Yusuf Tosun’un kısa süre önce yayınladığı Aşk Postası adlı kitabının devamı niteliğindeki Hüzün Postası geçtiğimiz günlerde Çıra Yayınları tarafından yayımlandı. Tosun, kitabında bizi Orta Doğunun kanayan yarası Filistin’e götürüyor. Mavi Marmara Yiğitlerinin şanlı direnişine selam çakıyor. Filistin için herkesin yapabileceği bir şeyler olduğunu haykırıyor. Mustafa Oral
1-Kısa süre önce Sevgili (a.s.v.) Diyarından Mektuplar üst başlığı ile Aşk Postası isimli kitabınız ile karşımızdaydınız. Orada Mekke ve Medine’yi anlatmıştınız. Şimdi de Filistin Mektupları olarak ifade edebileceğimiz Hüzün Postası ile karşımıza çıktınız? Bunun bir hikâyesi olmalı...
1-Şüphesiz ki Kudüs kanayan yaramızdır. Ve her Müslüman bu kanayan yaraya imkânları ölçüsünde ilaç olmakla mükelleftir. Ben de kendi çapımda küçük bir katkıda bulunmak istedim. Bir gezi vesilesiyle bu duyarlılığımı ifade etmeye çalıştım.
Gençliğin fırtınalı koridorlarında gönülden kaleme düşen “İsyan Notaları” isimli ilk çalışmam yazın serüvenimde adeta lokomotif vazifesi görmüştü. İsyan Notaları eserimin alt başlığını oluşturan “aşk, hüzün ve umut” kavramları ise içi doldurulmayı bekleyen birer vagon olarak not düşülmüştü. Yıllar yılları kovaladı ve gün geldi “Aşk” vagonu sevgili diyarından gelen “Aşk Postası” mektubu ile yükünü aldı. Hüzün de; yüreğimizin üzerinde ince bir tül gibi duran Kudüs yüklü “Hüzün Postası” mektubu ile doğmuş oldu. Umut ise; hala içi boş bir zarf olarak sırasını bekliyor.
Evet, bir gezi vesilesiyle sonbahar mevsiminde yüreğim Kudüs’e değdiğinde; her zamanki not alma alışkanlığım bir gölge gibi peşimi bırakmadı. Bu vesileyle duygu ve düşüncelerimi mektup formatında yazmaya çalıştım.
Yine bu geziyle yeniden anladım ki; eliniz/yüreğiniz okuduğunuz, konuştuğunuz, düşündüğünüz şeylere dokununca bir başka bakıyor artık gözleriniz. Yani gerçeği kendi gözlerinizle görüyor ve ona elinizle dokunuyorsunuz. Böylece Platon’un mağarasından çıkmış oluyor ve artık deyim yerindeyse fili tarif edebiliyorsunuz. İşin doğrusu bende de öyle oldu. Kudüs yüklü sevda, içimde büyüdükçe büyüdü. Onun mahzunluğu sarı yaprakların ağaçtan düştüğü bir hazan mevsiminde içime doldu. Uzun bir süre bu hüzün yüklü sevdayı içimde mahfuz ettim. İlerleyen zaman içerisinde bu tatlı hüznü, içi boş bir zarfa doldurup dostlara postalamak niyeti çerçevesinde ise “Hüzün Postası” adlı eser doğmuş oldu.
Bendeki serencamı budur Hüzün Postası’nın.
2-Kudüs müminler ve insanlık için ne anlam ifade ediyor?
2- Kudüs İslam dünyasının kalbidir. Her Müslüman kalbine iyi bakmalı ve onu korumalıdır.
Yine Kudüs insanlığın medeniyet merkezi ve semavi dinlerin kesişim noktasıdır. Ve yüce Resul’ün; “Mescid-i Haram’da namaz yüzbin, benim mescidimde kılınan namaz bin, Mescid-i Aksa da kılınan namaz ise başka yerde kılınan beş yüz namaz gibidir.” dediği yeryüzünde inşa edilmiş ikinci mescid olan Mescid-i Aksa buradadır.
