İnsibâğ kelimesinin anlaşılması için bu girizgahı yaptıktan sonra şimdi de insibâğ kelimesinin in'ikâs ve temessül ıstılahlarıyla olan irtibatını biraz daha yakından irdelemeye çalışalım.
Risale-i Nur'da sahabelerin makamları anlatılırken onları manevî olarak çok kısa bir zaman da dahi olsa, çok yüce bir mertebeye çıkmalarını sağlayan hususun sohbetteki insibağ olduğu belirtilir. [1] Bu ilmi hakikatten hareketle sahabelerden sonra gelen zatlar her ne kadar çok harika meziyetlere sahip olsalar da sahabelere yetişemedikleri izah edilmiştir.
Bunun gerekçelerini Bediüzzaman hazretleri Risale-i Nur'un farklı yerlerinde şu şekilde tespit etmektedir:
- لَيْسَ الْكُحْلُ كَالتَّكَحُّلِ Yani, fıtrî karagözlülük, sun'î (yapma) karagözlülük gibi değildir.[2] Yani Resul-i ekremi (a.s.) maddeten görmek onu alem-i mânâda görmek ile bir olamaz.
- لَيْسَ الْخَبَرُ كَالْعَيَان [3] Bir meseleyi bizzat müşâhede etmemiz, o olayı/haberi dinlememiz gibi olamaz. Olayı bizzat müşâhede etmek olayın sosyal konteksini yaşamak mânâsına gelir ki rüyada, online ekranda veya radyoda bu konteks elde edilemez.
- لِلْكُلِّ حُكْمٌ لَيْسَ لِكُلٍّ [4] Birşeyin hüsün ve cemâli, o şeyin mecmuunda görünür. Cüzlere ayrıldığı vakit, mecmuunda görünen hüsün ve cemâl, parçalarında görünmez. O şeyin umumunda tezahür eden nakış ve güzellik, herbir kısmında aranmaz.[5] Dolayısıyla bir şeyin hakiki mânâda tecellisi onun konteksinde aranmalıdır. Parçalara sirâyet eden güzellik resmin bütününü göstermede aciz kalacaktır. İmran bin Hesin (r.a.) dan rivayet edilen bir hadîs-i şerifteki şu ifade خيركم قرني، ثم الذين يلونهم، ثم الذين يلونهم 'Sizin en hayırlınız benim içinde bulunduğun dönemi idrak edenlerdir, daha sonra benden sonra gelen dönem (tabiin dönemi) daha hayırlıdır, sonra onlardan sonra gelen (tebeei tabiin) dönem daha hayırlıdır.'[6] yine bu hakikate işaret edilir.
- İbn-i Haldun'un meşhur Mukaddime adlı eserinde ifade ettiği sosyolojik bir hakikatı[7] Bediüzzaman hazretleri de Lem'âlar ve İşârâtü'l-İ'caz adlı eserlerinde şöyle ifade etmiştir;
'Muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır.'[8] 'İnsanların sıfatlarında, tabiatlarında, ahvâlinde zaman ve mekânın çok tesiri vardır.'[9]
Zihinleri sadece Kur'ân'ın mânâlarını anlamaya terekküz etmiş sahabelerle, zihinlerini sahabenin verdiği konsantrasyonun onda bir veya ikisini verebilen insanların Kur'ân'dan nasipleri farklı olacaktır. Âyetin nüzûl ettiği esnadaki sahabenin ruh hali ile iki üç asır sonraki insanların, hele ruh dünyaları günümüzün felsefe ve kapitalizmin dinamikleriyle şekillenmiş insanların halet-i ruhiyeleri bir olamaz. Onun için sahabelerin sosyal kontekslerinden mahrum olup o sosyal konteksi anlamak için kalp ve akıllarında ameliyat-ı cerrahiye gerçekleştirmek için tenezzül etmeyenler haliyle o mânâları bihakkın alamamaları, anlayamamaları, zevk ve idrak edememeleri Kur'ân okunurken onun i'câz derecesindeki belağatinin zevkinden latife ve ruhları cuşu huruşa gelip secdeye varamamaları, Kur'ân'ı yüzlerine sürememeleri normaldir.
O halde insibâğın optimal düzeyde tahakkuk etmesi yansıyan ve yansıtanın karşılıklı durum ve pozisyonlarına bağlıdır. Yansıyan açısından bakılacak olursa üç farklı yansımayı/insibâğı çiçek, katre ve reşha örnekleri üzerinden Bediüzzaman hazretleri ifade etmiştir;
Zühre çiçeği güneşin ışığından dönüşen bir renk alıp onunla kendini süsler.
Katre veya suyun yüzeyi ayın güneşten aldığı ışığın gölgesi ile şekillenir.
