Koronavirüs ile ilgili rüyalar ve yorumlanması (Kantaron Rüyası)

Erdem AKÇA

Eğer hastalık 3. Safhaya geçerse bu noktaya dair çare kantaron bitkisidir. Sosyal medyada gezmeyen fakat rüyaları sadık bir dostumun bana anlattığı diğer bir rüya bu safha için çözüm olabilecek anahtar bilgiler içeriyor. Rüyanın kendisini, rüyanın analizi ve tıbbî çerçevesini şöyle görebiliriz:

Kantaron Rüyası

Bu rüyayı 5 yıldır rüyalarını kaydeden ve rüyaları da aynen çıkan bir arkadaşımın, annesi görüyor. Arkadaşımın kendisi bir yıl önce şu an yaşanan koronavirüs (Covid-19) hadisesine işaret eden bir rüyayı rüya defterine şu şekilde kaydetmiş:

-Bir yıl önce rüyada “İnsanların evlerine çekildiği ve dünyada panik olduğunu, uzayla iletişim kesildiğini gördüm.”

Kantaron rüyasına geçmeden önce bu rüyanın tabirini yapmak istiyorum:

Bu rüyadaki evlere çekilme hakiki manada olduğu gibi, sembolik manada da ele alınabilir. Rüyada evler, insanlar demektir. Carl Jung’un binlerce rüya sonrasında tespit ettiği üzere… Yani insanlar 1 sene sonra yaşayacakları umumi bir hadise ile hep birden kendi iç dünyalarına çekilecekler. Dünyada panik olması da aynı şekilde anlaşılabilir. Maddi ve manevi panik ve telaş manasında… Uzayla iletişimin kesilmesi de aynı şekilde 2 türlü ele alınabilir. Hakiki manasıyla, insanlık uzay seyahatlerini ve Mars’a yolculuk planlarını yaparken yaşanan bu hadise insanlığın ne kadar âciz ve çaresiz olduğunun ispatı oldu. Bütün hayaller dünyaya çakıldı, kaldı. Sembolik manasıyla ise uzay, rüyada, sema ve metafizik âlem demektir. Bu hadise ile insanlar tam manasıyla can derdine düşüp Allah ile bağları koptu. Kâbe yerine hastanelere yöneldiler. Büyük bir panik içinde hastaneleri tavaf ediyorlar. Kabe’nin Rabbi yerine, âciz ve kendini tedavi edemeyen doktorlardan medet bekler hale düşecekler demektir. Ki bu rüya ve detayları aynen gerçekleşti. İnsanların şu an yüzde 90’ı belki daha fazlasının şu an Arapça’da müsteşfa (şifa dilenilen yer) olan hastahanelere ibadet ettiği, çok azının Kabe’ye yönelip olayı Allah’ın kontrolünde bir hadise gördüğüne dair yakinen tanıdığım birisinin rüyası da var.

Kantaron rüyası ise şu şekilde:

-”Annem rüyada beni görüyor. Ben ona diyorum ki:

- “Bu hastalığın ilacı kantolon.”

Bazen rüyayı gören kişiler, söylenen kelimeyi birebir hatırlamayabiliyorlar. Bazen de kişilerin ve nesnelerin manevi âlemde ismi bu dünyadakinden farklı olabiliyor. Fakat isimler farklı olsa da söz konusu nesne aynıdır. Bazen kişiler hakkında da bu tarz rüyalar ve gelecek zaman yönelik bildirmeler olabiliyor. Mesela Hz. İsa (AS), Hz. Peygamber’i (ASM), aslî ismi Muhammed iken, “Ahmed” olarak haber verir.[1] Bazen de rüyalar bir kelimenin ilk konulduğu zamanki haline veya manasına dayanarak görülür. Bütün bu cepheleriyle bakılırsa rüyadaki “kantolon” kelimesi, şifalı bitkiler arasında müstesna bir yeri olan kantaron demektir.