Kudüs aynı zamanda İslam dünyasının gücünü sembolize eden mihenk taşıdır. Çünkü her Müslüman bilir ki; taşıdığı tarihi misyon, kültürel değer ve inanç açısından Kudüs çok önemli bir yere sahiptir. Dünden bugüne onun sevinci İslam dünyasının sevinci; mahzunluğu da topyekûn dünya Müslümanlarını yasa boğmuştur. Kudüs gücümüzdür. Bilinmelidir ki; onun yokluğu zayıflığımızın/zafiyetimizin alametidir. O nedenle Kudüs’e sahip çıkmak, her Müslümanın asli vazifeleri arasında yer almalıdır.
Unutmamalı ki; Kudüs her Müslümanın ev ödevidir.
3-Kudüs denilince aklımıza önce kimler, neler ve nereler gelmeli?
3- Uzun bir liste… Ama bunu hakkıyla ifade etmek mümkün değil. Ancak Kudüs ile sembolleşmiş isim, yer ve mekânlar var. Hz. Davut’tan günümüze koca bir tarih gözünüzde canlanıyor ister istemez. Hatta İnsanlığın başlangıç noktasına yani Hz. Adem’e (as) uzanmak lazım belki de.
Mescid-i Aksa, Kudüs ile özdeşleşmiş bir mekân… Ve yine burada gerçekleşen Miraç hadisesini de anmak lazım. Neredeyse tüm peygamberlerin bir şekilde ayağının değdiği yer… Tarih akışı içerisinde birçok değişikliğe uğrayan mekânlar ve ismi öne çıkan kahramanlar… Hz. Süleyman, Hz. Davud, Hz. Ömer, Selahattin-i Eyyubi, Yavuz Sultan Selim, Nurettin Zengi, Sultan II. Abdülhamit…
Kısa bir tarihçe bize bu konuda fikir verecektir:
Hz. Davud’un şehrinin kurulduğu günden beri, 36 savaşa sahne olduğu ve 18 kez yakılıp yıkıldığı biliniyor. (Bazı kaynaklara göre 100 savaş görmüş, 32 kez de yakılıp yıkılmış.) Evveline girmeyelim şimdilik. Sadece tarihin bize dönük yüzüne bakalım: 1517'de Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'ü fethi ile 400 yıllık Osmanlı egemenliği başlamış. Kanuni Sultan Süleyman devrinde yeni surlar, medreseler, imarethaneler yapılmış. 1831'de Osmanlı'ya başkaldıran Mısır valisi Mehmet Ali Paşa kenti ele geçirmiş ancak 1840'ta Osmanlılar kenti geri almış ve reformlar yapılmış. 1887'de Kudüs Belediyesi oluşturulmuş; Avrupa devletleri konsolosluklar açmış. Doğu Avrupa ülkelerinden göçlerle gelen Yahudiler nedeniyle kentin nüfus yapısı değişmiş. 19. yüzyılın ortalarından sonra nüfusun çoğunluğu artık Yahudilerden oluşmuş. Ancak Birinci Dünya Savaşı yıllarında açlık ve salgın nedeniyle Kudüs'ün nüfusu iyice azalmış.
