Tunus'ta Yasemin devriminin yaşandığı, Mısır ve Libya'da ise Arap baharının kendini hissettirmeye başladığı günler.
Katar merkezli El Cezire televizyonu bölgeyi kasıp kavuruyor.
Katar Emiri El Thani ise elinde televizyonun uzaktan kumandası, yabancı konuğu ile konuşuyor.
Bir yandan da gözü, Arap isyanında.
Uzaktan kumandanın düğmesine basarken, konuğuna dönüyor ve "Bu diktatörlerin hepsi gidecek" diyor.
O sırada ekranda Hüsnü Mubarek ile Kaddafi'nin görüntüleri yer alıyor.
Gözlerini konuğunun gözlerine dikerek, "Hepsini devireceğiz" diye konuşuyor.
Körfez savaşından bu yana Katar tam bir operasyon merkezi.
Bir otelde Libya ordusunun yeniden teşkili için Genelkurmay Başkanları toplantısı yapılıyor, diğer otelde ise Suriye süreci görüşülüyor.
Ve Kaddafi'nin linç edilmesiyle birlikte Libya defterinin o sayfası kapatılıyor, Suriye sayfası açılıyor.
Kaddafi'nin Sirte'den kaçarken yakalandığı, isyancılar tarafından o anki psikolojinin etkisiyle linç edildiği gibi kurmacaya inanmıyorsunuz herhalde.
Trablusgarp'ta birliklerinin başında çarpışırken batılılarca vurulan kahraman bir Kaddafi figürü istenmediği için kaçarken bir fare gibi kanalizasyon deliğine saklanan, Libyalı isyancılar tarafından oradan çıkarılıp linç edilen hatta tacize uğrayan bir Kaddafi geleceğin Libyası açısından daha az tehlikeli bulunduğu için bu yöntem tercih edildi.
Aynı şekilde kendisini Arap'ın kılıcı olarak gören Saddam Hüseyin'in de saçı sakalı birbirine karışmış ve bir çukurun içinde yakalanan görüntüsü, Irak'ı dizayn edecekleri açısından gerekliydi, başarıldı.
Orada öldürülen Kaddafi ya da Saddam değil, kitleler üzerindeki etkileriydi.
Beşar Esad için ne takdir edildi kestirmek mümkün değil. Ama onun için de geriye sayımın başladığı kesin.
PKK'nın son zamanlarda artan eylemlerini bu süreçten ayrı düşünmek ise imkansız.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra bölge sykes-picot anlaşması ile İngiliz ve Fransızlar arasında paylaşıldıysa, şimdi de bunun yeni bir versiyonu yaşanıyor.
PKK ile meşgul edilen Türkiye ise bu süreçlerin dışında tutulmaya çalışılıyor.
Tarihi bir sürecin içinden geçiyoruz. Ya bu süreci yöneten güçlerden biri olacağız ya da süreç bizi şekillendirecek.
O nedenle PKK'ya karşı yürütülen mücadelenin uluslararası strateji açısından önemli bir boyutu var.
Çukurca saldırısından sonra PKK'ya karşı yürütülen mücadelede bir konsept değişikliğine gidildiğine dair sinyaller geliyordu.
Bunun başında sivil iradenin inisiyatifi eline alması geliyordu elbetteki..
Savunma yerine, saldırıya geçilmesi, Jandarma Özel Harekat Timleri'nin Polis Özel Harekat ile birlikte başarılı operasyonlara imza atmasına tanık olmuştuk.
İstihbarata dayalı hava operasyonları, güdümlü füzelerle nokta hedeflerin vurulması, Kavaklı Kampı ile Kazan Vadisi'nin temizlenmesi gibi.
Ama konsept değişikliğini gösteren en önemli değişik, Genelkurmay Karargahı'nın bölgeye taşınmasıydı.
Çukurca saldırısından sonra komutanlar bölgeye gitmiş ve MGK'ya kadar Ankara'ya dönmemişlerdi.
Çok önemli bir adımdı. Hem birliklerin moral ve motivasyonu hem de bundan sonraki sürece ilişkin güvenin artması açısından çok önemliydi.
Çünkü 30 yıldır terörle mücadele eden Türkiye'nin Genelkurmay Başkanları sadece olay günü gidip brifing alıp döndüler. Ama teröristler 30 yıldır dağdalar ve bir strateji dahilinde mücadelelerini sürdürüyorlar.
Biz de Genelkurmay başkanlarının görev sürelerine bağlı mücadele yöntemleri benimsendi.
Sonuç ortada.
Şemdinli'ye 13 ayrı noktadan aynı anda saldırıyor terör örgütü.
Çukurca'ya ise aynı anda 8 ayrı noktadan saldırmışlardı.
13 Mayıs 2011 günü Şırnak Kureyşin Tepeye de saldırmıştı teröristler. Gayet korunaklı olan tepede 22 terörist öldürülmüş, eylem başarısızlığa uğratılmıştı. Ama baraka tipi üs bölgesi olan Kekliktepe'de 21 şehit verdik.
Çukurca saldırısına ilişkin bazı ayrıntıları paylaşmak istiyorum.
Saldırıyı Kuzey Irak, Yüksekova ve Şemdinli'den gelen 400 terörist gerçekleştiriyor. 12 ayrı eylem grubu oluşturuluyor.
Ve saldırıya özel bir telsiz kodu kullanılıyor.
Örgüt Kandil'de "Roj" kod adlı telsizi kullanıyor. Ancak Çukurca için özel bir telsiz kodunun kullanılması sanıyorum sadece PKK aklı değil.
Eylül ayı sonu itibariyle Çukurca'ya yönelik bir saldırı düzenleneceği istihbaratı alınmaya başlanılıyor. Ve eskiden olduğu gibi bu bilgi birbirinden saklanmıyor, güvenlik birimleri ile paylaşılıyor.
24 Eylül'de metin kod adlı teröristin 14 teröristle Türkiye-Irak sınırında bulunan karakollara ve üs bölgelerine saldırıda bulunmak üzere Hakurk'tan Çukurca'ya geldikleri,
26-27 Eylül'de kalabalık bir terörist grubunun Irak ile Çukurca arasında toplandığı,
28 Eylül'de Çukurca'da faaliyet gösteren Kebat kod adlı militana Feyman Hüseyin'in Çukurca'da eylem yapılması talimatını verdiği,
15 Ekim günü Agit kod adlı teröristin beraberindeki grupla Zap karakolu etrafında bulunduğu tespit ediliyor.
Daha önemlisi var. Şu anda PKK'nın iplerini elinde bulunduran Feyman Hüseyin'le ilgili o da.
Yine 15 Ekim günü Feyman Hüseyin'in Kava kod adlı teröriste, Çukurca'da son zamanlarda eylem yapılmadığı, bu bölgede silahlı eylem yapılması talimatı verdiği belirleniyor.
Bunları terörle mücadele edenlerin morallerinin bozulması için yazmıyorum.
Bir saldırının kararı en az 3 ay önce alınıp, adım adım uygulanıyor.
Mesai saatine ya da toplumdaki infiale dayalı olarak terörle mücadele edilmiyor.
Mücadelenin bir sistem dahilinde yürütülmesi gerekiyor.
Bunun başında komutanların operasyonu yapan askerin yanı başında olması ve karargahın bölgeye taşınması geliyor.
YENİŞAFAK