Rüyayı teknik olarak incelersek:

-Rüyada kişinin, annesi olan rüyayı gören kişiye “Bu hastalığın ilacı kantolon” demesi gösterir ki, kendisi rüya âleminde bilgilendirilmiştir. O da bilgiyi aktarıyor. Bu noktada kendisinin annesine göre manevi âlemlere daha fazla açıklığı bulunduğu bu rüyadan anlaşılıyor. Ki 5 yıldır yazdığı ve birebir gerçekleşen rüyaları bu tespite delildir.

-Rüyada insan-anne-baba ilişkisi sembolik manada şöyle gerçekleşir: Anne, kişiyi besleyen maddi ve sosyal çevre ve hayat demektir. Baba, kişiyi manevi açıdan besleyen, geliştiren ve zararlardan himaye eden din, inanç ve kültür demektir. Bu rüyada, salgın hastalıktan dolayı tehlike altında olan toplum ve sosyal hayat olduğu için, oğlu annesine seslenerek, yani topluma hastalığın ilacı budur diye haber getiriyor.

-Rüyayı annesinin görüp kendisinin sözcü değil oğlunun sözcü olması da rüya içinde nefis ve şeytanın etkisi olmadığını gösterir. Bu manada bu rüya da bir tahrir rüyasıdır.

Bu cihetleriyle bu rüya sahihtir. Gören kişinin diğer sadık rüyaları ve dürüst yapısı da rüya konusundaki kanaatimizi kesinleştirir.

Bu rüyaya tıbbî açıdan baktığımızda kantaron bitkisinin sarı ve kırmızı çeşitlerinin geleneksel tıpta önemli yer kapladığını görüyoruz. Corona Virüs ile ilgili boyutuna baktığımızda Fitoterapistler sarı kantaronun yağının enfeksiyonlarla ilişkisini şöyle ifade ediyorlar: “Kantaron yağı; enfeksiyonlara neden olan bakteri, virüs ve mantar gibi mikroorganizmalarla savaşarak hastalıklardan korunmayı sağlar.”[2]

Kantaron kullanılması, Corona Virüs’ün 3. Safhası olan nefes darlığına bir çözümdür, diyebiliriz. Çünkü sarı kantaron bitkisinin zehirlenmelere, zehirlenme esnasında görülen solunum yetersizliklerine ilaç hükmünde olduğu tıbben biliniyor. Sarı Kantaron Çiçeği Çayı bir tedavi ilacı olarak kendini gösterir. Çünkü doğal sakinleştirici özelliğiyle nefes darlığının sebep olduğu gerilim ve stresi giderir. Ayrıca enfeksiyonla mücadele ederek idrar söktürücü yapısıyla vücuttaki bakteri ve mikropların kolayca atılmasını sağlar. Ayrıca kuru öksürük ve sürekli öksürüğün yol açtığı boğaz iltihaplanması ve göğüs ağrılarını, bal ekleyerek tedavi edici özelliği de bulunmaktadır.[3]

Bu tedavi sürecinde tecrübeyle sabit olarak kekik, adaçayı, nane, limon şeklinde bir kür ile destek olunduğunda nefes darlığının ve mide bulantılarının gittiği gözlemlenmiştir.

Bu 3 rüyayı beraber ele aldığımızda rüyaların insanlığın ortak problemi olan bu salgın hastalığa karşı çaresizliğinden dolayı aldığı manevi bir yardım ve destek olduğu anlaşılıyor.

Sembolik Yönüyle Bu 3 Güncel Rüyanın Manası (Bal ve ayva, sumak, kantaron)

Bu 3 rüyayı birçok kişi ısrarla sembolik olarak görmeye ve anlamaya çalışıyorlar. Bu rüyalar gerçek haliyle anlaşıldığında hiçbir sakınca ortaya çıkmadığı gibi, dünya çapınca bir âfetin manevi gerekçelerini ve çarelerini de sunuyor diyebiliriz. Bu noktada süreci okuduğumuzda şu hususları görürüz:

a)Hastalığın ilk çıktığı yerin Çin olması: Rüya ve sembol ilminde Çin, ilmin ilk doğduğu merkez ve anavatanıdır. “İlim, Çin’de de olsa ona tâlip olun” [4]  hadisi bu boyutun şifresidir. Çin merkezli başka görülen rüyalar, içerikleriyle bu tespiti destekliyorlar.

