Artık Selahattin-i Eyyubi’nin ordusu yok. O muhteşem komutanın komuta edeceği ümmet birliği de görünmüyor. 200 yıldır maddi, manevi müdafaa ve sömürge ya da yarı sömürge İslam ülkeleri hala belini doğrultamadı.
İslam toplumlarının liderleri veya siyasi kralları, batının doyumsuzluğuna servis yapan ikircil karakterden kurtulamadılar. Daha dik gibi duranlar ise strateji ve metot geliştiremedikleri için tasfiye edildiler. İslam toplumları bir türlü millet-devlet kaynaşmasını sağlayacak, dikey mesafeleri asgariye indirecek eşitlikçi ve paylaşımcı bir adalete kavuşamadılar.
Bu tespitlerimiz, oldukça genel ve artık bildiğimiz tekrarlar...
Peki, böyle mi gidecek?
Kudüs, bir daha fethedilemeyecek mi?
Ümmetin kalbi ne zaman Kudüs olacak?
Fetih, yine silahlar ve siyasetle mi olacak? Yoksa öncelik ilim, irfan ve hikmetle kalplerin ittihadına göre mi olacak? Halklar şuurlanıp devletlerini dize getirip, ümmet vicdanı o zaman mı harekete harekete geçecek?
Bu saatten sonra batı karşında ilimsiz, marifetsiz tutunmak mümkün mü?
İslam Birliği, öncelikle siyasi mi, yoksa kalbi, akli ve ruhi bir dirilişin etkileyeceği siyaset mi? Kurumsal yapıların harekete geçmesi, medeniyet tasavvuru oluşmadan mümkün mü?
Yukarıdaki sorular, bir belirsizlik veya ikilem soruları değil. Bilakis hepsinin kıymet ifade ettiği gereklilikler içinde önceliği nereden başlatacağımızla alakalıdır. İnşa edici tahkiki imanı ve inkişaf edici Kur’an medeniyetini, en doğru yapılandıracak çıkış noktasını doğru belirlemek bir zarurettir.
İşte. Selahaddin-i Eyyübi'den Bediüzzaman'a intikal eden yeni bir fetih var kapıda. Bediüzzaman, Şam'da,Emeviyye camiinde, hutbe verdiği yerde Kudüs’ün fatihi olarak İslam komutasını yapan Selahaddin-i Eyyübi’nin yanıbaşındaydı. Bir müzakere ve muhavere ile kaderin derin bir sırrı onları yeni yüzyılın komutası ve Kudüs’ün yeniden fethi için mi acaba buluşturdu? Acaba bir dönem, tarz, tecdit bağlamında istişarenin yapıldığı İslam cemaatlerinin hutbeyi kabullenişi, bir tasdik emaresi miydi? Bunları bilemeyiz. Ama bir ümmet toplantısı olduğunu söyleyebiliriz.
Yeni dönemde, maddi cihaddan önce manevi cihad gerekliydi.
Hemen Kudüs'e yürüyecek ve bir arada olup birlik ruhu sağlanmış bir yeterlilik yoktu. 1911’de iki zatın gaybi/manevi/ilmi "buluşması" veya ortak hedeflerinde aynı davanın aynı dertleri ve yeni çözümleri vardı.
Avrupa karşısında maddi ve manevi terakki lazımdı. Ortaçağ esaretinden çıkmalıydık. Ümit lazımdı, muhabbet gerekliydi, doğruluk esas olmalıydı, nurani bağlar öne çıkmalıydı, hürriyet tesis edilmeliydi, hamiyet harekete geçmeliydi.
Bu altı esas ve hedef/çare olacak ve İslam Birliğini inşa edip Kudüs'ü fethedecek stratejiler, işte o Hutbe-i Şamiye'de deklare edildi. Arap, Türk, Kürt, Fars v.d. İslam kavimlerinin miras temsilcilerinin bulunduğu Emeviyye’de bir deklarasyon olmuştu aslında.
Bediüzzaman, tarihin vicdanına, istikbalin kalbine ve fethin ruhuna olan yürüyüşünü, 1911’den günümüze 100 yılı deviren bir sebat ve ihlasla ümmetin hafızasını inşa edecek tevhit/tefekkür/tecdit zeminini Risale-i Nur ile hazırlıyor.
Zaman, O'nun metodunu doğruladı. Siyasetten önce samimiyet/ihlâs, kalple beraber akıl, maddi cihattan önce manevi cihat, tefekkür ve ilimle iman-ı tahkiki ve meşveretle şahs-ı neviler yerine şahs-ı maneviyi öne çıkardı. Gelenekten tevarüs eden yapıların son iki asra çözüm üretemediğini ortaya koydu,metin halinde kayda geçirdi.
Bu sayede epey mesafe alındı, Türkiye rolüne geri dönerken, bu gün Kudüs için Gazze ile hemdert olmaktadır. Türkiye,geçmişte maruz kaldığı iç kanamalar ve ceberut rejime rağmen Risale’nin müspet hareket metodu ile menfiliklerle baş etti. Türkiye’yi diğer İslam ülkelerinden ayıran en büyük fark bu. Makul ve meşru zeminde kitabı merkeze koyan,ilkelerle düşünen bir sistemi Bediüzzaman’ın tesis etmesiydi. Zalimlere Risale metodu ile cevap verildiği için bu gün muvaffakiyetin eşiğindedir.