1917'de Kudüs'te yönetimi İngilizler ele geçirmiş. Böylece Cemal Paşa komutasındaki birliklerimiz Kudüs’ten hezimetle dönmüşler. Çanakkale Savaşının olduğu yıllarda Kudüs, Şam, Kahire, Halep, Bağdat da Osmanlıdan düşmek üzeredir. Bir zamanlar Kudüs’süz, Kahire’siz, Şam’sız, Halep’siz yaşayamayan İstanbul; kendi öz canını müdafaa etmek durumunda kalmış Birinci Dünya Savaşı yıllarında. Artık hülyalar suya düşmüş, öz can müdafaası başlamıştır. Osmanlı’nın son demlerinde hazine tamamen boşalmış, aylık bile veremez duruma gelinmiştir. Yıllar sonra Arap cephesinin tek yetkili ismi Cemal Paşa’ya neden harbe girildiği sorulduğunda, cevabı üç kelimelik olmuş: “Ekmek vermek için”. Ya boyun eğmek, ya da işbirliği… Evet, Birinci Dünya Savaşında İngilizlere karşı Almanlarla işbirliği yaparak Kudüs’le birlikte Kahire’yi, Şam’ı, Halep’i ve Beyrut’u kaybetmiş olduk. Yani Falih Rıfkı Atay’ın hatıralarında dile getirdiği gibi; “Biz Kudüs’ü kumarda kaybettik.” Kudüs düşünce ise gözyaşlarımızı Beyrut, Şam, Halep, Kahire için de hazırlar durumu gelmiş ve nihayetinde Anadolu’nun bağrına sığınmakla yetinmişiz. O gün bu gündür değişen ne var? Suriye kaynıyor. Filistin esareti soluyor. Hicaz ise hala sahiplerini arıyor. İslam dünyasının ilk kıblesi kuşatma altında. Gün geçmiyor ki Filistinli çocukların başına bomba düşmesin.
4-Kudüs’e vardığınızda, Mescid-i Aksa’yı gördüğünüzde neler hissettiniz?
4- İşin doğrusu; hani bazı duygular vardır kelimeler onu ifadeye kâfi gelmez ya… Bu sorunun cevabı da ifadeye kâfi gelmeyen kelimelerde gizli sanırım.
Cuma saatine kısa bir süre kala Mescid-i Aksa’nın Ağlama Duvarı tarafındaki kapısında, hep birlikte geldiğimiz minibüsten inince o kelimeler boğazımda düğümlendi. Rehberimiz, Mescid-i Aksa’nın kubbesine dikkatimizi çekince, içimin bir tuhaf olduğunu ve duygularımın kabardığını gayri ihtiyari fark ettim. Heyecanım had safhada… Mescid-i Aksa’nın siyah kubbesine gözlerim takılınca; iki çeşme göz pınarlarımın musluklarının açılmasına mani olamadım doğrusu. Bazen insanın düşünmesi, hayal kurması, ekranlarda seyretmesi duygularının kabarmasına neden olabilir. Ancak bütün bunlarla birlikte dokunabilecek mesafede nefes alıp vermenin insanın içine doldurduğu heyecanı, hissi atmosferi tarif edecek kelime henüz yoktur derim. İşte o an böyle anlardan biri… Çaresiz ancak cismani olanla iktifa etmek durumundayım. Hislerime tercüman gözyaşlarımı saklama telaşı içinde Ağlama Duvarına doğru hep birlikte yürüdük. Önce X-R cihazından geçip, o geniş avluya girdik. Tarihin koridorlarından o avluya girdiğinizde kimlerle karşılaşmazsınız ki… Nice peygamber ve salih kulun gölgesi altında konaklamazsınız ki… İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem atamızdan, son peygamber sevgililer sevgilisine kadar bütün peygamberleri selamlıyorsunuz bu alanda. Hz. Ömer’den Selahattin Eyyubi’ye kadar nice ulu şahsiyetlere tanık olursunuz buralarda.