b)Salgının Çin’de başlayarak, imanlı-imansız bütün insanlığın bu afete uğraması: Bu durum gösterir ki inançlı-inançsız her insanda bulunan bir yöndeki bir problemden dolayı bu hastalık ortaya çıkmıştır. Bu yön her insandaki “ilim” (bilebilme) özelliğidir. Bu iki boyut eğer beraber ele alınırsa görülür ki, insanlığın ilmine, Said Nursi’nin tespit ettiği üzere, kibir virüsü bulaşmıştır.[5] Bu kibir virüsü, insan ruhunun soluğunu kesmekte ve manevi hayatını öldürmektedir. Said Nursi bu hususu şöyle ifade eder: “Bil ey mütemerrid (dikbaşlı), mağrur ve mütekebbir ene (büyüklük taslayan sağır benlik)! Derece-i za’f ve aczine, fakr ve meskenetine (çaresizlik ve zayıflık, muhtaçlık ve miskinlik derecene) bak ki; çok defa büyütüldükten sonra ancak görülebilen bir hayvancık, bir mikrop, seninle mübareze[6] ve müsaraa edebiliyor ve seni mağlub edip yere serebiliyor.”[7]

c)Virüsün kaynağının yarasa olması: Sembol ilminde yarasa, Hakikat Güneşinin kutsal nurlarını görmekten rahatsız olan sapkın düşünceli kişiler demektir.[8] Bu manada insanlık dünyasına bulaşan kibir, egosantriklik ve materyalizm mikrobu semavi dinlerin kutsal Hakikat ışığını görmekten rahatsız olan ilim adamlarından kaynaklanıyor ve diğer insanlara bulaşıyor, diyebiliriz. Akademik camiada, sosyal medyada ve ekranlarda sıklıkla gördüğümüz üzere…

d)Hastalığın Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, Budist, Hindu, Ateist her inançtan insana gelmesi: Bu noktada bütün dünya insanlığının, kapitalizmin etkisiyle ve teknolojinin verdiği rahatlıkla aşk ile dünyaya bağlanmasını, materyalist ve hazcı bir algının bilimsel ve ahlaki çerçevede insanlığa yayılmasını gerekçe olarak gösterebiliriz. Soyut algı ve Hakikat endişesi insanlıktan kaybolduğu, insanlık uzay yolcuğu ve benzeri büyük projelerle kibirlenerek sınırlarından taştığı için bu hadise insanlara haddini bildirecek, mana ve Hakikatin hâkimiyetini gösterecek bir suret aldı. Bu noktada Said Nursi materyalizmin bir salgın hastalık olduğunu ve nasıl yayıldığını şöyle anlatır: “Maddiyyunluk (maddeci algı) bir tâun-u mânevî (manevi salgın hastalık); beşere de tutturdu şu müthiş bir sıtmayı.[9] Hem de âni çarptırdı bir gazab-ı İlâhî. Telkin, hem de taklit, tenkide kabiliyet-i tevessüü (genişleme yeteneğine) nisbeten, o tâun da ediyor tevessü ve intişar (genişliyor ve yayılıyor). Telkini fenden almış, medeniyetten taklit. Hürriyet[10] tenkit vermiş; gururundan dalâlet çıkmış.”[11]

Bu çerçeveden bakılınca bu 3 rüya, umumi âfetin ilacı olan hususları sembolik olarak ifade ediyor diyebiliriz:

Ayva-Bal-Süt rüyasında rüyanın dayandığı ayva için, büyük rüya âlimi Muhammed ibn-i Sirin, basiret sahibi olmakla ilgilidir der.[12] Said Nursi, “Basar, sûrete; basiret,  Hakikate bakar… Fenlerde basar hâkimdir” der.[13] Hem yine gözün görmesine “basar”, ruhun görmesine “basiret” diyerek meseleyi şöyle açar: “İ'lem eyyühe'l-aziz! Basar masnuatı (sanatla yaratılan nesneleri) görüp de, basiret Sânii (Sanatkârı) görmezse çok garip ve pek çirkin düşer. Çünkü, o halde Sâniin mânen, kalben görünmemesi, ya basiretin fıkdanındandır (yokluğundandır) veya kalb gözünün kör olmasındandır. Veya pek dar olduğundan, zihnin meseleyi azametiyle kavramadığındandır. Veya bir hızlandır (ilmî bir rezalettir.)”[14]

