Kültür ihtilâli ve insanla hayvan arasındaki sınır

Suad ALKAN

İnsanların birbirini anlamasının ve kabul etmesinin tek bir yolu vardır: Kelimeleri yerinde kullanmak. 

İnsanların dışındaki bütün mahlukatın kullandığı seslerle ve ifade ettikleri duygularla birbirlerini anlarlar ve kabul ederler. 

Çağımızda ve birkaç asırdan beri Fransız güdük ihtilaliyle birlikte, insanlığa yapılan insanlık dışı müdahale, insanları hem anlayışsızlığa hem kendilerini tanıyamaz hale sürükledi.

İnsanlık, kelimeleri yerinde kullanmak kabiliyetini kaybetti. 

Dine müdahale ile insana müdahale; insana müdahale ile kelimeye müdahale arasında hiçbir fark yoktur. 

Müdahale de çağın şanssızlığındandır ki insan tarafından yapılıyor. Dine ve kelimeye müdahale eden insan hiç şüphe yoktur ki kaçınılmaz olarak günün birinde kendine yani insanlığına müdahale ettiğinin farkına varacaktır. 

Bunlar isterse kendilerini insan, kendilerinin dışındaki herkesi insan saymayan ırkçı düşüncelere sahip olanlar olsun. 

Kaba taslak düşünüldüğü zaman insana kimin müdahale edeceğini keşfetmek için dünyanın kültür değerleri içinde pek çok ipuçları bulunuyor. 

O takdirde kendi yerli kelimemiz olmasa bile pratikte kullanılan KÜLTÜR insanlık probleminin şah damarını teşkil ediyor. 

Kültür hem kelimeyi hem insanı yeniden kendine getirecek bir unsurdur. 

Şimdi “güzel kızım” demekle “Ya Cemilü Ya Allah" demek arasında hiçbir fark olmadığı anlaşılıncaya kadar Cihad-ı Manevi sürecektir. İnsanla daha net akılla din arasında da hiçbir fark yoktur. 

Hiçbir insan ve hiçbir şey kendiliğinden âdil ve güzel olmak imkanı yoktur. 

2010'a Elif dergisini kapak yaptığımız resim, Fransada yayınlanan “La Philosophie" dergisinin kapak yaptığı anonstur.

İnsanla hayvan sınırının kaybolduğunu dünyaya ilan ediyor. 

Dünyanın; felsefenin bu anons karşısında bir cevabı olmamıştır. Olamamıştır. Olsaydı bir ülkeden cevap doğacaktı. 

Aristo’dan itibaren felsefenin geleneğinde sürekli bir kayıp söz konusudur.

Dindir ki felsefeye karşı direnebilmiş, insanı modern bilimin keşfine getirmiştir. 

Modern bilimin keşfiyle insan dine ve insana müdahale etmiştir.

Çünkü beşeri sistemler din ve insan karşısındaki akıl zaafından dolayı hiçbir zaman dinin yerini ve insanın özgürlüğünü anlamadığındandır ki arada bir insanların akıllıları bu anlayışsızlığa karşı isyan etti. 

Albert Camus bunlardan biridir. Ve “Yirminci yüzyılın büyük kısmı “sosyalizm/kapitalizm” kavgasıyla geçti” düşüncesi yanında kapitalizmin insanı eşya olarak gördüğünü ifade ediyordu. Onun Cezayir’de yaşanmasında etkilendiği kültürün üzerinde müthiş bir tesiri olmuştur. 

Cezayir’in büyük dini lideri, Abdülhamid İbn Badis idi. Kültürel yozlaşmaya ve Hıristiyanlaşmaya karşı mücadele vermek gibi çalışmalar yaptı. 

1514’te, Oruç Reis ile kardeşi Hızır Reis (Barbaros Hayreddin Paşa) tarafından fethedilen ve üç yüz yıldan fazla bir süre Osmanlı hâkimiyetinde kalan Cezayir, 1830 senesinde Fransa tarafından işgal edildi. Osmanlı idaresinde kimliklerine, kültürel ve sosyal yapılarına, değerlerine dokunulmadan özgürce yaşayan Cezayirli Müslümanların dil, din, kişisel ve toplumsal haklarına müdahale edildi. Bu müdahalenin kökü Fransa büyük (güdük) ihtilaline dayanıyor. 

Fransa, ülkedeki camilerin önemli bir kısmını kapattı, askeri amaçla kullanmak üzere el koydu veya kiliseye çevirdi. Vakıflar, emlak ve araziler gasp edildi. Cezayirlilerin ana dili olan Arapça ile eğitim-öğretim ve İslam ilimlerinin okutulması yasaklandı. Kütüphaneler kundaklandı. Bunun yerine Fransızca, resmi dil haline getirilerek okullardaki müfredat buna göre değiştirildi. Cezayir’i sömürgesi yapan Fransa, bütün bu icraatlarla ülkedeki İslam ve Müslümanlık bilincini öldürmeyi, Cezayirlilerin kimliklerini yok etmeyi amaçladı. 1950'ye kadar Türkiye’nin konumu üç aşağı beş yukarı bundan farksız olmuştur. 

Kemalizm, başka bir ülkenin istilasına mahal kalmadan devrimlerle ve diktatörlükle Türkiye’de kültürün din ve insan üzerindeki müdahaleyi yaptı. 

Yalnız ve sadece Bediüzzaman'dır ki Sezai Karakoç’un ifade ettiği gibi “tek başına bir kültür külliyatı olan Risale-i Nur'la" Türkiye’nin bugünlere gelmesinin yolunu açtı. 

Bütün olumsuzluklara rağmen Müslüman Cezayir halkı da, uzun bir sürece yayılan ve bir milyondan fazla kişinin yaşamı ile büyük acılara mal olan bir mücadelenin ardından 1962 yılında bağımsızlığını elde etti.

Albert Camus, Cezayir tarihini iliklerine kadar yaşadı. 

Şayet Türkiye'de yaşasaydı, tarzında ve insan üzerinde düşünceleri bir derece daha yüksek seviyede olacaktı. 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.