2011 çok stresli ve çalkantılı bir yıldı... Hâlâ da durulmuş değil. Yılın son günlerinde Uludere'de 30'un üzerinde yurttaşımızın F-16'larla bombalanarak öldürülmesi bütün bir yılın olumsuzluklarını bile aştı.
Çok vahim bir olayla karşı karşıyayız.
Kaçakçılık yaptığı söylenen Uludere köylülerinin F-16 uçaklarıyla bombalanması gerçekten insanı dehşete düşürüyor.
Oysa 2011'de yeni anayasa yapmayla, Başbakan Erdoğan'ın Dersim özrüyle, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın Kürtlere anayasal güvence verileceğini açıklamasıyla hatta "mini demokratikleşme paketi"yle biraz olsun umutlanmıştık.
Bu vahşet o umutları bile gölgede bıraktı.
Peki, elinde son teknolojiye sahip silah ve araçlar bulunan bir ordu bu vahim hatayı nasıl yaptı?
Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan ilk açıklama kafaların ne kadar karışık olduğunu gösteriyor.
"Geçmişte bölücü terör örgütünce gerçekleştirilen saldırılarda, teröristlerin, kullandığı ağır silah, cephane ve patlayıcıları yük hayvanları ile Irak'tan getirerek sınırdan içeri soktukları, teslim olan terörist ifadelerinden bilinmektedir."
Eee... Hani "çeşitli kaynaklardan alınan istihbarat ve yapılan teknik analizler sonucunda" karar verilmişti?
Yük hayvanlarıyla bir grup gördüyseniz hemen savaş uçaklarını mı harekete geçirmeniz gerekiyor?
Bildiğim kadarıyla Genelkurmay Başkanlığı'nın temel bir ilkesi var; "İlk ateş eden siz olmayın."
Savaş koşulları da olsa çağdaş devletin uyması gereken temel kurallar var. Hedefi öldürmek olmamalı...
Bu cevap bana PKK'nın Şırnak'ta 4 sivil kadına saldırısını hatırlattı. Sivilleri hedef alan bu saldırıyı PKK şöyle açıklıyordu: "Onları polis zannettik..."
Genelkurmay'ın açıklaması da çok farklı değil: "Onları terörist grup zannettik."
Yıllardır bu gerekçelerle bu topraklarda devlet vatandaşını katletti. Mustafa Muğlalı Paşa da 33 köylüyü "kaçakçı" sanarak kurşuna dizmişti.
Bölgenin demokrasi ve hukuk açısından güçlü devleti, kendi halkını savaş uçaklarıyla bombalıyorsa, Suriye'den ne farkı kalır?
Bu farkın ortaya konması için siyasi irade hemen ağırlığını koymalı ve Genelkurmay Başkanlığı hakkında soruşturma açmalı. Ama ondan da önce olayın sorumlusu görünen Hava ve Jandarma Kuvvet Komutanları istifa etmeli. İstifa etmezlerse de görevden alınmalılar... Bu sorun, o kurumlarda görevli birkaç kişiye yıkılarak geçiştirilemez.
Henüz ayrıntılı bilgimiz yok ama olayın oluş biçimi ister istemez eski devlet aklının yine devreye girdiğini gösteriyor. Çünkü bu olay, siyaseten en büyük zararı AK Parti hükümetine verecek. Geçmişte Türkiye'nin önünü Aktütün ve Hantepe gibi olaylarla kesmeye çalışanlar bu kez de harekete geçmiş olabilir.
Bu algının da artık devreden çıkması için sürecin her adımı derinlemesine soruşturulmalı. Mehmet Baransu yanlış istihbarat veren kaynağın bilindiğini söylüyor. Anlaşılan işin içinde yine bilinen karanlık bir akıl var.
Ama geldiğimiz noktada artık bu tür bir katliamın içinde "karanlık bir akıl" veya el olması gerekçe olmaz. Her ihtimalde vahim bir olaydır, vicdani ve ahlaki bir sorumluluğu var. "Kaçakçıydı" gerekçesiyle çağdaş bir devlet vatandaşını öldüremez. Bunun anlaşılması gerekir.
Tam da bu nedenle eğer bu olayın üzerine ciddi bir biçimde gidilmezse, sadece 30'u aşkın vatandaşımızı kaybetmekle kalmayacak; Türkiye toplumunun birlikte, barış içinde yaşama umudu da zarar görecek. Pusuda bekleyenleri sevindirmemek için sivil iradenin elini çabuk tutması gerekiyor.
Bunu geleceğimiz için yapmak zorundayız.
Artık, kendi toplumuna insanca yaşam değil, ölüm götüren bir devletin küresel dünyada yeri yok.
Sabah