Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Fussilet 17-23. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
17 . Ve Semûd (kavmin)e gelince, onlara da doğru yolu göstermiştik; fakat (onlar) körlüğü (îman hakîkatlerini görmemeyi), hidâyete tercîh ettiler; böylece kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden aşağılayıcı azâbın yıldırımı onları yakalayıverdi.
18 . Îmân edip (günahlardan) sakınmakta olanları ise kurtardık.
19 . Artık o gün Allah’ın düşmanları toplu olarak ateşe sevk edilmek üzere biraraya getirilirler.
20 . Nihâyet oraya vardıkları zaman kulakları, gözleri ve derileri, yapmakta oldukları şeyler hakkında onların aleyhine şâhidlik eder.
21 . Ve derilerine: “Niçin aleyhimize şâhidlik ettiniz?” derler. (Onlar da:) “Herşeyi konuşturan Allah, bizi (de) konuşturdu; hem sizi ilk def‘a O yaratmıştır ve (işte) ancak O’na döndürülüyorsunuz” derler.
22 . (Hâlbuki siz, günah işlerken) ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şâhidlik etmesinden sakınıyordunuz; (*) fakat zannetmiştiniz ki, gerçekten Allah yapmakta olduklarınızın birçoğunu bilmiyor!
23 . İşte Rabbinize karşı beslediğiniz bu zannınız sizi helâk etti, bu yüzden hüsrâna uğrayanlardan oldunuz.
(*) “Eğer insan, enâniyetine (benliğine) istinâd edip (dayanıp) hayât-ı dünyeviyeyi (dünya hayâtını) gāye-i hayâl (asıl maksad) ederek derd-i maîşet (geçim derdi) içinde muvakkat (geçici) bazı lezzetler için çalışsa, gāyet dar bir dâire içinde boğulur gider. Ona verilen bütün cihâzât ve âlât ve letâif (cihazlar ve âletler ve duygular), ondan şikâyet ederek haşirde (âhirette) onun aleyhinde şehâdet edeceklerdir. Ve da‘vâcı olacaklardır. Eğer kendini misâfir bilse, misâfir olduğu Zât-ı Kerîm’in (çok ikrâm edici olan Allah’ın) izni dâiresinde sermâye-i ömrünü sarf etse, öyle geniş bir dâire içinde uzun bir hayât-ı ebediye için güzel çalışır ve teneffüs edip istirâhat eder. Sonra, a‘lâ-yı illiyyîne (en yüksek makamlara) kadar gidebilir. Hem de bu insana verilen bütün cihâzât ve âlât, ondan memnûn olarak âhirette lehinde şehâdet ederler. Evet insana verilen bütün cihâzât-ı acîbe (şaşılacak cihazlar), bu ehemmiyetsiz hayât-ı dünyeviye için değil; belki, pek ehemmiyetli bir hayât-ı bâkıye (sonsuz hayat) için verilmişler.” (Sözler, 23. Söz, 113)