Diyarbakır'da koyu bir sohbete daldığımız yaşlı bilge Anadille ilgili tartışmada bana göre noktayı koyacak sözleri söylüyordu. Anadil bir kul hakkıdır ve bu hakkı tanımazdan gelmek, hele onu gasp etmek Allah nezdinde en ağır günahlardandır.
Kul hakkı o kadar ağır bir günah ki, Allah, insanoğlunun yaptığı her türlü günahı tövbe etmesi halinde bağışlayacağını vaat ediyor da konu kul hakkına gelince "bana onunla gelmeyin!" diye açıkça uyarıyor. Kul hakkını bağışlamanın tek yolu sağken hakkı yenilen kul ile rıza ile helalleşmektir. Aksi durumda öbür dünyada yatacak yeriniz yok.
Dindar insanlar "kul hakkı" kavramının nasıl bir ağırlığa sahip olduğunu çok iyi bilirler. Çocukluktan itibaren dinin en ağırlıklı söylemleri kul hakkına riayetin ehemmiyetini bütün ağırlığıyla zihinlere nakşeder.
Kul hakkı yani sözümona "'öteki'nin hakkı" Müslüman bilincinin en önemli köşe taşlarından biridir. Ancak ve ne yazık ki, kul hakkı ile ilgili konunun kapsamına nelerin girdiği hususunda somut örnekler konusunda Müslümanlar ciddi bir güncellemeye ihtiyaç duyuyorlar. Özellikle konunun milli veya toplumsal meselelere uzandığı yerde neyin kul hakkı kapsamına girdiği hususunda özel bazı uyarıların yapılması gerekiyor. Başkasının malına, canına, hürriyetine bireysel olarak kast etme noktasında inanılmaz dikkat ve rikkatte bir hassasiyet sergileyebilenler hak gaspının toplumsal bir norm haline gelebildiği durumlarda toplumsal bir gaflet haline düçâr kalabiliyorlar.
Hak gaspı toplumsal bir norm haline gelebiliyor ve bu durumda adı "devletin kuralları", "toplumun birlik ve bütünlüğü", "dirlik ve düzen" olarak konulduğunda "ötekilerin" bu kurallara riayet için bu birlik ve bütünlüğe uyabilmek için bu dirlik ve düzene ödemek zorunda bırakıldıkları bedeller "hak ihlali" gibi değerlendirilmiyor.
İnsanların anadillerini konuşabilmesi en doğa haklarıdır ve bu hakkın şu veya bu nedenle, şu veya bu miktarda göz ardı edilmesi, aşağılanması, kul hakkının ihlali kapsamına girer.
Kul hakkı insan haklarının İslam'daki karşılığıdır ve dikkat edildiğinde haklarla ilgili bilinci işleyip toplumsallaştırma kapasitesi son derece yüksektir. Kul hakkına riayet dini bir vecibedir ve bu hakka riayet dini bir vecd konusudur. Aslında toplumda yaşadığımız meselelerin, anlaşmazlıkların birçoğuna kul hakkı bilinciyle baktığımızda yerimizi çok daha iyi biliriz.
Bu durumda şu soru kul hakkı bilincinin toplumumuzda ne kadar işlediğiyle ilgili bir yanıyla da moral bozucu bir sorudur: Kul hakkı yememek üzere aileden camiye, okuldan cemaate bu kadar ağır telkinler aldığımız halde konu devlet adına birilerinin haklarının ihlal edilmesine karşı neden bu kadar duyarsız hatta tasvip edici olabiliyoruz? Bireysel olarak yapmadığımız kötülüğü devlet adına yapmaya kalkışınca kendimizi nasıl oluyor da devletten kolaylıkla sıyırabiliyoruz? Oysa kimi zaman bir birbirimize karşı devlet nöbeti tutmayı da ihmal etmiyoruz. Birbirimize karşı sırayla devlet olup birbirimizin hakkını daha kolay ihlal edebiliyoruz.
* * *
İşin bir de ekonomik boyutu var. İş güvenliği, emeğin hakkının verilmesi... Başkalarını geçelim, dindar işadamları emeğe karşı sergiledikleri tutumu devam ettikleri vaazlarda sohbetlerde bol bol duydukları "kul hakkı" mikyasına vurmayı denesinler. Kendilerine nerde yer bulacaklar?
Geçtiğimiz hafta içinde silikozis işçileriyle ilgili haberleri, çıkacak olan bir yasa dolayısıyla duyduk. Seslerini duyurmaya çalışıyorlardı. Sağolsun arkadaşımız Hakan Albayrak köşesini tahsis etti, kendilerinden gelen mektubu "sayın başbakana hitaben" aynen yayınladı.
"Küçük, izbe, insanlık dışı atölyelerde kot ağarttık. Birileri moda yarattı, başka birileri o modaya uydu. Ve aslında, birileri milyonlarca dolar para kazandı. Tek kaybeden biz olduk: Kotlar ağardı, ama hayatlarımız karardı. Yoksulduk, işsizdik, çaresizdik, o atölyelerin ölüm makinesi olduğundan habersizdik" diyorlardı.
Onların habersiz çaresiz ve habersizce maruz kaldıkları aşamalı tükeniş, toplum olarak hepimizi sorumlu kılan bir hak ihlalidir. Sadece onların sağlığı üzerinden paralar kazanmış olanlar değil, tabii ki onlar öncelikli, ama bu tür toplumsal vakalarda hepimizin payına düşen bir sorumluluk, hepimizin kursağından geçen bir kul hakkı olduğunu bilmemiz gerekiyor.
İstedikleri şey, özürlü sayılmak suretiyle emeklerinin tamamen yok sayılması yerine malulen emekli sayılmaları ve böylece kendilerini zaten öldürmüş olan ağır çalışma hayatının ardından çoluk çocuklarının da faydalanabilecekleri sigorta hakları. Bu zaten kendilerine ait olan bir hak sadece bunun görülmesi gerekiyor.
Bu yönde meclisteki düzenlemenin iyi yola girdiği görülüyor, ama hâlâ tamamlanmamış bir süreç, tam da kul hakkını hatırlamanın ve hatırlatmanın yeridir.
Yeni Şafak