Benzer şekilde Türkiye’nin rotalarından biri olan AB, ancak Risale ile anlaşılabilir. Müspet ve menfiyi ayırt edecek bir müvazene ile işbirliği kurulabilir. Aksi halde "Müslüman İseviler" tespiti ve gelecek okumaları anlaşılamaz,İslam Birliği’ne giden yolun AB den geçtiği fark edilemez. Zahiri manalar, çoğu zaman hikmetin derin kotlarını algılamaya yetmez.
İran bile siyasi olmayan şiay-ı velayet noktasında Risalenin yaklaşımına sıcak bakar ve ümmet birliği konusunda, tarihin yaralayan hadiselerine Risale merhemi ile yaraları sarmaya yatkın durur.
Türkiye, süfyanizmin nifak tohumlarını sökerken, kendine gelmekte ve Anadolu sinesinde kardeşlik şuurunu inşa etmektedir. Risalenin şefkat yüklü bulutları kalıcı, uzun soluklu ve yaşanan olayların ciğersuz acılarından azade bir tefekkürle bu dürbünü tutmakta ve geleceği yakınlaştırarak okutmaktadır. Tebliği ve zaferi, sonucu planlayan beşeri akıl düzeyine indirgemeden kalpler üzerine yapılan yatırım ve sırren tenevveret üsulü ile icra edilen bir hizmet olarak göstermek zamanıdır. Böylece hakiki birlik kotlarının etkisi gittikçe büyüyecektir.
Haza min fadli Rabbi. Bu, Allah'ın lütfundandır. Hamdolsun.
O halde ümit muştularımızın istikbal metinleri şöyle olacaktır inşallah.
Tarih, dirilecektir.
Kudüs fetholunacaktır.
İslam, galip gelecektir.
İslam, istikbali kucaklayacaktır.
İnsanlık, insaniyetle tanışacak ve İslam'la müşerref olacaktır.
Risale'nin tahkiki şuuru, iman ilmi bu çağın hicranına/hasretine bir vuslat kapısı açmaktadır.
"En yüksek gür sada İslam’ın sadası olacaktır." hakikati, Bediüzzaman'ın istikbal aynasına düştüğü bir nottur. Bu sünuhat, şuunat ve şühudi hakikat, Risale'nin anlam dünyasında mümin kardeşliği ile ümmete şevk ve ümit vermektedir.
İslam komutası, feleğin rağmına, manevi cihatla birlikte tesirini arttıracak ve yeni bir "infilak ve inkılâp", 100 yılı aşkın bir zamandan sonra üstadın sadık rüyasını yenileyecektir inşaallah.
O rüyada, Kur'an'ın etrafındaki surlar yıkılmıştı. Kendini müdafaa mevkiindeydi. Tıpkı kendini koruyucu gören maddi, dünyevi ve siyasi bu kadar İslam devletlerine rağmen Müslümanların hali harapken, Kur’an’a hizmet ederken bile onu surlarla çeviren zırhlar ve güç merkezli otoriterleşmenin dönemi bitti.
Risale farkıyla anlıyoruz ki, Kur'ani olan hükümler, birer nur harikası olarak izah ve ispatla hükmünü bükün akıl sahiplerine kabul ettirecek ve dünyanın dengesi değişecektir.
En yakın zamanda inşallah.
Vel akibetün lil müttekin. Gelecek, inananların olacaktır.
Yeter ki, adetullah'a bağlı kalalım, hem kelami hem de kevni emirlere riayet edelim.
Ramazan’ın bu son günlerinde Fetih Suresi ve Maide Suresi, beni teskin etti. Ruhun heyecanını ise Risale verdi ki, Kudüs’ü fethedecek şuur ve hafıza şükür ki, ümmette mündemiçtir. Bütün mesele bunu ana hedefe kilitleyecek gündemle yaşamaktır.
Deccal'ın fesadını kıracak, nifak silahını elinden alacak zafer burada saklı.
Şimdi,takatimizin yettiği,avazımızın çıktığı ve ruh ikliminin derin dalgaları arasında yanan yüreğimizin sesiyle haykırıyoruz ki;
Diren Gazze, diren ümmet, ağla ve gözyaşı dök bu günlerde, hasretinle tutuş!
Çakıl taşları mesabesindeki tali konular ve namazı kaçıracak heyecanlı haberlerin menfilikleri ile kalbini lekeleme. İslam Birliğine giden adımlarla yürü, başkaca kümelenmeler bu birliği zedelememeli.
İman ettik ki; Dua ve sabırla, maddi teşebbüs ve doğru hizmet metodu ile iman kazanacak, mümin kazanacak, ihlâs kazanacak.
Gazze, bunun bir sahnesidir ve hepimizin imtihanıdır.
Şimdi ümmet dilini kullanarak olma birlik zamanı.
Bu arada, Uhuvvet Risalesi okuyanların, 20. ve 21. Lem'a okuyucularının daha çok mesul olduğu bir dönemdeyiz.
"Kemal-i ümid-i zafer ile" iman ve Kur'an hizmetinde "akil sıddik" yürüyenlere, cehd ve ihlâsla daim olanlara, selam olsun.
Çünkü, İttihad-ı İslam yolunda Kudüs bizi bekliyor.