Suyun havada buharlaşmış reşhaları ise doğrudan doğruya güneşin timsalini gözbebeğinde saklar.
Buradaki örnekler üzerinden insanların hakikate ulaşmaya çalışırlarken hangi metodu kullandıkları anlatılmak istenir.
Bu üç örnekle üç grup insan taifesi anlatılmıştır. Birincisinde hakikate kendi riyazi çabasıyla veya seyru sülukla bir makama gelmek isteyen kişinin durumu anlatılır. İkinci durumda ise aklını baz alarak hareket eden felsefeci ekol anlatılır. Üçüncü durumda ise sadece Kur'ân dan gelen ilâhî mesajlara ayna olmaya sahabe misal çabalayan insanların durumları anlatılır. Birinci ve ikinci yansıma şekillerinde yansıma kırılarak veya dönüşürek gerçekleştiği için yansıtanın pozisyonuna karşı perde olunur. Üçüncü yansıma şeklinde ise perde olunmadığı gibi yansıtandan gelen nur olduğu gibi yansıtılır.[10]
Risale-i Nurda devamlı hususi dar caddelere karşılık olarak öne çıkarılan cadde-i kübrâ-i kur'âniye, nübüvvet ve risâlet metodundan tereşşuh eden sahabe metodudur. Onun için 'imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risaletü'n-Nur'dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risaletü'n-Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikîye isâl eder.'[11] tespitinden kasıt, sahabe tarzı in'ikas/insibağ pozisyonudur. Yahut o sistemde çalışma biçimidir. Bu sistemi bu asırda optimal düzeyde reflekte eden eserler Risale-i Nurlar oldukları için o eserlerde yoğunlaşmanın, kişinin mütalaa hayatında onları birincil pozisyondan talî pozisyona indirgememenin elzemiyetine işaret edilmiştir. Yoksa bu, Risale-i Nurları okurken başka eserlere bakmama, okumama, istifade etmeme, akademisyen isen araştırma yapmama manasında zinhar değildir. Dolayısıyla iman-ı tahkikiye ulaşmada Risale-i Nur sistemi sahabenin Kur'ân-ı anlama sistemine en yakın ve kestirme bir yol olduğu gibi Kur'ândan gelen nurlara reşha misal pozisyon alıp perdesiz bir şekilde gelen nuru yansıtma metodudur.
Sonuç olarak, Allahın zikrinden alıkoyacak ortamlardan insan üzerinde bırakacağı negatif etkiden/insibâğdan dolayı uzak kalmak gerekli olduğu gibi, hakikate ulaşmaya çalışırken yansıtılan hakikatlere perde olmamak ve azami derecede bu yansıtılan hakikatlerden istifade etmek için sahabe misal vaziyetinde konumlanmak şarttır. Sahabelerin (rıdvânullahi eleyhim ecmein) değerini anlamak, onların yaşam metodolojilerinde saklı olan insibâğ hakikatını anlamaya bağlıdır. Ortada Resulullah (s.a.v.) olduğu için sahabeler isteselerdi de farklı bir metodu uygulayamazlardı. Resullah'ın emirlerini harfiyyen tatbik edip başka bir usûl ve menhec aramadıkları için Resulullah (s.a.v.) onların manevi makamlarına işareten şu hadîs-i şerifi irâd etmiştir; لاَ تَسُبُّوا أَصْحَابِي؛ فَإِنَّ أَحَدَكُمْ لَوْ أَنْفَقَ مِثْلَ أُحُدٍ ذَهَبًا مَا أَدْرَكَ مُدَّ أَحَدِهِمْ وَلاَ نَصِيفَهُ '"Ashabıma sövmeyin! Sizden birisi Uhud Dağı kadar bir altın bağışlasa, ashabımdan birinin yarım avuçluk bağışına ulaşamaz..."
[1] Sözler, 27. Sözün zeyli, 1. Hikmet.
[2] İşaratu'l-İ'caz, Bakara suresi, 23.24. ayetlerin tefsiri, Mukaddeme, 3. Mesele.
[3] Mesnevi-i Nuriye, Reşhalar, 5. Reşha.
[4] Muhakemat, 3. Makale, Mukaddeme, 1. Meslek, 4.
[5] İşaratu'l-İ'caz, Tenbih.
[6] Sahih-i Buhari, Hadis no: 2651.
[7] İbn-i Haldûn, Mukaddime, c. 1, s. 194, (Başlık: Eseru’l-Hevâi fî ahlâki’l-Beşer/İklimin insan ahlakı üzerindeki tesiri.)
[8] Lem'alar, 24. Lem'a, 4. Hikmet.
[9] İşaratu’l-İ’caz, Bakara Suresi, 23, ve 24. ayetler, 6. Mesele.
[10] Sözler, 24. Söz, 1. Dal.
[11] Kastamonu Lahikası, 48. Mektub.