Prof. Dr. Şadi Eren-Zafer Dergisi
Her insan, hem korkak, hem de cesur olabilir. Bediüzzaman Said Nursi'nin şu ifadeleri cesaret ve korkaklığın kaynağını bildirir: “Her hakiki hasenat gibi, cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir. Her seyyiat gibi, cebanetin (korkaklığın) dahi menbaı, dalalettir.”
Yani, iman ve Allah’a kulluk, her türlü iyiliğin kaynağı olduğu gibi, cesaretin dahi kaynağıdır. Her türlü kötülük, küfür ve dalaletten geldiği gibi, korkaklık da aynı kaynaktan çıkmaktadır.
...
Hz. Peygamberin (asm) hicrette Sevr mağarasında sergilediği şu tavır, iman-cesaret ilişkisinin en muhteşem tablolarından biridir. Şöyle ki:
İslam’ın Mekke döneminin son zamanında müşriklerin önde gelenleri, Daru’n-Nedve denilen toplantı salonunda bir araya gelirler. Hz. Peygambere karşı ne yapmaları gerektiğini görüşürler. Bir kısmı hapsetmek, bir kısmı sürgüne göndermek, bir kısmı da öldürmek fikrindedir. “Öldürelim” diyen Ebu Cehil, her kabileden bir kişinin seçilip toptan Rasulullah’a hücum edilmesi ve öldürülmesi fikrini ileri sürer ve bu fikir kabul edilir.
Kur’an-ı Kerîm, bu durumu, ayetlerinde şöyle anlatır: “Bir vakit o kâfirler, seni bağlayıp hapsetmek veya öldürmek veya çıkartmak için sana tuzak kuruyorlardı...”
Hz. Peygamber bu ortamda hicreti seçer. Hicrette yol arkadaşı Hz. Ebu Bekir’dir. Beraber Sevr mağarasında üç gün kalırlar. Hz. Ebu Bekir, Rasulullah’ın hayatı için büyük bir endişe duyarken, Rasulullah, onu şöyle teskin eder: “Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi, sen ne sanıyorsun?”
Kur’an-ı Kerîm, bu anı ebedîleştirdiği ayetlerinde, bu olaydan şöyle bahseder:
“Eğer siz Peygamber’e yardım etmezseniz, Allah vaktiyle Ona yardım etmişti (yine yardım eder). Hani, kâfirler Onu yurdundan çıkarmışlardı. Mağarada, sadece iki kişi idiler. Arkadaşına şöyle diyordu: ‘Üzülme, Allah bizimle beraberdir.’ Böylece, Allah Onun üzerine sekînetini (emniyet ve rahmetini) indirdi. Görmediğiniz ordularla Onu kuvvetlendirdi...”
...
Bu bağlamda bazı Müslümanların Uhud mağlubiyeti sonrası sergiledikleri şu kahramanca tavır da zikre şayandır. Şöyle ki:
Uhud’da yaşanan mağlubiyet acısının hemen akabinde bazıları “Ebu Süfyan, karşısında durulmaz bir orduyla yola çıkmış, geliyor. Vallahi, bir tekiniz sağ kalmazsınız.” şeklinde Müslümanların manevi kuvvetini yerle bir etmeye yönelik propaganda yaparlar. Ama Müslümanlar bu propagandaya aldanmazlar, “gelecekleri varsa görecekleri var” tarzında mukabelede bulunurlar. Kur’an, onların bu tavrını methedip överek şöyle der:
“Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine ‘düşmanlar sizin için toplandı, onlardan korkun’ dediklerinde, imanları ziyadeleşip şöyle dediler: Hasbünallah ve nime’l-vekil (Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.)”