Rüyadaki süt, sindirilmiş ilim demektir.[15] Rüyadaki bal ise, insanın manevi hastalıklarına şifa olan, manevi zevk ve haz veren semavi hikmet ve vahiy bilgisi demektir. Bir sahabenin Hz. Peygamber’in (asm) huzurunda anlattığı bal ile ilgili rüyasını, o dönemin rüya uzmanı Hz. Ebu Bekir (RA) “Kur’an” olarak te’vil eder. Hz. Peygamber (ASM) onun te’vilini tasdik eder.[16]

Bu yön ile bakılırsa insanlığın şu anki kibir virüsü ve materyalizm hastalığının ilacı, basiret sahibi olmak, ilmi sadece akla hitap eden bir olgu olarak görmeyip sindirilmekle duygulara ve maddi hayata şekil verici bir araç olarak görmek, vahyin getirdiği kudsî hikmeti anlayarak ve manevi zevkini tatmaya çalışarak vahye tabi olmaktır. Çünkü hakiki ilim, sadece Çin’e giderek işin sebebini araştırmak değildir. Hakiki ilim bir meselenin evvelini (ilk sebebini), âhirini (meyvelerini ve sonuçlarını), zâhirini (dış görüntüsü ve sebepler ağını) ve bâtınını (manevi gerekçelerini ve iç dinamizmini) okuyarak olayı kuşatmakla olur. Kur’anın vurguladığı üzere hakiki ilim, ihata (kuşatmak) ile mümkündür.[17] Aksi takdirde Hz. Peygamber’in işaret ettiği üzere “Sindirilmeyen ilim, insanın zihnini ve ruhunu yakan bir manevi ateştir.”[18] İnsanın manevi acılarının ana kaynağı bilginin sindirilememesi, hakikatsiz düşüncelerin zihni yaralaması, sonrasında kalbi zehirleyen ve ruhu kemiren bir vesvese ve şüphe kaynağı haline gelmesidir.[19]

Rüyada ayvanın kabuğunun soyulması ve yalnızca içinin karışıma koyulması işaret eder ki, basiretin adı ve sureti değil, içi elde edilmeli ve tadına varılmalıdır. Ayvanın çekirdeklerinin de bala katılması gösterir ki, basiretin dayandığı hakikat ve semavi öz elde edilmelidir. Ayvanın küp şeklinde ince hale getirilmesi işarettir ki, ilimde derinleşmek, detaylara kadar basiret gözüyle meseleye bakmakla olur. Yani tahkikten ötede tedkikle ilmî bir çalışma yapılmakla kibir aşılabilir. Sütün kaynatıldıktan sonra ilave edilmesi işaret eder ki, ilim sindirilse dahi aşk ve şevk ateşiyle kaynatılınca insanın kibir hastalığına şifa verici bir özellik kazanır.

Sumak rüyasında ise rüyanın ana unsuru olan sumak, Süryanice’de “sumaqa” kökünden türemektedir. Bu kelime Süryanice’de “kırmızı” anlamına gelmektedir.[20] Bu manada rüyada kırmızı renk ve su vurgusu bulunuyor. Rüyada su, Muhyiddin-i Arabi Hz.lerinin tespit ettiği üzere[21] fen bilimleri ve tabii ilimlere işaret ettiği gibi, feyiz ve kudret-i İlahiyeye dair marifetullaha da işaret eder.[22] Rüyada kırmızı renk ise, yoğun duygusallık, aşk ve heyecanın sembolüdür.

İnsanın nefs-i emmaresi maddi menfaatlerden beslendiği gibi, insanın benliği de bilgiden beslenir. İnsanda düşünce boyutu ile duygu boyutu eşzamanlı olarak gelişmediğinde onun zihnindeki bilgi, benliğiyle bütünleşemez ve onu şekillendiremez. Bu durumda insanın kalbi ve ruhu, ezelî bir hüzün ve ebedî bir korkunun esiri olur. Onlardan yakasını asla kurtaramaz, bilakis şiddetlendirir. İnsan, sonsuz zaman ve uçsuz-bucaksız mekân içinde sahipsiz, kimsesiz, yalnız ve garip bir yetimlik hissi içinde her şeyden yabancılaşır ve hırçınlaşır. Ruhsuz, nursuz, donuk bir bilgi insanın sığındığı mağarası, kendisiyle ısındığı meşalesi olur.

