Bir bilim adamının kitaplardan oluşan, gerçek dünya ile bağını yitirmiş dünyasının, para canlısı, despot ve saldırgan bir kadın tarafından yıkılışını anlatan bu roman iki dünya savaşı arasında Avrupa kültürünün yıkılışını simgeler. Romanın etki gücü bir takım garip kişilerin oluşturduğu kendine özgü bir deli mantığı çerçevesinde anlatılmasından kaynaklanır. Bu romandaki toplum geleneklerini kendi dili ve mantığı ile açığa vurarak eleştirme tutumu Canetti’nin tüm eserleri özellikle de oyunları için geçerlidir. Körleşme, yazıldığı dönem açısından ve yazarı açısından içinde çeşitli ipuçları barındıran çağının ötesinde bir edebi eserdir. 1930'ların başında Nasyonal Sosyalizm'in ayak seslerinin yeni duyulmaya başladığı bir dönemde, bir Alman vatandaşı olan Elias Canetti tarafından yazılmıştır. Canetti'nin kitle ve iktidar ilişkisine duyduğu yakın ilgi bu ilk kitabında bile yoğun şekilde hissedilir. Canetti bu romanı yazdığında henüz 26 yaşındaydı.
Savaş yıllarıda okumak için birkaç ülke değiştirdi, Avrupa kültürünün hâkim olduğu bir dünyada savaşın nasıl kitapları ve kültürleri yıktığını ve bununla birlikte insanlığı yıktığı fikri onun çocuk yaşta kafasına hâkim oldu. Yirminci yüzyılın başında bütün kitaplar hatta mukaddes kitaplar da insanlardaki ihtirası, sahip olma isteğinin üstüne çıktılar, Avrupa’da binlerce insan öldü, o Avrupa kültürü hiçbir şeyi değiştirmedi, hatta bu devlet adamlarından bazıları kitap aleyhtarı oldu. Lenin, Hitler, Musolinni kitap aleyhtarı idiler ve hatta kitapları yakanları da olmuştur.
Bediüzzaman, büyük savaşların kitabın değerini sıfırladığı, mukaddes kitapların beşerin manevi yaralarını tedavi edemediği bir dönemde, hatta Osmanlı kültürünün son iki yüz yılda toplumu yeniden inşa edecek bir fikir üretemediği, kitapların değerinin azaldığı dönemlerin sonunda siyasetin ve entrikaların ötesinde kitabın zaferini ilan etti ve büyük eserlerini 1920 ile 1940 sonrasında yazdı. Körleşme’nin kahramanı Kien kitaplarını yakar ve onlarla birlikte yanarak ölür. O gerek insanın gerek onu inşa edecek yegâne değerin kitap olduğunu kabul eder, ama ömrünü verdiği kitapların batı kültürünün ve Avrupa kültürünün karşısında değersizleşmesini simgesel olarak eleştirir ve kitapları ile yanarak ölür.
Bediüzzaman’ın eserleri batı kültürü ve edebiyatının toplumu yeniden kuramadığı bir dönemde hem doğuya hem de batıya yeniden kitaba dikkatin gerekliliğini eserleri ile ortaya koydu. İnsanlık tarihinde benzersiz bir iş yapıp kitabı dünyanın gündemine oturttu ve bugün onun eserleri son iki yüz yılın bütün ‘izmlerinin’ ötesinde toplumu etkiliyor ve batı toplumlarında eserleri okunuyor. Ama talebeleri onun eserlerini onun gösterdiği büyük cesaret örnekleri ile ülkenin ve dünyanın gündemine oturtmasının yanında ülkenin gündemine oturtmakta büyük gayretler göstermeleri gerekir. Son iki yüz yılın bütün kültür ve din ve sanat sorunlarının hepsi Bediüzzaman’ın eserlerinde çözümlenmektedir, ama görebilen onları topluma açabilir
Körleşme I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasındaki dönemde, Almanya'nın ilk dünya savaşının yenilgisini üzerinden atamadığı ve yenilgi psikolojisinin faşizme önayak olduğu bir dönemi, bu dönemde faşizme taban olacak sıradan insanları tüm çıplaklığıyla anlatır.
Kitabın anti-kahramanı, bir sinolog olan Kien'in tüm tutkusu kitapları ve bilimdir. Tüm dünyası 25 bin kitap içeren evinden ibaret olan Kien kendini dış dünyadan soyutlamış, kendinden başka herkesi değersiz, cahil, küçük gören kibirli ve bencil aydının bir prototipidir.
