Kur’an ampul ve on iki gezegenden bahsederek yaratanı anlatıyor

İnsan bu dünyaya Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmek için gelmiştir

RisaleHaber-Haber Merkezi 

RisaleHaber-Her hafta DKM (Diyarbakır Kültür Merkezi)’de gerçekleştirilen Üniversite Seminerinin bu haftaki konusu “Yaratılışımızın Hikmeti ve Gayesi”ydi. 

Matematik öğretmeni M.Emin KILIÇ’ın sunduğu “Yaratılışımızın Hikmeti ve Gayesi” konulu seminerde insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi ile ilgili ayrıntılı bilgilere yer verildi.

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesini belirten وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ

âyetiyle seminerine başlayan Kılıç, “İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat'ı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir. Demek ki kainatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye ikidir  

Allah’ı tanımak

Allah’a iman edip ibadet etmektir.” dedi.

Kılıç, “Allah’ı tanımanın ve bilmenin Risale-i Nurdaki tarifi şöyledir; “Allah'ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz'î ve küllî herşey onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat'î iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve "Lâ ilahe illallah" kelime-i kudsiyesine, hakikatlarına iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa "Bir Allah var" deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hâşâ hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci' tanımak ve her şeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah'a iman hakikati onda yoktur. Madem Cenab-ı Hak onu tanımamız için bizi yaratmıştır. Elbette onu tanıtan delilleri de yaratacaktır. Hâlık-ı Âlem'i bize tarif ve ilân eden deliller ve bürhanlar, lâyüadd ve lâyuhsadır. O delillerin en büyükleri üçtür: Birincisi: Bazı âyetlerini gördüğün, işittiğin şu "kitab-ı kebir-i kâinat"tır.

İkincisi: Bu kitabın âyet-ül kübrası ve divan-ı nübüvvetin hâtemi ve künuz-u mahfiyenin miftahı olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır.

Üçüncüsü: Kitab-ı âlemin tefsiri ve mahlukata karşı Allah'ın hücceti olan Kur'an'dır.” dedi

Kainat Kitabı

Birinci külli muarrifin kitab-ı kebir-i kainat olduğunu söyleyen Kılıç,”Öncellikle; Kur’an Allah’ın kelam sıfatından, kainat ise Allah’ın kudret ve irade sıfatından gelmiş iki ayrı kitaptır.

Zira bu kâinat öyle bir kitaptır ki, her sahifesi çok kitapları tazammun eder. Hatta her kelimesi içinde bir kitap vardır. Her bir harfi içinde bir kaside vardır. Yeryüzü bir sahifedir, ne kadar kitap içinde var. Bir ağaç bir kelimedir, ne kadar sahifesi vardır. Bir meyve bir harf; bir çekirdek, bir noktadır. O noktada koca bir ağacın programı, fihristesi var. İşte böyle bir kitap, evsaf-ı celal ve cemale, nihayetsiz kudret ve hikmete mâlik bir Zât-ı Zülcelal'in nakşı-ı kalem-i kudreti olabilir.

Kainat Allah’ı nasıl tanıtıyor?

Eserden yola çıkarak müessiri ispatlamanın ‘bürhan-ı inni’, müessirden esere yapılan istidlalin ise ‘bürhan-ı limmi’ ve bürhan-i inni’nin daha sağlam olduğuna dikkat çeken Kılıç, “Risale- Nur; Cenab-ı Hakkın mührünü, yarattığı bütün eserlerinde göstererek böyle bir eseri ancak Cenab-ı Hakkın yaratacağını göstermiş ve ispat etmiş, bu yönüyle Risale-i Nur bürhan-ı inniye bir örnektir. Şimdi bürhan-ı inni yöntemiyle kainattaki eserlerin Cenab-ı Hakkı nasıl tanıttığına bakalım.

“Başta inek ve deve ve keçi ve koyun olarak süt fabrikaları olan validelerin memelerinde, kan ve fışkı içinde bulaştırmadan ve bulandırmadan ve onlara bütün bütün muhalif olarak hâlis, temiz, safi, mugaddi, hoş, beyaz bir sütü koymak; ve yavrularına karşı o sütten daha ziyade hoş, şirin, tatlı, kıymetli ve fedakârane bir şefkati kalblerine bırakmak; elbette o derece bir rahmet, bir hikmet, bir ilim, bir kudret ve bir ihtiyar ve dikkat ister ki; fırtınalı tesadüflerin ve karıştırıcı unsurların ve kör kuvvetlerin hiçbir cihetle işleri olamaz. İşte böyle gayet mu'cizeli ve hikmetli bu san'at-ı Rabbaniyenin ve bu fiil-i İlahînin, umum rûy-i zeminde, yüzbinlerle nevilerin, hadsiz vâlidelerinin kalblerinde ve memelerinde aynı anda, aynı tarzda, aynı hikmet ve aynı dikkat ile tecellisi ve tasarrufu ve yapması ve ihatası, bedahetle vahdeti ispat eder.”” dedi

 Hz Muhammed (a.s.m)