Materyalist bilim, bu şekilde insanın aklını, kalb ve ruhunun duygularından, fizik yönünün sıcak ilişkilerinden kopardığı için insanın benliğini günden güne bir buzdağı ve aysberg haline getirir. Bu yolda insan kendinin “Daha çok okumak, daha çok bilgi” gibi bir algıya kaptırır. Bu yolculuk nihayetinde insanı kendinde boğulan, soğuk, sivri dilli ve etrafındakilere hayat hakkı tanımayan bir ruh haline götürür.

Sumak rüyası böyle bir ruh hali içine doğru günden güne kayan, her şeyden ve herkesten yabancılaşan, kendinden başka herkesi ve her şeyi, hatta Yaratan’ı eleştiren günümüz insanının kibirli, mağrur ruh halinin ilacını ifade ediyor: Tevhid hakikatiyle, İlahi kudret tecellilerini kâinatta okumakla marifetullah suyunu elde etmek… Aşkın rengi ve yoğun duygusallığı ile boyanmak... Marifet-Muhabbet bütünlüğü ve karışımı içinde bir algıyı, ruha içirmek… Bu noktada Kur’an gayet ilmî bir şekilde marifet ve muhabbet bütünlüğü ile ortaya çıkan algıya “meveddet” (dengeli ve gerçekçi sevgi) der.[23]

Bu rüya insanın ancak böyle dengeli bir sevgi hissi ile şifaya erişeceğini ve kibir virüsünden kurtulacağını haber veriyor. “Kibir ateşine yakalandıysanız, bu ilaçla ondan kurtulursunuz; eğer yakalanmadıysanız, bu manevi kür ile o hastalığa hiçbir zaman yakalanmazsınız” diyor. Duygusuz bir akıl nazarında, varlık âlemi, bir deniz; insan benliği, onun içinde bir balık hükmündedir. Fakat akıl-kalb evliliği ile meveddet boyutuna çıkan bir ruh için, kâinat bir okyanus, insan benliği ise bir kabarcık şeklinde görünür ve hissedilir.[24]

Evet İlahî kudret, mutlaktır. Kudret-i İlahiye, külli ve daimi tecellileriyle rüyalarda ve manevi müşahedelerde sonsuz bir okyanus olarak görünür.[25] Kudretin bir tecelli merkezi olan maddi dünya ise, bu manada Hz. Peygamber’in (ASM), Cevşenü’l-Kebir’de bildirdiği üzere, Allah’ın mutlak kudretini mahlukata tanıttığı küçük ve güzel bir sergidir.[26]

Kantaron rüyası ise, gösterir ki, kişinin annesi yani bütün toplum bu hastalıkla muzdariptir. Rüyada aslî olarak geçen kantolon kelimesinin, kan ve ay manasında olması da işaret eder ki, insanın aklı kan dökücü bir ay şekline büründüğünde bu hastalık çıkacaktır.[27] Ki teknoloji ve biyoloji sahasındaki gelişmelerin, yeryüzünü kan dökülen bir yere dönüştürdüğü fiilen yaşanırken bu hadise zuhur etti. Corona Virüs’ün gelmesi ile akılların kan dökücülüğü önlendi. Mazlum insanlar biraz nefes aldılar.

Bu manada hastalığın en ileri boyutuyla ilacı da rüyada vurgulandığı üzere kantolon kelimesinin içindedir. Çünkü tolon, ayın bedir haline ve tam yuvarlak şeklinde verilen isimdir. Ay, bu şekliyle güneşe tam bir ayna olur. Fakat güneşin sıcak ışığını emer, sonrasında dünyaya ve diğer cisimlere renksiz bir ışık verir. Bu inceliği ifade etmek için Kur’an-ı Kerim güneş ışığını, “ziya”; ay ışığını “nur” olarak isimlendirir.[28] Bu cephesiyle dolunay, vahye ve peygamberlere tabi olmayan bir aklın çıkabileceği en yüksek seviyeyi sembolize ifade eder.

