Bediüzzaman, Tabiat Risalesi'nin başlangıcında: ‘İnsanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var, ehl-i îman bilmeyerek istimal ediyorlar’ sözüyle konuşma dilinin sorunlarına değiniyor.
Buradan bir inanç sorunu ortaya çıkarıyor.
Günlük dilin, konuşma dilinin düzenlenmesi konusunda örneğin; ‘ne güzeldir deme, ne güzel yaratılmıştır de..’ denilerek bir günlük konuşma dili yaklaşımı da oluşturuluyor.
Şu gerçek ki, ortak bir konuşma dili üretmeye çalışmak zorlamadan başka bir şey değildir.
Konuşma dili bir kişinin bireysel kaynaklarıyla toplumsal, dinî, evrensel tüm münâsebetlerini ortaya çıkaran, kimliklerini bir bütün olarak gösteren kendine özgü olan dilidir.
Konuşma dili aynı zamanda kelimeleri değiştirebilmeyi ya da değişik söyleyebilmeyi, yeni anlamları da katabilmeyi olasılayan 'öz’lü deyişleri kapsayabilen bir dildir.
Dinin günlük dildeki anlatımı sorunu, Risalelerin de aynı sorunu taşıyabileceği şüphesini başta akla getirebiliyor.
Diğer taraftan Risalelerin popüler bir dili taşımasıyla, bir tefsir anlayışında da görülememesi (bazılarınca dini bir kitap olarak dahi düşünülememesi) dilinin özelliğinden, zamanının ‘din kitabı’ geleneğinin dışında olmasından kaynaklanıyor.
Bu dil üzerine (kelime dizilişi anlamında değil, genel anlayış olarak) bir yakınlaşma sorunu bazı dinî yaklaşımlarda görülebilmektedir.
Bunun anlamı, dinin, günlük dilden ziyade havâssa mahsus bir dilinin olacağı saplantısıdır.
Bediüzzaman'ın temel iddialarından biri olan ‘Haşir bahsi’, Risale dilinin farkını ortaya koyan önemli bir diğer örnektir.
Haşir yalnızca bir îman alanı, bir vaad-i ilahî olarak görülmüş, aklen bu yolda gitmenin imkânsızlığı, hatta felsefede çok ileri gitmiş İbn-i Sina gibi zatlar tarafından dahi itiraf edilmişken, yapılacak bir takım izahatları da havâssa mahsus son derece teorik açıklamalardan öteye geçemezken ya da kişisel kemâlât eseri şuhûdların canlandırılmasından ibaret kalırken; Risalelerin, değil kalbi bilakis aklı ikna edecek bir üslupla ve havâssa değil en küçük bir çocuğa bile, en yaşlı bir ihtiyara da ‘iki kere iki dört eder’ kesinliği kavuşturacak bir dil ile anlatabilmesinin mümkün olduğu gerçeği ortadadır.
Daha da ötesi; ‘Kader bahsi’, îmanın en zor konusu olarak bilinir ve yine çok teorik ve havâssa mahsus bir mesele olarak ele alınırken, Risalelerde bir iki sayfa ile bütün mesele halkın anlayışına indirgenebilmiştir.
Risalelerdeki bu dil elbette yeni ‘din dili’dir. Buradan üretilecek yeni diller kitabın değil kişilerin dili olacaktır ve olmalıdır.
Risalelerdeki popüler dilin büyük farkı konuşma diline açılmasındaki bu rahatlığıdır.
Her istidad sahibi, kültürel, sosyal birikimlerini bir konuşmaya döktüğü gibi, Risale dilini de kendi diline dönüştürebilir ve dönüştürebilmelidir.
Buradaki kelime seçimleri, üslup yaklaşımları, örneklemeleri, kişinin kullandığı dili, ana dili, lehçesi, ağzı birey olmanın getirdiği bütün verileri ile sosyal bir görüntü olarak ortaya çıkacaktır ve çıkmalıdır.
Risalelerin popüler dili, kendi din dilini kişilere günlük olarak konuşma dillerinde de bir yaklaşım şekline taşımalarını bir alışkanlığa dönüştürebilmeyi ve kavramlarını da günlük gerçekliğiyle dillendirebilme marifetini kazandıracaktır.
Bununla birlikte, buradaki evrensel yaklaşım Risalelerin bir kitap diline sahip olduğu gerçeğinin de bir tezahürü olarak görülmelidir.
Sonuçta, burada, kitap bir mahlûk değildir, bir sözdür; konuşamaz. Muhatap mahlûktur. İnsan olmasa kitap mânasız bir sözden ibaret kalır. Bu nedenle kitabı değiştirmek ya da farklı söyletmek anlamsızdır.
Anlamlı olan, insanların kendi kelimeleriyle konuşabilmeleridir.
İnsanı susturup kitabı konuşturmaya çalışmakla, insanı kitabın hizmetinden alıp kitabı insanın hizmetine vermek çarpıklığını netice verecektir.
Zihinlerin baskıdan kurtulması gerçekleşmediği sürece kitaplar çokça değiştirilir, alınır, satılır, suret değiştirir, kelime değiştirir, gün gelir anlam da değiştirir.
Her bir insan, kitabın bir şerhi olabilir.
Her bir konuşma kitabın yeniden bir izahı da olabilir.
Konuşma dilinin ortaya çıkmasıyla din dili üretim alanı bulur ve bulmalıdır.
Bırakınız, dinin kavramları çarşıda bulunsun. Elbette, Bediüzzaman gibi bir kimyagerin ya da bir tüccarın tezgâhından geçmiş, yenilenmiş, cilalanmış kelimeler değişik suretlerle evrensel bir dili ortaya çıkaracaktır.