Son on yıllar kazanmanın ve kaybetmenin hızlı olduğu yıllar; güç ve siyaset üstünde yükselme gösterirken, ilim ve maneviyat alanında düşüşümüz sokaklarda, evde, üzerimizde inkâr edilmeyecek aşikârlıkta görülüyor.
Ne ki durumu tevil ediyor, yorumu kendimizi incitmeden yapıyoruz; rakamlar ve rahatlık rehavet veriyor. Görsellik tamam da basiret nerede; önümüzü görüyor, yarınımızı inşa edebiliyor muyuz?
Direnç köklerimiz zayıflıyor, iman ağacımız sefahat rüzgârlarında sallanıyor; savrulan nesiller, elimizden kayan gençler bizim meyvelerimiz değil mi?
İstanbul Endülüs, Anadolu Kudüs olma yolunda; yarın tehlikenin farkında olmak için geç kalmayalım? Korku diri tutar, teyakkuzda bekletir, refleksleri çalıştırır…
İstanbul seçimimiz ne olacak? İstanbul’u fetheden ruh var mı, ne kadar nefes alıyor o ruh ve yeni nesillere ne kadar üfleyebiliyoruz o ruhu?
İlim gücü, iman gücü, gayret gücüyle şeytana uyan nefse ne kadar vurabiliyoruz? Manen beslendiğimiz, desteklendiğimiz her birimizin bir Akşemseddin’i var mı?
Sebepler evet, ilim, sanat ve de maneviyata ne kadar çalışıyor ve o ikisi arasındaki dengeyi kurmada, muhafaza etmede ve de sürdürmede ne denli çalışıyoruz?
Cami yapalım yapalım, binalar inşa edelim edelim; içi insan olan camiler, içi insan olan yapılar yapalım. İlk önce insan son yine insan, zor olan insan yetiştirmek; çiçek değil ki sulamakla büyüsün!
İradesi var, “ben”i var, aklı var, kalbi var, ruhu var, vicdanı var, sayısız latifeleri var, var var... Bu varlıkları tevhid suyu ile sulamak ve gül bahçesine çevirmek…
İstanbul’u kazanmaktan daha zor, şehirler inşa etmekten daha güç. Siyaset gücünden on kat daha güç olsa bilmiyorum mümkün olur mu?
Belki güç de lazım, siyaset de. Onlar ihtiyaç duyulmaz şeyler değil. Önceliği ve oranı sağlanmadığında denge kaybolur, bir bakmışsınız kazandım derken kaybetmişsiniz!
İçimizin İstanbul’u ve İstanbul kaybedilir bir şehir değil; bekamız için ona ne denli çalışsak azdır; Endülüs’ü görmüş, Kudüs’ü yaşıyorken…