Evet akıl, Said Nursi’nin tespit ettiği üzere, Tabiat ve Sebepler Gecesi’nde aya odaklı bir katredir (su damlası).[29] O, fıtratı gereği hiçbir zaman Hakikat Güneşi’ni göremeyecektir. Sebeplere takılıp kaldığı ve kalbin vahyine tabi olmadığı sürece… Bu görememenin epistemolojik ana sebebi ise, aklın fıtrî ibadeti olan ilmin kuşatıcı ve ispat üzere hareket eden yapısıdır. Kuşatıcılık, kuşatmakla olur. Kuşatılan ise, sınırlıdır. Sınırlı olan şey ise, gözle görünür. İspat ise, sürekli tahakkuk eden fiiller üzere yürür. Tahakkuk ise, zuhura dayanır. Zuhur ise, görünmektir. Bu manada akıl, Mutlak Hakikat Güneşini asla göremez.

Bu hakikat çerçevesinde maddi âlem ve kâinat, Hakikat Güneşi’nin nurunu gösteren bir Ay’dır. Vahye tabi olmayan bir akıl, kalbin feyzi ve ruhun nuru ile desteklenmediğinde insanın benlik ve kişiliği şişer. Kendini diğer kişilerden ve nesnelerden üstün görür. Bu psikolojiden dolayı “Güçlü olan üstündür, haklıdır. Haklı olanın ancak yaşama hakkı vardır” şeklinde bozuk bir algıya kapılır. Üstün ırk iddiasıyla, diğer ırkları kendisine ya hizmetçi olarak görür ve sömürmek ister veyahut onların hayat haklarını ellerinden alır. Batı Dünyası’nın ve Onun bir çocuğu olan ABD’nin Orta Doğu ve Dünya genelinde döktüğü kanlar böyle bir psikolojik sürecin sonucudur.

Bu noktada bu rüya, kantolon tabiriyle, kibir ve gururla hasta bir aklın tedavi çaresini o aklın kanının akıtılması olarak gösteriyor. Bu meselenin sırlarını Kevser suresi ifade eder. Çünkü Kevser suresi, çok sayıdaki düşüncelerin kaynaşarak kesretten Kevser boyutuna yükselmesi ve bir fikir havuzu oluşturabilmesinin yolunu “Namaz kılmak” ve “Kan Akıtmak” olarak ifade ediyor. Âyetteki “kan akıtmak” tabiri, kurban etmek veya hacamat yaptırmak şeklinde anlaşılabiliyor. Kurban etmek kısmı son çaredir ki Hz. Musa’nın (AS) İsrailoğullarına söylediği şu söz bu konuya dairdir: “Ve bir vakit Musa, kavmine dedi ki: " Ey kavmim, cidden siz o buzağıya tapmakla kendinize zulmettiniz. Gelin yaratanınıza dönün, tövbe edin de nefislerinizi öldürün. Böyle yapmanız yaratanınız yanında sizin için hayırlıdır."”[30]

Kibir ve gururun tedavisi için her zaman başvurulacak çare, aklın hacamat edilmesidir. Aklın hacamatı ise, istişare ve şura ile olur. Çünkü hakka uygun meşveret, akılların Hakk Aşkı ve Hakikati Tenzih Arzusuyla bir birini hacamat yaptığı şefkatli bir şifahanedir.[31] Bu şekilde kendindeki kirli kanlar akıtılan bir akıl, çaresizliğini, meselenin azameti karşısında küçüklüğünü ve çapının darlığını fark ederek Hakikatin mutlak huzurunda manen secde eder. Bu sayede vahye, kalbe ve peygamberlere tabi olacak bir olgunluğa erişir. Ki namazı, namaz yapan da secdedir. Evet secde, “Oku!” emriyle insanın hilkatini ve kâinatı tefekkür etmeyi emreden Alak suresinin son ayetinde vurgulandığı üzere Semavat ve Arzın Nuru olan Allah’a yakınlaşma ve Onun nuruna ayna haline gelmedir. Ruhun nura ermesi, her şeyi Allah’tan görecek bir algıya yükseltir. Bu durumda insan ruhu, bütün korkularından kurtulur ve nefes almaya başlar. Âhiret âleminin kapıları ona açılır.