İkinci külli muarrifin Peygamber Efendimiz (a.s.m) olduğunu söyleyen Kılıç, “Hz. Peygamber (a.s.m) son peygamber olmaya ve dolayısıyla Allah’ı tanıtmaya en layık kişi olmasıyla ilgili Risale-i Nur’da şöyle denilmektedir: “Şu kâinatın sahib ve mutasarrıfı elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şey'i bilerek, görerek terbiye ediyor ve herşeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Madem konuşacak, elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zîfikirle konuşacak, elbette zîşuurun içinde en cem'iyetli ve şuuru küllî olan insan nev'i ile konuşacaktır. Madem insan nev'i ile konuşacak, elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev'-i beşere mukteda olacak olanlarla konuşacaktır; elbette dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidadda ve en âlî ahlâkta ve nev'-i beşerin humsu ona iktida etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü manevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üçyüz sene ışıklanmış ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medh ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev'-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.”

Hz. Peygamber (a.s.m) peygamberliğine delil olan bütün hal ve hareketleri allah’ın varlığına da delildir. Çünkü en büyük gayesi Allah’ı tanıtmaktır. Kendisi Allah’ın varlığına ‘bürhan-ı natık’ yani konuşan bir delildir.”” dedi ve şunları aktardı:

Peygamberliğine deliller

Delail-i enfüsiye (kendi şahsiyeti)

Bütün ahlak hamidenin en yüksekleri o zatta içtima etmiş olması, en nezih hasletleri ve huyları ve en yüksek seciyeleri cami bir şahsiyet-i maneviyeye sahip olması, en yüksek derece de bulunan züht ve takvası, derece-i vüsuku ve kemal-ı ciddiyet ve metaneti peygamberliğine birer delildir.

Yaptıkları

Bir buçuk milyar kişinin ona uymuş olması ve bütün kötü adetleri 23 yıl gibi kısa bir sürede kaldırması sıradan bir kişi olmadığına ve peygamber olduğuna birer delil teşkil etmektedir.

Mucizeleri

Mucize nübüvveti ispatlamak içindir. Hz. Peygamber (a.s.m) peygamberliğini ispatlamak için binden fazla mucize göstermiştir. Bunlardan bazıları şunlardır: ayın ikiye yarılması, parmaklarından suyun akması, ağacı çağırmasıyla yanına gelmesi, taşların elinde tesbih etmesi, elinin yaralara şifa olması gelecekten haber vermesi vs. bu mucizelerden yaklaşık 300 tanesi 19. Mektupta anlatılmıştır.

Kur’an-ı Kerim

Seminerine üçüncü külli muarrif olan Kur’an-ı Kerimi anlatarak devam eden Kılıç şunları söyledi:

Kitap kâtibini anlattığı gibi Allah’ın kitabı olan Kur’an dahi Allah’ı anlatıp tanıtmaktadır. Kur’an’ın dört ana konusu da söyleyecek olursak; tevhid, nübüvet, haşir, adalet ve ibadettir. Kur’anın dört konusundan biri Allah’ın var ve bir olduğu anlamına gelen tevhiddir. Kur’anın Allah kelamı olduğu üzerinde duracak olursak. Kur’anın; akla ve vicdana seslenmesi, içi saf hidayet olması, 1400 yıldan beri kanunlarının eskimemesi zaman ilerledikçe hükümlerinin taze kalması, gayptan haber vermesi, geçmiş peygamberlerden haber vermesi, ampülden, karışmayan iki denizden, on iki gezegenden vs bahsetmesi, çok sefer okunduğu halde usandırmaması, belağatına hiç kimsenin başa çıkamaması elbette böyle bir kitap ümmi bir zatın eseri olamayacağını gösterir.

Yaratılışımızın ikinci amacı ve gayesi; iman edip ibadet etmekti. İman Resul-i Ekrem (a.s.m) tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrisini icmalen tasdik etmekten hâsıl olan bir nurdur.

Sad-ı Taftazaninin tefsirine göre ise iman; Cenab-ı Hakkın, istediği kulun kalbine cüz-i ihtiyarinin sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur.

İbadet ise manası; dergâh-ı ilahide abd kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve Rahmet-i İlahinin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.

İman kalbidir, ibadet ise imanın bir gereği olan fiili bir davranıştır. İbadet imanı koruyan adeta bir kalkan görevi görmektedir. Zira ibadet edilmezse iman yavaş yavaş sönebilir.

İbadet üç şeyden sonra hasıl olabilir;

Birincisi; mabud’un mevcut olmasıdır

İkincisi; mabud’un vahit olmasıdır

Üçüncüsü; mabud’un ibadete istihkakı olmasıdır yani mabud’un ibadete layık olması ibadeti hak etmesidir. İbadeti hak eden bir ilah doğmuş ve doğrulmuş olmamalıdır. Yani veled ve validesi olanlar ilah olamazlar. Yine rızka muhtaç ve it’am kabiliyeti olan eşya, ilah ve mabud olamazlar. Burada güneşin, putun, ineğin vs ilah olamayacağını ve ibadete layık olmadıklarını göstermektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Nur Talebeleri Haberleri