Karantina günlerinde düşünmeye devam. Genellikle din ve bilim ilişkisi üzerinde durulur ama din ve dil ilişkisi çok daha kadim bir ilişki. “Din mi önce gelir yoksa dil mi?” Kolayca cevabı verilemeyecek müşkil bir soru bu. Kutsal kitaplar dinin; arkeolojik ve antropolojik bulgular ise dilin önce geldiğini söyler. Eldeki imkanlar ve veriler bakımından kesin bir yargıya varmak imkansız. Ancak dilin dinden önce geldiği ve bir bakıma dini kapsadığı kanaati daha mâkul ve daha baskın gibi. Dinlerin menşeini biliyoruz, en azından tek tanrılı dinlerin.
Dinlerin menşeinin daha doğrusu sıhhatinin ispatı olmaz çünkü bütün dinler bir habere güven ve itimat esası üzerine kuruludur. Farsça’da peygamberin kelime olarak “haber getiren” manasına gelmesi bu açıdan manidardır. Budistler Buda’nın, Yahudiler Hz. Musa’nın, Hıristiyanlar Hz. İsa’nın, biz Müslümanlar Hz. Muhammed’in (asm) getirdiği bir habere inanmışız. Onun için “işittik ve iman ettik” diyoruz, “gördük ve iman ettik” demiyoruz. (Sünnet’in Kur'an’ı öncelemesinin sırrı burada aranmalı. Zira bir habere inanmak için önce o haberi getirene inanmak ve güvenmek gerekiyor.)
Dinlerin tahrif iddiaları yine öyle çünkü bir haber başka bir habere göre muharref. Bu haberlerin en felsefisi ise deizm. Bahsi geçen haberlerin sahiden Allah’tan/Tanrı’dan olup olmadığını test ve tahkik etmek gibi bir olanak elimizde yok. Bundan dolayı dinin esası güvendir ve hiçbirinin dediklerinin evvelemirde ispatı olmaz, olamaz. Böyle olduğu içindir ki “lekûm dinikûm veliye din” ilkesi vardır. Ama Kierkegaard’tan farklı olarak buradaki güven duygusunun akliyatı bütün bütün dışlamadığını düşünüyorum. Kısacası, din demek en temel anlamıyla güven demektir.
Dilin dine ihtiyacı yok ama dinin dile şiddetle ihtiyacı var. Hatta dil olmazsa din de olmaz diyebiliriz. Çünkü bütün kutsal metinler ve vahiyler dil vasıtasıyla görünür ve bilinir hale gelirler. “Dil varlığın evidir” (Heidegger) sözü serapa hakikat onun için. Peki dillerin menşei tevkifi mi içtihadi mi, yani ilahi mi beşeri mi? Kutsal metinler tabii ki birincisini kabul eder, sosyal bilimler ikincisini. Kur'an-ı Kerim’de bu husus “talim-i esma” olarak zikredilir.
Allah Adem’i yarattı ve sonra ona eşyanın isimlerini tek tek öğretti veya eşyaya isim koymayı, eşyayı isimlendirmeyi. Hikmet açısından bakınca bu tefsir muğlak duruyor biraz. Talim-i esmaya irfani açılımlar getirmeye çalışan bazı mutasavvıflar yok değil.
Bunlardan bazıları Hz. Adem’in talim-i esmasına karşılık Hz. Peygamber için mazhar-ı esma gibi bir sıfatı uygun buldu. Talim ile mazhar arasında derece farkı var. Hz. Adem’e bütün dillerin (Hintçe, Arapça, Türkçe, Kürtçe, Farsça, İngilizce vb.) talim ettirildiğini söyleyen bazı zahir ulema yine isabetli değil bizce. Dillerin menşei ilahi bile olsa tekamülü beşeridir. Mesela ağaç nesnesini ağaç olarak adlandırmak insanların (yani Türklerin) konu üzerindeki ittifakları sonucu olan bir şey.
Elimizdeki arkeolojik ve antropolojik malzeme şimdilik bütün dillerin tek bir dilden türediğini gösteriyor. Şeriati’nin Medeniyetler Tarihi’nde aktardığı ama şimdilik adını hatırlayamadığım yaşayan yetmiş dilin gramerini bilen meşhur bir filolog ilim adamı, suya atılan taşın suda bıraktığı halkalar misali yeryüzündeki bütün dillerin tek bir dilden türediğini söyler. Peki bu dil hangisi? Sakın Güneş-Dil Teorisi gelmesin aklınıza çünkü bütün dillerin kendisinden türediği köken, adı konulmuş bir dil değil, bir arketip.
Sözcüklerden müteşekkil dilin Homo Sapiens tarafından ne zaman bulunduğu ve kullanıldığı yine meçhulumuz. Onun için mu’tezili alimler ve eş’ari geleneğin zirve siması olan İmam Gazali (eş’ariliğe muhalif olarak) "diller çoğunlukla beşeridir, dillerin hepsi Allah’ın ayetidir, Kur'an’ın dili Arapça dahil hiçbiri kutsal değildir çünkü Allah’ın resmi ve formel bir dili yoktur, Allah bundan münezzehtir" der. Bu kavle göre herhangi bir dilin üstünlüğünü ve faziletlerini anlatan hadis rivayetlerine ihtiyatla yaklaşmak icap eder.
Düşünce, düş ve dil arasında nasıl bir bağ ve bağlantı var? Dil felsefesi en az din felsefesi ve sanat felsefesi kadar karmaşık ve uyanık zekaları tahrik edici. Dilin dine tekaddüm etmesi bir zaruret belki de. Harari’nin kült eseri Sapiens’te tek izah edemediği insanın ne zaman ve nasıl anlamlı sözcüklerle konuşmaya başladığı ve bunu başardığı hususu.
Yüzlerce tür arasında anlamlı sözcüklerle konuşma kabiliyetinin Homo Sapiens olan insana ait olması bir defaya mahsus olması anlamında tesadüf olabilir ama bizce bu bir tevafuk. Üstelik Allah ile melekler arasında geçen “yeryüzünde bir halife yaratacağım” diye başlayan diyaloga uygun düşen güzel bir tevafuk. Ama yine bir inancın tevafuku. Bizim tevafukumuz.
Bu gidişle korona filozof edecek bizi.