Geçtiğimiz aylarda Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed, Türkiye ziyaretinde Pakistan’a da çağrı yaparak “İslam medeniyetini yeniden ayaklandırabiliriz” çıkışı yaptı. Bu çıkış aslında bu ziyarete özgü değildi. Mayıs ayında üç ülkenin dışişleri bakanları Cidde’de bir toplantı yapmış ve bu üç ülkenin iş birliğine ilişkin sinyaller o toplantıda verilmişti. Dışişleri bakanlarının toplantıda vermiş olduğu fotoğraf karesinde Mevlüt Çavuşoğlu’nun ortada olması, adeta bu iş birliğinde Türkiye’ye verilen öneme işaret ediyordu. Akabinde çeşitli düzeylerde yetkililer tarafından yapılan açıklamalar, iş birliğinin belirli bir planlama çerçevesinde yürütüldüğü izlenimini vermekteydi.
Bunun yanında iş birliğini geliştirmeye yönelik görüşmeler, aralık ayında Malezya’da devam edecek. Kuala Lumpur’da 18-21 Aralık tarihleri arasında “Milli Egemenliğe Erişimde Kalkınmanın Rolü” temasıyla düzenlenecek olan zirvede çeşitli alanlarda pek çok konunun gündeme gelmesi bekleniyor. Mahathir’in zirveye ilişkin “Müslüman dünyasının sorunlarına işaret etmek ve çözüm sunmak üzere küçük bir başlangıç” ifadeleri, bu zirvenin çözüm odaklı bir zirve olmasına yönelik beklentileri artırıyor. Geçtiğimiz günlerde düzenlenen 6. Din Şurası’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslam dünyasına ilişkin mesajlarında “Fiiliyata dökülmeyen her karar yok hükmündedir” ifadesi de bu beklentinin önemine işaret ediyor.
Esasen küresel sistemin şu an en çok ihtiyaç duyduğu ve eksikliğini hissettiği kelime "çözüm." Yüzlerce çalışma yapılıyor, pek çok platform var ancak sıradanlaşan ve devamlı hale gelen “çözümsüzlük” dünyanın üzerinde bir kara bulut gibi dolaşıyor. Bu durum İslam ülkelerinin meydana getirdiği İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Gelişen Sekiz İslam Ülkesi (D-8) gibi oluşumlarda da aynen görülüyor. Bu çözümsüzlük ortamı nedeniyle çözüme yönelik iş birliklerinin adeta bir zorunluluk haline geldiği görülüyor.
Kuala Lumpur Zirvesi’nin öncesinde yaşanan gelişmeler ve basına yansıyan açıklamalar, zirvede gündeme gelmesi muhtemel konuları ortaya koyuyor. İslam dünyasının sorunlarını gündeme getirmeye ve İslamofobi ile mücadeleye yönelik bir TV kanalı, ticari anlaşmalar, teknoloji transferleri, savunma sanayi, gıda güvenliği, geleceğe yönelik gençlik yapılanmalarının koordinasyonu ve İslam dünyası gerilim bölgelerinde çözüm arayışı gibi konular muhtemel gündem olarak özetlenebilir.
İş birliğinin fırsatları, potansiyelleri ve riskleri
Kuala Lumpur Zirvesi ile gelişmesi beklenen Türkiye, Malezya ve Pakistan iş birliğinin en önemli fırsatının liderlerin gösterdiği irade ve bu iradenin tabanda büyük bir zemin bulması olduğu söylenebilir. Bu zirvede yer alacak olan Türkiye, Malezya ve Pakistan’ın halk tarafından seçilen yönetimlerle idare ediliyor olması, Müslüman milletlerin iradelerinin geniş tabanlı yansıması olarak görülebilir. Böylece bu milletlerin geniş tabanlı iradelerinin yansıması toplumsal desteği güçlendirdiği gibi, liderlerinin vizyoner olması da bu iş birliğinde siyasal desteği güçlü kılacaktır. Bu üç ülkenin doğal kaynaklara bağlı ekonomik model olmaktan daha çok, üretime dayalı ekonomik modele eğilimli olmaları diğer bir ortak özellik olarak göze çarpıyor. Yani bu iş birliği toplumsal, siyasal ve ekonomik yönlerden gelişime açık görünüyor.