Ve tabi en anlamlı anı Cuma namazı için Mescid-i Aksa’ya girdiğimde yaşadım. Mescid-i Aksa’nın içeriye giriş kapısına yönelince, derin bir iç huzur ve ince bir sızının her tarafımı sarmaladığını ifade etmeliyim. Ezan sesini, bu kutsi çağrıyı canlı olarak sevgili eşimle telefonla paylaşmak istediğimde, boğazımda kocaman bir yumruğun peyda olduğunu hissettim. Sadece şu an Mescid-i Aksa’nın avlusunda olduğumu ve ezan sesinin yükselmekte olduğunu ifade edebildim. Akabinde ise hıçkırıklara boğularak telefonu kendimden uzaklaştırıp Ezan sesine çevirdim. Telefonu tekrar kulağıma çevirdiğimde o hıçkırıkların binlerce kilometre ötede yankılandığını fark edince, içimin bir hoş sona vardığını algıladım. Mescid-i Aksa’da ezan sesi sanki yüreğimden kopan ses olarak semaya yükseliyordu. O ses size eliniz, kolunuz, aklınız, şükrünüz, ahdiniz, vefanız olarak tanıklık ediyor.
5-Osmanlı’nın mirası Kudüs’te varlığını ne kadar sürdürebiliyor?
5- Kudüs, yaklaşık 400 yıl Osmanlı idaresinde kalmış ve 1917 yılından beri İngilizlerin işgaliyle birlikte esareti soluyor. Gücümüzü kaybettik. Bu kutsal şehrin işgali ile birlikte İslam ümmeti de zayıflamış oldu. Çünkü Kudüs yönetimini elinde bulundurmak aynı zamanda gücü de sembolize etmektedir. Bunu iyi bilen batı, özellikle Birinci Dünya Savaşıyla birlikte tek tek İslam dünyasının dini sembolize eden merkezlerini ele geçirmişler ve böylece Arap dünyası başta olmak üzere halkı Müslüman olan ülkeleri bir bir parçalamışlardır. Şam, Kudüs, Medine bir bir düşmüştür bu yıllarda.
Oysa H.16/M.646 yılında Romalıların işgali altındaki Kudüs’ü Hz. Ömer barış yoluyla fethederek Mescid-i Aksa ve çevresine hak ettiği itibarı yeniden kazandırmıştır. Hz. Ömer’in sulh çerçevesinde Kudüs ahalisi ile yapmış olduğu anlaşma Osmanlı arşivlerinde yer almaktadır. Hz Ömer şehrin anahtarlarını Kudüs Patriği Sophronios’tan bir şartla teslim almıştır: “Yahudilere Kudüs’te ikamet izni verilmemesi…” Aynı şarta Selahattin Eyyubi ve Osmanlı sultanları da riayet etmişlerdir. Çünkü Yahudilerin buralara yerleşmesiyle birlikte hemen bir Yahudi devleti kurmak için örgütleneceğini biliyorlardı. Bu nedenle de onların buralara yerleşmelerine müsaade edilmemiştir. Öyle ki, Osmanlının son dönemlerinde özellikle de Sultan Abdülhamit’e Siyonistlerin önde gelenleri tarafından Yahudilerin Kudüs’te mülk edinmeleri ve buralara yerleşmeleri konusunda yoğun baskıları olmuştur. Sultan Abdülhamit, bu yoğun baskılara rağmen dik durmuş ve şu tarihi cevabı vermiştir:
“Yahudiler, Osmanlı sınırları içerisinde Filistin hariç istedikleri yerde güven içerisinde yaşayabilirler. Osmanlı devletinin kapısı tüm mazlumlara açıktır. Ancak Filistin’de temeli din olan bir Yahudi devletinin kurulmasına asla izin vermeyiz. Göç ederek Osmanlı topraklarına gelen Yahudilere düşen, Osmanlı vatandaşlığına girmek ve imparatorluk sınırları içinde halka tatbik edilen kanunlara uymak olacaktır.”
Bu durum 1917’de Kudüs, İngilizler tarafından işgal edilinceye kadar sürmüştür. Bundan sonra İngiltere, Yahudilerin Kudüs’e yerleşmelerinin önünü açmış ve kısa sürede on binlerce Yahudi buralara yerleşmiştir. Böylece korkulan da olmuştur. Yahudiler buralara yerleşerek Yahudi devleti için Avrupa ve Amerika’da lobi faaliyetlerine başlamışlar ve kısa sürede muvaffak da olmuşlardır.
