Nurun ve narın Rabbi Allah’tır. Cennetin ve Cehennemin sahibi Allah’tır.
Eğer Allah’ı bilme ve tanıma yolunda eksiklerimiz varsa yalancı cennetler ve yalancı cehennemler birer yol kesen olur bizim için.
Mesela Süfyan yani İslam deccalının yalancı cenneti ve cehennmi vardır. Kendisine tabi olanları nefsin hevesine hitap eden şeylerle donatılmış olan yalancı cennetine koyar. Kendisine tabi olmayan ve yoluna çıkıp engel olmak isteyenlere de türlü işkence ve eziyetler ederek, hapislere sürgünlere atarak ve bazen de gerçekten ateşin içine atarak yakar.
Eğer ihlasın sırrına erememiş isek, muhatap olduğunuz her insan da sizi bir yalancı cennet veya cehennem içine atabilir. Bazen sizi baş tacı eder ve çok iyi hissettirir, damarına dokunacak bir iş yaptığınızda da size azap verir. Zaman zaman sizi defterden silmek yani kendi aleminde yokluğa atmak ile tehdit eder.
Bunun küçük numunelerine aile hayatımızda rast gelmemiz mümkün. Suyuna gittiğinizde size çok iltifat eder ve sevgisi ile adeta kuşatır. Damarına dokunacak iş yaptığınızda ise “sen benim için yoksun artık” mesajı verir size.
Bu yalancı cennetlerden ve cehennemlerden halas olmanın, kurtulmanın yolu ise hakiki Cennet’in ve Cehennem’in sahibi olan Allah’ı tanımak ve bilmektir. Kimsenin bizi Cennet nümün bir havaya sokmasına veya cehennemî bir halete atmasına izin vermemektir.
Adeta “ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim” türküsünü söylemektir.
Ne halde olacağımıza karar verme merciiyetinden insanları azl etmektir.
Bediüzzaman’ın hayatında bunun harika numunelerini görüyoruz. Kendisini zindana atanlara, “beni siz hapsedemezsiniz, ben kaderin mahkumuyum” diyor. Yirmi sekiz sene tecrid-i mutlakta bırakılmasını, terk etmek durumunda kaldığı sünnetlerin cezası olarak nitelendiriyor. Beşerin kendisine ettiği zulümlerde daima kaderin adaleti cihetine bakıyor. Bununla beraber zalimlerin zulümlerini de yüzlerine söylüyor, onların zulmüne asla ortak olmuyor, zulmedenlere en ufak bir meyil dahî göstermiyor. Berat aldığı mahkemeden çıkarken “zalimler için yaşasın Cehennem” diyerek zillete düşmekten muhafaza olunuyor.
Karşısında kendisine azap vermek isteyenlere karşı; “beni vicdanen tazip edemezsiniz” diyor. Bedeni hapiste iken vicdanı hür, ruhu, kalbi aklı hür oluyor ve asla onların hürriyetinin kısıtlanmasına meydan vermiyor.
Bediüzzaman zahiren esir\mahpus\sürgün iken, vicdanen, aklen, kalben hür.
Şu felaket ve helaket asrının insanları olarak bizler ise zahiren hür iken aklen, kalben, ruhen ve vicdanen hapisteyiz. Ruhumuz, cesedimize mahpus, kalbimiz nefsimize mahpus, aklımız ise pozitivizme mahpus. Vicdanımız ise Saniin marifetinin noksanlığında mahpus kalmış. Daha hakkı kalmamış hürriyetten yana. Zira Hakk’a tapma noktasında nakıs kalmışız.
Risale-i Nur’un saff-ı evvel talebelerinde de kelleyi koltuğa almak ile ve istiğna ile, muazzam bir hürriyet görüyoruz. Her şeye karşı dayanmışlar. Dağlarvari hadiseler karşısında titrememişler, umum esbabdan yüzlerini çevirmişler. Zaman zaman bazı sebeplere gereğinden fazla önem verdiklerinde ise tokat yemişler. Hatta bazen Üstadları onları uyarmış. Mesela : “Üstadımız olmasa idi bu hakikatleri bilemezdik demeyin” demiş. Böylelikle her şeyin Allah’tan olduğunu ihtar etmiş.