Koronavirüs hastalığının 3. Safhasının nefes darlığı olması işaret eder; kantaronun binbirdelik otu, kılıç otu[32] gibi isimlerle isimlendirilmesi de gösterir ki, insanın ruhuna nefes aldıracak, onu enaniyetin (benliğinin) baskısından kurtaracak yön 1001 Esma-yı Hüsna ve dayandıkları Hakikatlerle kâinatı, insan fıtratını okumak ve her şeyi doğrudan doğruya Allah’tan görmektir.

Bediüzzaman’ın tespit ettiği üzere, insan ruhu, Cenab-ı Hakk’ın 1001 ismini cem eden Ehadiyet sıfatının bir tecellisine dayanan İlahi bir nefhadır.[33] Kâinat ve insan, Cenab-ı Hakk’ın vahidiyet tecellisi olan sünnetullah kanunları ile idare ediliyor görünse de, hakikatte her şey bizzat Ehadiyet sıfatıyla Allah’ın elinde ve kontrolündedir.[34] Kelam âlimleri bu farkı “daire-i esbâb” ve “daire-i itikad” şeklinde ifade ederler. Bu cihet ve sırdan dolayı kâinatta en büyük bir sebep olarak görünen güneş, ay, bulutlar, yıldızlar, toprak, hava ve su bir karasineğin sanatlı yapısını yapma ve ona hayat verme konusunda âciz ve çaresizdirler.[35] Sinekteki sanat, Onun bütün zerre ve hücrelerinin Ehadiyet cihetiyle bizzat Sani-i Zü’l-Celal’in elinde olduğuna gözle görünür bir delildir.

Bir karasineğin hilkat ve idaresini kendisine bırakmayan Zat-ı Ehad-i Samed’in, sinekteki sanat ve tekniği anlamaktan âciz insanların kendi fizik ve metafizik vücutlarının idaresini onlara bırakması elbette ve elbette düşünülemez. İnsan iradesine verilen cüz’î bir serbestiyetin ona verdiği kibir, gurur, tenkid, inkar ve nankörlüğün sebep olduğu Covid-19 âfeti gösterir ki, eğer böyle geniş bir serbestiyet verilseydi veya verilebilseydi, insan kabına sığmaz başına kıyametleri çoktan kopartırdı.

(Bu yazı, " Covid-19 (Corona Virüs) Salgını ile İlgili Rüyalar ve Yorumlanması " isimli bir makalenin bölümleridir. Yazının tamamını bir arada görmek için şu linke tıklayın: Covid-19 ( Corona Virüs ) Salgını İle İlgili Rüyalar ve Yorumlanması )

[1] Saff suresi, 6.

[2] https://www.medicalpark.com.tr/kantaron-yaginin-faydalari/hg-2261

[3]http://www.yasemin.com/saglik/haber/2875335-kantaronun-faydalari-nelerdir-kantaron-yagi-ne-ise-yarar-sari-kantaron-cayi-nasil-yapilir

[4] Beyhakî, Şuabu’l-İman-Beyrut,1410, 2/253.

[5] Mesnevi-i Nuriye, Badıllı Tercümesi, Hubab Risalesi.

[6] Mübareze, birebir tarzda savaşma; müsaraa ise boy ölçüşme demektir.

[7] Mesnevi-i Nuriye, Badıllı Tercümesi, Hubab Risalesi.

[8] Bediüzzaman Said Nursi, huffaş’ı (yarasa) aynen bu şekilde yorumlar ve ehl-i dalâlete benzetir. ( Sözler, 32. Söz, 2. Mevkıf, 3. Maksad, 4. Remiz.)