Ayrıca küresel zeminde birçok kutuplaşma ve anlaşmazlık bulunduğu gibi İslam ülkeleri arasında da kutuplaşma ve anlaşmazlıklar son dönemde daha da öne çıktı. Bu açıdan Türkiye, Malezya ve Pakistan bu kutuplaşma ve anlaşmazlık ortamından uzak kalan ülkeler olarak öne çıktılar. Bu üç ülkenin aralarında tarihsel olarak getirdikleri varoluşsal bir sorunları yok. Bu durum da iş birliğinin sürdürülebilirliği açısından önemli bir etken. Ayrıca tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçişin olduğu ve yeni denge arayışlarının gözlemlendiği şu günlerde küresel siyasetin zemini de bu iş birliğini daha mümkün kılıyor.
Uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk açısında dünyanın bir kriz döneminden geçtiği ve bu dönemde BM’nin sorunlara çözüm bulmakta zorlandığı düşünüldüğünde daha küçük inisiyatiflerin çözüm arayışları daha anlaşılır hale geldi. İİT'nin de kendi içindeki sorunlara çözüm bulmakta zorlanması, geniş katılımlı yapılanmaların karar alma mekanizmalarının hantallığına karşı dar çerçevede arayışları güçlendiriyor. Bu anlamda Mahathir’in ifadesiyle “aynı sorunları yaşayan İslam ülkeleri ile bir zirve yapma isteği” mevcut yapılanmaların eksikliklerinin yeni arayışları beraberinde getirdiği şeklinde yorumlanabilir. Diğer taraftan Kuala Lumpur Zirvesi, mevcut geniş katılımlı çatı kuruluşların daha aktif hale gelmesini ve çözüm üretmesini tetikleyebilir. Ortaya çıkarılacak olası çözümler, hem bu çatı kuruluşların kendilerini sorgulamalarına neden olacak hem de küçük çapta bir inisiyatifin aldığı sonuçlardan etkilenecektir. Bu ülkelerin nüfuslarının kalabalık olması temsil kabiliyetini artırdığı gibi işbirliği alanlarının genişlemesi açısından da fırsatlar sunabilir.
Ayrıca üç ülke de kendi bölgelerinde ve dünyanın diğer birçok bölgesinde barışa katkı sunma konusunda kilit ülke konumundalar. Türkiye; Kudüs, Keşmir ve Arakan gibi İslam dünyasının birçok bölgesinde yaşanan sorunları BM’de dile getirerek, Keşmir konusunda Pakistan’a, Arakan konusunda da Malezya’ya destek verdi. Pakistan, bölgesinde yaşanan gerilimlerin sigortası olduğu gibi, bölge dışı gerilimlerde de arabuluculuk çabaları içine girdi. Benzer şekilde Güneydoğu Asya’da Malezya, bölgenin çözmekte zorlandığı sorunların çözümü için öne çıkan ülke oldu.
Elbette, bu ülkelerin iş birliğini güçleştiren konular da karşılarına çıkacaktır. Mesela bu iş birliğinden rahatsız olan çevreler, bu ülkelerin hem iç hem de dış dinamiklerinde kendilerini gösterecektir. İş birliğinin benzerleri gibi sonuç alamayacağına ilişkin caydırıcı eleştiriler gelebilir. Bunun yanında işbirliği yapan ülkeler arasında sorun alanları oluşturmaya veya sorun olabilecek konuları gündeme taşımaya yönelik girişimler olabilir. Bu iş birliğine katılarak, süreci akamete uğratmak isteyen ülkeler de olabilir. Ancak burada önemli olan nokta, bu girişimlere karşı farkındalığın ve çözüm iradesinin güçlü olmasıdır. Zaten mevcut şartlarda İslam dünyasının çözmesi gereken çok sayıda sorunu var. Ancak bu bir yerlerden başlanamayacağı anlamına gelmiyor. Bu anlamda gündeme gelmesi beklenen konuların bazı açılımlar ve fikirlerle geliştirilmesi geleceğe ışık tutacaktır.