6-Nuri Pakdil “Kudüs’süz ve İstanbul’suz aşk yok” diyor. İstanbul’da yaşayan birisi olarak Kudüs ile İstanbul arasında nasıl benzerlikler görüyorsunuz? Mescid-i Aksa, Beyazıt Camiinden izler taşıyor mu?
6- Kudüs ve İstanbul kadim iki kardeş şehirdir. İstanbul’u Kudüssüz, Kudüs ise İstanbulsuz düşünmek mümkün değildir. Yüzyıllardır birbirleriyle bir kader birliği olan iki şehir…
İstanbul’un orta yerinde merkez cami niteliğindeki Beyazıt Camii ile Mescid-i Aksa aynı şekilde kardeş camiler. O nedenledir ki bütün sitem, mesaj, öfke ve sevinçlerimizi önce Beyazıt Meydanından dünyaya bildiririz. Kudüs ile ilgili duyarlılığımız da hep öyle oldu.
İstanbul’u nokta, Paris’i virgül, Kudüs’ü ise iki nokta olarak gören Kudüs aşığı sevgili Nuri Pakdil’in ifadesiyle; "Ve yüreğinin üzerinde bir tül gibi duran Kudüs, ah Kudüs." ismi her nedense derin bir ah çektiriyor insana. Kudüs’ü severiz. Çünkü “Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez.” Bizim için hala özel bir konumu vardır Kudüs’ün. Çünkü Kudüs; İslam dünyasının kalbidir. Her Müslümanın imanını test ettiği bir turnusol kâğıdıdır adeta Kudüs.
Kudüs’ü savunmak; gerçek bağımsızlığı savunmaktır. Hala içimizde büyük bir boşluk olarak duruyor Kudüs… İlk kıblemiz ve özgürlüğümüz esareti soluyor.
O’na giden bütün yolların kesiştiği yerdir Kudüs. Bütün yollar bir şekilde oradan geçer. O bizden bir parça, biz de ondan… Çünkü “Kudüssüz ve İstanbulsuz aşk yoktur.” der Nuri Pakdil.
7-İsrail saldırılarına devam ediyor. Kudüs ve Filistin’in bu günü ve geleceği hakkında ne söylersiniz?
7-Bu durum, dünden bugüne devam eden tarihi bir mücadeledir. Yani hak ile batılın mücadelesi… Müslümanlar sınanıyor işin doğrusu.
Kudüs savaşıyor. Filistinli taş atıyor İsrail’e. Bombalar düşüyor minnacık yüreklere. Anneler kan ağlıyor. Kudüs özgürlük erlerini bekliyor…
Şimdilerde Sultan II. Abdülhamit Han’ın Siyonistlerin lideri Theodor Herzl’e karşı soylu tavrını daha iyi anlıyoruz. Dr. Herzl’in Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmesi için gösterdiği bütün çaba ve zorlamalara karşı dik duran Sultan II. Abdülhamit Han şu tarihi sözleri söylemiştir:
“Dr. Herzl’e söyleyin de bu konuda yeni adımlar atmasın. Ben Filistin topraklarından bir karışını bile satamam. Çünkü bu topraklar benim malım değil, İslam ümmetinin mülküdür. Halkım bu topraklar için çarpıştı ve kanlarını döktü. Yahudiler milyonlarını ellerinde tutsunlar. Hilafet devleti dağılınca hiçbir bedel ödemeden belki isteklerine ulaşabilirler. Ama ben hayattayken bedenime işkence yapsalar bile Filistin’in en ufak parçasının ülkemden ayrıldığını görmeye razı olamam. Daha yaşıyorken bedenlerimizin delik deşik edilmesini asla kabul edemem.”
Sultan II. Abdülhamit de anlatmak istemiştir ki; Kudüs Müslümanın turnusol kâğıdıdır. Onsuz beden delik deşiktir. Yine onsuz alınan nefes eksiktir. İlk kıblegahımızdır, gönül evimizdir orası.
