Cumhurbaşkanı yardımlaşma kampanyasını Tekalif-i Milliye emirlerine benzetti. Siyaset yeryüzünün en müşkül sanatı. Günlerce evde çivili kalmak insanın ruhi dengesini bozuyor. Böyle devam ederse can sıkıntısından birçok insan cinnet geçirir. İnsan seyahat eden, gezen, dışa dönük bir varlık çünkü. Sadece içerde olmak değil, her an ölümcül hastalığın kendisine de bulaşmasından korktuğu için. Yıllarca bir mekanda gönüllü olarak inzivaya çekilen eski zaman dervişlerini düşünüyorum, çekilebilir gibi değil. Elbette Ahmed Eflaki’nin Menakib-ül Arifin’de yazdıkları doğru ise. Huzurlular inanır sadece, huzursuzlar düşünür öylece.
O kadar zavallı bir varlık ki insan, şey’lerin özüne vakıf olmadığı müddetçe hiçbir şeyi tam olarak bilmiyor, anlayamıyor. Şey’lerin özüne hiçbir zaman da vakıf olamadığına göre hiçbir şeyin gerçek yüzünü ve özüne tam olarak bilmiyor, anlayamıyor. Şu korona belası acaba bazı derin mihrakların oyunu olmasın? Biliyorum komplo teorisi diyeceksiniz ama böyle teorileri ortaya atanların yaptığı, daha doğrusu başardığı ilk şey, yaptıklarının komplo teorisi olmadığına insanları inandırmalarıdır. İnsanlığın geleceği birkaç yüz kişinin insafına kalmış gibi. Tarihi her devirde yapan bu birkaç yüz kişi değil mi zaten?
Hiç kimse fotoğrafın tamamını göremiyor. O kadar içindeyiz ki hayatın, bütün ayrıntıları gözlerimizle görüyoruz ama çerçevenin bütününü göremiyoruz. Biraz geri çekilip çerçevenin bütününe bakmak istediğimiz zaman da ayrıntıları göremiyoruz, kaçırıyoruz. Yani hayatın dışına çıkıyoruz. Öyle bir yerde durmalıyız, olmalıyız ki hem çerçevenin tümünü görebilelim hem ayrıntıları. Bu yer neresi, kimin durduğu, olduğu ve gösterdiği yer? Kanaatimce çağımızda entelektüel anlamda bu nazik yere en azından işaret edebilen tek yazar var: Harari. Yazdığı uluslararası bestseller arasında yıllardır birinci sıralarda yer alan üç kitap bunun en bariz kanıtı.
İçinde yaşadığımız bu kaotik çağın hem ayrıntılarını hem çerçevenin bütününü okuyabilmek derin ve müthiş bir feraset işi. Biz muhafazakarlar çağı anlamak için geri çekiliyoruz ama bunu yaparken çoğunlukla mesafeyi ayarlayamıyoruz. Onun için ya çağdan düşüyoruz ya da çağın dışına çıkıyoruz. Mesela çok sevdiğim otantik aydınımız Yusuf Kaplan hocanın durumu böyle. Bilici’nin dua ile ilgili bir yazısını okudum kaş yapayım derken göz çıkarmak bu olsa gerek. O kadar geri çekilmiş ki hazret hiçbir ayrıntıyı göremiyor artık. Tahrip etmek kolay, zor olan tamir etmek. Muhalefette bulunan muhafazakar kalemlerin yaptığı en kolay iş tahrip etmek.
Onun için aralarından bir Gazzali, bir Rabbani, bir Razi veya bir İbn-i Sina, bir Farabi, bir Kindi çıkmıyor. Bir kişinin bir saatte tahrip ettiği bir binayı on kişi bir ayda hatta belki bir senede yapamaz. Çağı okumak için çağın ağlarının, bağlarının ve bağlamlarının dışına çıkmak lazım ama bunu yaparken çağdan düşmemeye dikkat etmek elzem. Dücane Cündioğlu’nun felsefe söyleşilerinin ikincisini dinledim, tam iki saat. Kendini biteviye tekrar ediyor, yeni bir şey söylediği yok. Kitapta hakkında yaptığımız bazı tespitleri her defasında doğruluyor.
Cündioğlu, Cemil Meriç ile ilgili yazdığı üçlemenin ikincisinde merhum Meriç’le alakalı şöyle bir tespitte bulunuyor: “Cemil Meriç geleneğimizdeki irfan ustalarının yaptığını yapamadı, yani ilmini irfana dönüştüremedi.” Bu tespitten mülhem naçizane şöyle bir değerlendirme yaptım: “Cündioğlu Cemil Meriç geleneğimizdeki irfan ustalarının yaptığını yapamadı, yani ilmini irfana dönüştüremedi, der haklı olarak. Bu anlamlı ve isabetli tespit zat-ı alileri için de fazlasıyla geçerli.” Sadece bunu dediğim için Dücaneperestlerden yemediğim tekdir kalmadı. İrfanın başı teenni, tevazu ve mahviyettir oysa.