İş birliğinin gelişimine ve sürdürülebilirliğine ilişkin öneriler
Katılımcı ülkeler arasında gelişmekte olan iş birliğinin sürdürülebilir olması, iş birliği zemininin sağlam oluşturulması ve olası sorunlara yönelik çözüm yollarının şimdiden belirlenmiş olmasından geçiyor. İslam ülkeleri arasında işbirliğinin sürdürülmesine yönelik belli merkezlerde beş ülkenin de katılımcı olduğu öğrenci ve akademisyenlerden oluşan enstitülerin kurulması, İslam medeniyetinin doğru tanıtılması adına TV kanalı projesi gibi önemli bir adım olabilir. Bu enstitülerde işbirliğinin ilerlemesine ve geliştirilmesine yönelik çalışmalar yürütülebilir. Ayrıca enstitüler aracılığıyla din üzerinden ortak geçmişe dair İslam medeniyet tarihi çalışmaları yapılarak bu alana ilişkin bir literatürün oluşturulması sağlanabilir. Son yüzyılda Müslüman dünyanın en çok ihtiyaç duyduğu ilmi çalışmaların bu enstitüler aracılığıyla artırılması, ilim ve ilerlemede geri kalmanın meydana getirdiği yaraları sarmak açısından iyi bir merhem olabilir.
Şimdiden sinema ve medya sektörüne dair gelişmelerin bazı öneri ve uygulamaları beraberinde getirdiği görülüyor. Diriliş dizisinin Pakistan’da yayınlanmasına yönelik adımlar atılırken; İslam tarihine ait bir sinema filminin çekilmesi de kimi çevrelerce dillendirilmeye başlandı. Sinema alanında İslam tarihi ve ortak değerler üzerinden birleştirici konuları ele almaya yönelik yapımlar, İslam dünyasının sorunlarını çözmeye de katkı sağlar.
Her ülkenin öne çıktığı alanlarda bu iş birliğine katkı sunması, işbirliğinin verimliliğini arttıracak ve diğer ülkelerin de bu alanlarda gelişmesini sağlayacaktır. Örneğin Türkiye’nin savunma sanayinde, Malezya’nın teknolojide, Pakistan’ın nükleer enerjide, Katar’ın yatırımlarda ve LNG gibi enerji kaynaklarında, Endonezya’nın insan kaynağı ve ekonomik pazarda işbirliğine sunacağı katkılar bu ülkeler için ciddi imkanlar sunacaktır. Günübirlik, geçici olmayan, geleceğe yönelik ve kalıcı çalışmalar için ekonomi, eğitim, medya, kültür, teknoloji, savunma sanayi ve enerji gibi alanların tümünde işbirliği çalışmalarının yapılması gerekiyor. Bu alanlarda gerekli altyapıların oluşturulması ve zamanla geliştirilmesi uzun süreli, karşılıklı çıkar ilişkilerine bağlı ve sonuç alınabilir bir işbirliğini netice verecektir. Böylece yapılan işbirliği çalışmaları toplumsal zemine güçlü bir şekilde aksettirilebilecek ve İslam medeniyetine dair konular bu ülkelerin gündemlerinde daha çok yer bulabilecektir. Sivil toplum kuruluşlarının da bu işbirliği sürecine insani yardım, kültürel paylaşım, ticaretin artırılması, eğitim faaliyetlerinin desteklenmesi ve karşılıklı etkileşimin artırılması yönünde katkıları işbirliğini güçlendirecektir.
İslam dünyasının içinde bulunduğu zorluklar, bu işbirliği çalışmasının sonuç üretmeyen, çözümden uzak ve kısa süreli gündemler oluşturmaya yönelik bir lüksünün olmadığını gösteriyor. Bu nedenle yavaş ve emin adımlarla, içi doldurulmamış bir büyümeden imtina ederek sürdürülecek bir işbirliği, bir nebze de olsa İslam dünyasının sorunlarına merhem olma kapasitesine sahiptir. Önemli olan bu kapasiteyi yerinde ve zamanında ortaya çıkarmaya yönelik adımların sağlıklı bir şekilde atılmasıdır.
[Mustafa Öztop Marmara Üniversitesi Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktora öğrencisidir]
aa