Her gün çocuklar ölüyor Gazze’de. Ramallah’ta gökten yağan füzeler çocukların başına düşüyor. Ekranlar kan gölüne çevrilmiş vaziyette. Hal böyle iken Müslümana durmak yaraşmaz.
Geçtiğimiz günlerde insanın yüreğini darmadağın eden manzara ise Gazze semalarında yağmur gibi düşen bombaların Gazzeli bir çocuğa isabet eden görüntüsü ve babanın kucağında sunağıyla çaresiz kaldığı andı. Yüreğinde zerre kadar bir insanlık taşıyan hiçbir yaratığın kendinden utanmaması mümkün değil. Filistin komutanlarından Ahmet Caberi’nin İsrail füzeleri tarafından nokta atış ile vurulduğu an… Tekrar tekrar yüreğimiz kan ağlayarak o sahneye kilitlendi. Kısa bir süre önce Hac vazifesini ifa etmiş temiz bir ruhla O’na doğru yükseliyor. Hem hüzün, hem de şahadetine gıpta ile oralara kapanıyor insanın bütün hücreleri. Öyle ki utandık insanlığımızdan. Yerin dibine girdi varlığımız. Mahçup olduk O’na karşı. Bütün gözyaşları kendimize. Bütün feryatlar kendi yüreğimize. Çünkü onlar yüreklerini ortaya koyarak yapılması gerekenin en alasını yapıyorlardı. Aciz olan, acınası durumda olan bizlerdik şüphesiz.
Aslında tarih gelip kırılma noktasına dayandı. Ve artık bir şeylerin değişmesi kaçınılmaz oldu. İnsanlık vicdanını arıyor. Kendi özüne doğru hızlı adımlarla ilerliyor. Artık çocukların üzerine düşen bombaların hesabının sorulması gerekiyor. Bilesin ki; tarihin hiçbir döneminde, hiçbir millet zulüm ile abad olmamıştır. Şimdi de olamayacaktır. Ancak kendiliğinden değil. Tarih senin/benim/onun eliyle hakkı ehline teslim etmeyi bekliyor. Öyle ki kendiliğinden hiçbir şey olmuyor. Yemek bile çiğnenmeden mideye inmiyor.
Mavi Marmara seferinde şehit olan dokuz çınar onurumuz, yüz akımız… Geriye bıraktıkları minnacık yavrularını, zevcelerini, kardeşlerini daha doğrusu dünyalık rahatlarını düşünmeden şehadet şerbeti içtiler. Bunlardan birinin geride kalan evlerine konuk oldum. Yüreğim bin bir parça kapıda bizi karşılayan takriben 8 yaşındaki şehidin oğluna içim akıp gitti. Mahzun bir tebessümle karşıladı bizi. Metindi. Paktı. Temizdi. O’nun koruması altında yetimliği henüz yeni soluyordu. Hala gözümün önünde o masum duruşu. Unutamıyorum o fotoğrafı.
Kudüs namusumuzdur. O olmadan varlığımızın ne anlamı olabilir ki? Esareti solumaktansa, izzetle silkinmek daha iyi değil midir? O nedenle izzetli bir yaşam için, insanlığın yeniden kendi özüne dönüşü için son surat yola devam…
8-Müminler olarak Kudüs ve Filistin’de bize düşen vazife nedir?
8- Kudüs’ün yeniden itibarının iadesi için tüm dünya Müslümanlarına büyük görevler düşmektedir. Kudüs işgal altında olduğu müddetçe Müslümana rahat yoktur. Hz. Ömer bu inanışla Kudüs’ü fethetme şerefine nail olmuştur. Selahattin Eyyubi de bu bilinçle Kudüs’ü yeniden fethetmiş ve Nurettin Zengi’nin yirmi yıl önce yaptırdığı o harikulade minberi Mescid-i Aksa’ya koyarak zaferini taçlandırmıştır.