[9] Said Nursi bu metne koyduğu dip notta “ 1. Dünya Savaşı’nın manevi sebebinin materyalizmin yayılması olduğunu ” söyler. Materyalizm o günkü şartlara göre bu gün, bütün dünyayı sardığı ve salgın hastalık gibi istila ettiğinden Onun o sözü bugünkü vakaya daha uyan bir tespittir. Evet tıp dünyası, devletle ve bütün insanlık bu âfetin karşısında ölüm korkusuyla titriyor.

[10] Buradaki hürriyet, fikir hürriyeti ve eleştirel düşünce serbestiyeti demektir. Bütün sermayesi ve birikimi materyalist algıya dayanan, ancak gözle görebildiğine göre karar verebilen, bütün bilgisi gözlemlenebilen sahayla beslenen, insanın aklını, evrensel ve zaman-üstü boyutundan koparıp gözün dar çerçevesine indiren fenlerin ve bilimin, aslî sahası Mutlak ve Sonsuz Hakikatler olan din ve maneviyat hakkında ne eleştiri yapma hakkı vardır, ne bu onun haddidir ne de bu davranış bilimsel ve ilmî bir tavırdır.

[11] Sözler, Lemeat, Maddiyyunluk Bir Tâun-u Manevidir.

[12] İki İslam Aliminden Geniş Rüya Tabirleri Ansiklopedisi, Yasin Kitabevi, “ Ayva ” Maddesi.

[13] Osmanlıca Lemeat, Mahbub-u Hakiki En Akreb, En Eb’addır.

[14] Mesnevi-i Nuriye, Abdülmecid Nursi Tercümesi, 10. Risale.

[15] Sünen-i Tirmizî, Rüya Bahsi.

[16] Buharî, Ta'bir 11, 47; Müslim, Rü'ya 17, (2269); Tirmizî, Rü'ya 10, (2294); Ebu Dâvud, Sünnet 9, (4632); İbnu Mâce, Rü'ya 10, (3918).

[17] Hadid suresi, 3; Talak suresi, 12.

[18] Bkz. İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğâbe.

[19] Bediüzzaman Said Nursi, Kızıl İcaz, Ahmet Akgündüz Tercümesi, İlmin Hazmı Bahsi; Lem’alar, 2. Lem’a, 1. Vecih.

[20] http://www.gidamo.org.tr/resimler/ekler/435c378bb76d435_ek.pdf?dergi=38.

[21] Bkz. Tedbirat-ı İlahiye.

[22] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 17. Lem’a, 10. Nota; Osmanlıca Lemeat, Mahbub-u Hakiki En Akrebdir, En Ebad.

[23] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 30. Lem’a, 3. Nükte, 5. Nokta, 2. Mes’ele.

[24] Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Abdülkadir Badıllı Tercümesi, Habbe, Zeylü’z-Zeyl.

[25] Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Habbe, Zeylü’z-Zeyl.

[26] Cevşenü’l-Kebir, 57. Bab, 10. Ukde.

[27] Rönesans’ın “ aydınlanma ” manasında olması, Rene Guenon’un “ Batı Medeniyeti, bir ay medeniyetidir ” sözü, Batı dünyasının “ Güneş doğudan yükselir ” itirafı, ay ışığının soğukluğu ve merhametsiz yüzüne nazaran güneş ışığının sıcak, renkli ve tam aydınlatıcı yapısı gösterir ki insanlığı insan eden, akıl ve kalbi birleştiren vahiy ve dindir. Bu manada din, insanlığın kabul olmuş Hakikat Duası’dır.

[28] Yunus suresi, 5.

[29] Sözler, 24. Söz, 2. Dal.

[30] Bakara suresi, 54.

[31] Bediüzzaman Said Nursi, Tuluat, Müstehak Bir Ceza, Tenkid Bahsi; Hutbe-i Şamiye, 6. Kelime, Şura Bahsi.

[32] Kılıç, rüyada, Hakikatin sembolüdür. Binbirdelik lafzı ise, işarettir ki insan ruhu, 1001 Hakikatle Allah’ın nuruna karşı pencereleri açık 1001 pencereli veya kapılı bir saraydır.

[33] Sözler, 31. Söz, 1. Esas, Mi’racın Sırr-ı Lüzumu.

[34] Şualar, 11. Şua, 11. Mesele.

[35] Hacc suresi, 73.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.