Bediüzzaman, talebelerine “kardeşlerim” diye hitap ederek, her kesi kendi bulunduğu safta olmaya davet etmiştir. “haydi arkamdan gelin, benim mertebem ise budur” dememiş. Asr-ı saadetteki hakiki kardeşlik münasebetlerini yeniden göstermiş. İmtiyazsız omuz omuza kardeşliği tesis ederek Süfyanın getirdiği hiyerarşik yapıyı ortadan kaldırmıştır. Şu enaniyet asrında kimse kimseden emir almak istemediği bir zamanda böyle bir İslam kardeşliği çok önemlidir. Muktezay-ı hale mutabık hareket etmektir.
Kur’an’ın hakikatli bir tefsiri olan Risaleler Cenneti ve Cehennemi şu anın içinde bize gösteriyor. Onları ötelemiyor. Taa haşirden sonra kurulacak âlemler olarak değil, şu ânın kendisine akmakta olduğu havuzlar olarak bize gösteriyor. Kuranı mütefekkirane okumak demek olan Risale okumanın içindeki lezzetin Cennete ait bir hal olduğunu, günah işlemek içindeki ıstırabın da Cehenneme ait bir numune olduğunu gösteriyor.
Cennetin ve cehennemin Rabbini ve malikini tanırsak Cennete olan iştiyakımız artar ve bununla insanların yalancı cennet ve cehennemlerinden muhafaza olunuruz.
Bazen de öyle olur ki kendimiz göz göre göre kendimizi cehennemî bir halete sokarız. Yanlış yönlendirmelere kapılarak veya nefsimize öncelik vererek bunu yaparız. Bulunduğumuz asırda bunun en belirgin misâli, ahireti bildiği ve kıymetini taktir ettiği halde dünyayı ahirete tercih etme halidir. Bu, cehalet ile olsa bir derece daha masumdur ama bilerek ve isteyerek ve severek dünyayı ahirete tercih etmek dalalettir.
Kendi yalancı cennetlerimiz de vardır bizim. Nefis ve şeytanın telkinlerine uyarak lezzetlerin her türlüsünü tatma girişimidir bu. Başlangıçta tatlı gelse de eğer meşru dairenin dışına çıkılmış ise hüsran ve çeşit çeşit elemlerle sonuçlanır bu süreç.
Bu noktada kendimizin ve başkalarının yalancı cennetleri ve cehennemleri bizim için tuzaklar olduğunu anlamak ve onlardan uzak durmak, bir iş yaparken yalnız ve yalnız Allah’ın rızasını gözetmek önem arz eder. Bize fazlından Cennetini nasib etmesi veya amelimizin karşılığı olarak Cehenneme atması ancak ve yalnız Allah’ın dilemesi iledir. Eğer amelimizde başkalarının bizi kendi yalancı cennetlerine koyması varsa, onların taktirini kazanabiliriz ama bu, rıza-yı İlahiyi kaybetmek demektir. Veya amelimizin temelindeki saik başkaların yalancı cehennemlerinden kurtulmak ise belki insanların kınamasından kurtuluruz fakat Allah’ın itabına müstehak oluruz.
Allah’tan gayrısını esas alarak yapıp ettiklerimizde çoğu zaman bunun tokatını yeriz. Birini memnun etmek için didinir dururuz ama bir türlü razı olmaz bizden. Veya birinden korktuğumuz için bir iş yaparız fakat bunun sonucunda korkumuz daha da artar. Zira bütün mahlukat Allah’ın vazifeli mahluklarıdır. Elbette böyle bir tokadı yemek de bir lütuftur. Eğer bir tuzağa düşmeyi hak etmiş isek Allah öyle bir tuzak kurar ki birilerini memnun etmekle yetiniriz ve onlar da sürekli bizden memnun olurlar ve böylelikle onlardan yüzümüzü çevirip de Allah’a yönelmek mümkün olmaz. Allah böyle tuzaklardan bizleri muhafaza eylesin.
Evet, Cennet de Allah’ın Cehennem de ve insanların yalancı cennet ve cehennemleri bizi taltif etmemeli ve bizi yakmamalı. Öyle ise amelimizde Allah’ın rızasından gayrı bir maksat olmamalı.