Bugün de Kudüs kurtarıcısını beklemektedir. Hz. Ömer’in düsturu bizim düsturumuz olmalı:
“Biz İslamla şeref bulmuş bir milletiz, eğer bu şereften uzaklaşırsak Allah bizi zelil eder.”
Ümitsizliğe düşmeye gerek yok. İmam Ahmet b. Hanbelî bu konuda bize çıkış yolu gösteriyor:
“Bu ümmetin sonuncuları da, ancak ilklerin kurtuluşa eriştiği şeylerle kurtulabilir.”
Çok genel ama çok özel bir işaret. Yaşadığı şartları göz önünde bulunduran sorumluluk sahibi her Müslüman, İslam dünyasının kurtuluşunun Kudüs’ten geçtiğini bilmelidir. İçinde Kudüs’ün olmadığı cümle eksiktir kanımca. Bu bilinçle işaret tabelalarına dikkat etmelidir. Dua ve eylemelerimizde Kudüs’ü unutmamalıyız.
Kudüs; İslam dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır. Her Müslüman sinsi Yahudi düşmanlığına karşı uyanık olmalı ve mücadele azmini zinde tutmalıdır. İsrail terörist gayri meşru bir devlettir ve bu devlet adeta terör makinesi olmuştur. Öyle olmasa keyfi estiği zaman mazlum Filistin halkının üzerine bombaları yağdırmaz. Batı desteğiyle İslam dünyasının kalbine konuşlandırılan İsrail’in geçmişte olduğu gibi günümüzde de en büyük destekçisi hiç şüphesiz ABD’dir. Öyle ki; en son geçtiğimiz Kasım 2012’de yersiz ve suçsuz yere Gazze’ye bombalar yağdıran İsrail’in bu insanlık dışı saldırılarını; “savunma hakkını kullanma” olarak ifade eden Barak Obama bu açık desteği adeta yinelemiştir. Ancak her şeye rağmen son yıllarda Arap uyanışıyla birlikte kamuoyu Filistin lehine dönmüş durumda. Ve Filistin artık devletleşme yolunda hızla ilerliyor. Gazzeli çocuklar artık acılarını dindirebilecek inşallah. Ve ancak İslam dünyasının tek yumruk olmasıyla bu mümkündür. Umarız o günler yakındır.
9- Kudüs ziyareti sizde nasıl izler bıraktı? Kudüs’ten İstanbul’a ve bizlere ne getirdiniz?
9- Kudüs gezisi üzerinden uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen içimdeki kor hala hararetini dindirebilmiş değil. Ve her geçen gün Kudüs’te alevlerin yükseldiğini görmek insanın içini alıp götürüyor. Olup bitenler karşısında çaresiz kalmak kadar kahredici bir duygu olmasa gerek. Kalbinizle buğzetmek yetmiyor. Gerçekleri dilinizle haykırıp, elinizle de düzeltmek gerekiyor. Aksi taktirde vebal büyük…
Unutmayalım ki para; İsrail’in tanrısıdır ve İslam dünyası da bu hastalığa tutulmuş durumdadır. Yahudileşme temayülü hızla yayılmaktadır. Her şeyin madde ile ölçüldüğü, manevi olanın pek de itibar görmediği bu ahir zamanda, sahih bir akide ve salih bir amele sahip Müslümanlara hasret kalmış durumdayız.
İngiltere, Churcill’in ifadesiyle; “İkinci dünya savaşından sonra gücünü ABD’ye ödünç vermiştir.” Hâlihazırda dünyaya egemen olan gücün halen İngiliz aklı olduğunu unutmamak gerekir. Yahudilerin en büyük destekçisi olan ABD hala İngiliz aklıyla idare edilmektedir. Hal böyle olunca gelişen olayları algılamak ve yorumlamak da güç olmuyor. Bunca zaman içerisinde değişen sadece figür ve figüranlar. Oysa oyun aynı…
Milat Gazetesi