Kitap üç bölümden oluşmaktadır: Dünyasız Bir Kafa: Evinde dışarı adım atmayan kitapları ve bilimi ile yaşayan Kien'in ev içindeki hayatını anlatan bu bölümde, hizmetçisi Therese'ye, kitaplarına gösterdiğine inandığı yakın ilgiden dolayı yakınlaşması ve evlenmesi anlatılır. Bölüme verilen isimden anlaşılacağı gibi, Kien'in kafasında oluşturduğu, dış dünyadan tamamen bağımsız iç dünyasında yaşar. Bu bölümde, bu dünyasız kafa tüm açıklığıyla ortaya serilir.
İkinci bölümde, evinden dışarı hiç çıkmamış, insanlarla ilişki kurmayı bilinçli olarak reddetmiş Kien, eski hizmetçisi, yeni karısı Therese tarafında sokağa atılır ve daha önce tanımadığı bir dünyaya zorunlu bir adım atar. Küçük gördüğü, değersiz bulduğu insanların elinde oyuncak olması, oradan oraya savrulması anlatılır bu bölümde. Bu dünya, rasyonaliteden uzak, kafasız bir dünyadır. Üçüncü bölümde, tüm yaşadıklarından sonra kafasında oluşturduğu yenidünyanın delilik sınırlarına getirdiği Kien'in trajik sonu anlatılır. Kitaplarını ateşe verir ve onlarla birlikte yanar.
“Canetti’nin romanı, James Joyce’un Ulysses ile erişmek istediğinin ötesine geçen bir adımdır… Bu roman, gerçekçi romanın hiçbir zaman başaramadığı bir şeyi; olaylar ile yaşananlar arasındaki değişken sınırla, insanoğlunun kendi eliyle kurduğu, sonra da kendisine yabancılaşmış, düşman kesilmiş bulduğu dış çevreyi, yepyeni biçim içerisinde ve en uçta sayılabilecek araçlarla betimlemeyi başarmaktır. Bu yapıt, roman türünün varabileceği en uç noktayı mı belirtmektedir, yoksa roman alanında yepyeni olanaklara götüren bir yolu mu – bu, irdelenmeye değer. ”
Bir roman eleştirmenine göre “Yüzyılımızın en büyük romanlarından olan Körleşme’nin çekiciliği, ilk okuyuşta ancak Karamazov Kardeşler’le ya da James Joyce’un Ulysses’i ile karşılaştırılabilir. Yapıtın tüm zenginliğinin bilincine varmak ise ancak zamanla üstesinden gelinebilecek bir iştir. Uygarlığın yıkılışıyla insanoğlunun aşağılanması, romanın konusunu oluşturur. ”
Bediüzzaman toplumda körleşmenin olduğunu çok yönlü olarak teşhis etmiştir. En büyük körleşme gökyüzünden gelen anlamı anlamamaktır.
Necip Fazıl’ın dediği gibi;
Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurtmuşum
Gerek doğu gerek batı gökyüzünden habersizdir yirminci yüzyılın ilk yarısında Bediüzzaman gökyüzünden habersiz olan, semavi öğretinin farkında olamayan topluma dine, Allah’a ahirete, insana, ibadete, sevgiye kör olan körleşmiş bir toplumu eserleri ile bakar körlükten kurtarır. Canetti sorunu hissetmiş bir sanatçı tavrı ile simgesel olarak tavrını ortaya koymuştur, Bediüzzaman ise eserleri ile belki sayısız körlük alanını tedavi etmiş ve insanlığı bakan, gören, düşünen ve ona göre hareket eden bir mukaddes canlı durumuna getirmiştir.
Bediüzzaman Barla’da yıkılan bir dünyayı kitapları ile inşa etmek başarısı göstermiş gerek batı ve gerek doğu dünyasını pesimist bir dünya telakkisinden kurtarmış, şevke getirmiştir. Nasıl Kur’an bin yıllık doğu dünyasını yeniden inşa etmişse onun bu devirdeki bir büyük tefsiri olan Risale-i Nur da gerek doğu gerek batıyı fetret asrının karanlıklarından kurtarmıştır ve kurtaracaktır. Kalemi ve sabrı ve eserlerinden başka bir gücü olmayan bir kahraman olan Bediüzzaman son iki yüz yılın silahlı ve dejenere kültürlerin sahibi ülkeleri geride bırakıp insanlığa kitapları çare olarak göstermiştir.