi tarihe meraklı kimseye haddi bildirilmedi, esas duruşunu kazara bozan kimse şiddetle tedip edilmedi, resmi ideoloji muhalifleri medyanın gadrine sanki hiç uğramadı bizde.
Bugün hâlâ cumhuriyetimizin kurucusunu layıkıyla anmayı güvenip de sivil topluma havale edemeyen biz değil miyiz?
Ölen adamın mirası, babadan oğula geçen bir hanedanlık. Küçük oğlunu tahtına vâris tayin etmesi yine de gülünç kaçıyor...
Yönetim aile içinde el değiştiriyor ama aile şirketi değil koca bir memleket bu. Nepotizmin zirvesi, akrabacılığın şahikası, kayırmacılığın Olemp’i, ailece memleket idaresinin Everest’i bir hanedan rejimi. Sistemin güya halkçı karakteriyle uzaktan yakından alakası olmayan bir komünizm.
Mevta diktatör, yerine oğlunu bırakıp gitmiş. 27 yaşında, hiç devlet tecrübesi olmayan, askerlik yapmadan omuzlarına orgenerallik rütbesi takılmış bir genç. Anlı şanlı generaller başta, düzenin bütün adamları derin bir saygı ve huşu içinde eğilip selam duruyor önünde. Gariban halk Kim Jong-un’a razı olmayıp da ne yapsın?
Miras, vâris, halef meselesi mühim meseledir. Cumhuriyeti kuran kadronun gelecek vizyonu hakkında bir fikir verebilir bize. Nasıl bir cumhuriyet tahayyül etmişti Atatürk? Hatırası kanun emriyle korunan biri mi, halkının samimiyetle sevip bağrına bastığı bir lider mi olmak istemişti?
Onun namına iş gören Kemalizm’in icatlarıyla mutabık olacağına ihtimal vermiyorum. Yaşarken çok partili demokrasiye geçmeyi denediğine göre, Atatürk’ün bir oğlu olsaydı yerine veliaht da bırakmazdı bence.
Mutasyona uğrayan genler, unutulan diller, kayıp giden yıldızlar izlerinden geriye doğru inşa edilebiliyor. Dillerin oluşumunu, insanoğlunun genetik soyağacını, ırkların yeryüzüne dağılışını, evrenin yol haritasını bu sayede çıkarabiliyoruz.
Tarih de tarihi kişiliklerin zihin haritası da olasılıklar üzerinden yapılandırılabilir. Benzer akıl yürütme yöntemleri, Atatürk’ün Atatürkçülük’ten ayrıldığı noktaları görmemizi sağlar belki.
Atatürk tartışmalarına önemli katkılarda bulunan tüm araştırmacılara soruyorum, özellikle de Taha Akyol’a:
Bir oğlu olsa, halifesi yapar mıydı bize? Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa, Halk Fırkası’nın önde gelenleri nasıl karşılardı bu tasarrufu? Aziz hatırasına hürmeten, rıza gösterirler miydi başa geçmesine?
Atatürk, cumhuriyeti yine umum gençliğe mi emanet ederdi, kendi soyundan gelen tek bir gence mi? Etrafındaki zevat, milletin istikbal ve selametini mi düşünürdü, sistemin putlaştırılan bir lider kültü üzerinden bekasını mı?
Farkımızı bilelim diye soruyorum. Yoksa, zorunlu olduktan sonra, yasalarla koruma altına alındıktan sonra kim zevahiri kurtarmak için müteveffa bir lidere reverans yapmaz ki? İki damla timsah gözyaşına bakar hepsi.
Akif Beki-Radikal